- Kayıt
- 26 Haziran 2016
- Mesaj
- 590
- Tepki
- 5.596
- Şehir
- Samsun
- İsim
- Serhat C
Başlığa aldanmayın; rotanın çok büyük bir kısmı tabii ki araçla geçildi Aracın üstünde her daim bisiklet de olduğu için ve turun son günlerinde 3.000 metrelere bisikletle çıkıldığı için; bazı müzelerle ve antik kentlerle ilgili bilgi vermek istediğim için konuyu buraya açmaya uygun gördüm Umarım bir faydası olur.
(Olabildiğince kısaltıp özet geçmeye çalışacağım fakat uzun gelirse ve sadece 3000 metrelik MTB bölümünü okumak isterseniz en aşağılara ininiz)
Kısa bir giriş, planlama ve özet:
Eşim Bolulu olduğu için öncelikle oraya uğrayacaktık fakat ailesi Turgutreis'te akraba ziyaretinde bulunduğu için oraya geçmeye karar verdik.
Fakat sokağa çıkma yasağı kısıtlaması 24 Mayıs itibariyle 21:00'de başladığı için Samsun'dan tek seferde gitmemiz mümkün değildi. Biz de ilk gün Eskişehir'de eşimin seramikçi arkadaşına uğramaya karar verdik.
Sonraki gün Turgutreis'e geçtik ve haftasonu yasağını değerlendirebilmek için Fethiye'de bisikletleri arkadaşa bırakarak Likya Yolu'nda yürüme planı yaptık.
Haftasonu yasağından sonra 31 Mayıs'ta Geyikbayırı'ndaki tırmanışçı arkadaşlarımızı ziyaret edelim dedik.
O kadar gitmişken eşimin uzun zamandır görmek istediği müzeleri de görmek amaçlı daha önce hiç gitmediğimiz Adana, Antakya, Gaziantep ve Şanlıurfa'yı da plana ekledik. Uzun zamandır Çinçiva'ya (Şenyuva) gidip Kaçkarlar'la hasret gidermek istediğimiz için Erzurum üzerinden rotayı Rize'ye bağladık. Plan 14 gün ve 4.500 KM'den oluşuyordu fakat turun sonunda karşımıza şöyle bir tablo çıktı
24 Mayıs Pazartesi: Samsun - Eskişehir
Eskişehir'e daha önce gidip etkilenmiştim fakat bu sefer bisikletle gezince çok daha etkileyici ve akılda kalıcı oldu Mübalağasız, hem insanları hem de şehir planlamacılığı sayesinde kendimi Avrupa'da hissettim. Odunpazarı ve Porsuk Çayı gidilen yerler:
25 Mayıs Salı: Eskişehir - Turgutreis
Turgutreis'te uzun zamandır görmediğimiz büyükleri ziyaret ediyoruz. Ziyaretler arasında Çarşamba günü hem buz gibi Akdeniz'in tuzlu tadına bakıyoruz hem de bacakları biraz çevirmek için civar tepelerde dolanıyoruz.
Perşembe günü ise eşimin eski okul arkadaşını görmek için yine bisikletlerle kıyıdan kıyıdan Gümüşlük'e gidip geliyoruz.
28 Mayıs Cuma: Turgutreis - Fethiye
Fethiye'ye giderken daha önce geçmediğimiz Ören ve Dalyan'dan da hızlıca gezerek geçiyoruz.
Haftasonu yasağını değerlendirebilmek için hedefimiz Likya Yolu'nu yürüyebilmek. 4 yıl önce Ovacık'tan başlayarak ilk 5 kilometresini koşmuştuk ve tadı damağımızda kalmıştı. Bu sefer yürüyelim dedik.
10 yıl önce yurt odasını paylaştığım değerli dostum Semih Fethiyeli. O'nu ziyaret edip bisikletleri bıraktıktan sonra akşam üstü ilk etabı yürümeye başlıyoruz.
Güneş battıktan hemen sonra çadırımızı Faralya seyir terasına kuruyoruz ve ton balığına yumuluyoruz
Cumartesi sabahı Faralya'dan Kabak Koyu'na iniyoruz ve çadırımızı eşimin eski arkadaşının mekânı Reflections'a kuruyoruz. Günün geri kalanında denize girip dinleniyoruz (Yeri gelmişken bu yazıda, geriye dönüp baktığımızda referans olması adına fiyat bilgileri de paylaşacağımı belirteyim). Burada 2 gece kalmayı planlıyoruz fakat ilk gece yandaki kampingden gelen konuşma ve müzik sesleri sinirlerimi gerim gerim geriyor. Reflections gayet güzel bir yer olmasına rağmen yanında sonradan peydahlanan bu mekâna gelen doğadan, yürüşten, kamptan, çevreye saygıdan nasibini zerre kadar almamış soytarılar yüzünden başı çok ağrıyacağa benziyor.
Pazar sabahı Kabak Koyu'ndan Cennet Koyu'na gidip orada denize girmek için yola çıkıyoruz. Patika gerçekten kırıcı ve teknik.
Dönüşte, yukarıda bahsettiğim 30lu yaşlarına gelmiş olmalarına rağmen ne yaptıklarını bilmeyen amaçsız lise ve üniversite ergeni gibi davranan kekomançilere bir gece daha katlanamayacağıma karar verince Kabak'ın yukarılarında izole bir yerde kamp atmaya karar veriyoruz. Kampingden ayrılırken evsahibi (3 yıl önce olsa da) düğün hediyemiz olsun diye ne kadar üstelesek de ücret almıyor (çadır + kahvaltı ve akşam yemeği kişi başı 130 TL). Kabak'a çıktığımızda aracımızı bıraktığımız Ovacık'a giden bir minibüsün kalkmasına 10 dakika kaldığını öğrenince hem ertesi gün yola erken çıkabilelim diye hem de Efes Pilsen'in Euroleague finalini izleyebilmek adına internetin çektiği bir yerde olalım diye minibüse atlayıp Pazar akşamı soluğu yürüyüşe başladığımız yer olan Ovacık'ta alıyoruz (minibüs kişi başı 12 TL).
Şartlar ne olursa olsun Efes'in final maçı izlenecek (tebrikler Efes).
Fethiye'ye inip Semih'ten bisikletlerimizi alıp kırtasiye dükkanını açıyoruz ve beraber kahvaltı edip ayrılıyoruz. Fethiye'den ayrılmadan kral mezarları ve Afkule Manastırı'nı gezip yola devam ediyoruz.
31 Mayıs Pazartesi: Fethiye - Geyikbayırı
Geçtiğimiz yaz aşağıdaki fotoğrafta gördüğünüz, bu yazının ilerleyen Rize bölümünde ziyaret edeceğimiz Atilla Amca'nın bal kovanlarını bir ağacın üstüne taşıma düzeneklerini yaptıkları sırada tanıştığımız tırmanışçı Murat ve Janne yolumuz düşerse bizi Geyikbayırı'na davet etmişti.
Biz de davete icabet ettik ve Geyikbayırı'nda kendi elleriyle yaptıkları izole evin Geyiksivrisi manzarası eşliğinde güzel bir akşam geçirdik. Şehirdışında 2 eski dostları ve aileleri de aynı gün denk geldiği için biz çadırda, evsahiplerinin kendileri evlerinin çatısında, gökkubbe altında yattılar
1 Haziran Salı: Geyikbayırı - Adana
Yol üzerinde Anamurium Antik Kenti'ni geziyoruz. Giriş kişi başı 12.5 TL ve kesinlikle görmeye değer. Bilgilendirme yazıları az olsa da etkileyici bir kent.
Muz cenneti bölgeden geçerken yol kenarından bisikletçi dostu muz alıyoruz. Satıcı amca yolumuzun uzun olduğunu belirtmemize rağmen bizi "bozulmaz" diyerek ikna ediyor ve 3 kilo satıyor, 30 TL.
Yola sabah 07:30'da çıkmamıza rağmen çok fazla trafik ışığı olması ve yer yer tek şeritli virajlı yolların olmasından dolayı ilk defa geldiğimiz Adana'ya varışımız akşam 20:30'u buluyor.
Şansımıza mekânların o gün açılmasıyla beraber taviste üzerine Yeşilkapı isimli yerde karışık kebap yiyoruz. 2 karışık kebap 4 ayran 100 TL. Açıkçası pek bir numarası olduğunu düşünmediğim için bir daha gitmeyiz sanırım. Zaten hijyene az çok dikkat eden kimse gitmez galiba
Buradan orduevine geçiş yapıyoruz. Tenis kortu manzarası dışında bir numarası yok (bu arada Roland Garros finali bugün 16:00 Eurosport 1'de).
2 Haziran Çarşamba: Adana - Antakya
Adana'da hiç gezememiş olduğumuz için sabah 7'de kalkıp 5 km koşu yapıp çıkış yapıyoruz ve yola öyle devam ediyoruz.
Antakya'da birçok ödül almış Antakya Arkeoloji Müzesi'ne eşim seramik çalışmalarına derinlik kazandırmak için gitmek için can atıyordu. Gidince neden ödül aldığını anlamış oldum. Eserlerin zenginliği, sınıflandırılması, sunumları, çevirileri her şeyiyle mükemmel bir müze.
Bu arada, Müzekartlarımızın yıllık kullanım süresi dolmuştu. Geçen yıl 70 TL olmasına rağmen Türkiye'de bir ilk gerçekleşerek indirime girmiş ve 60 TL'ye düşmüş.
Buradan çıkıp Fethiye'deki Semih ile beraber 1. sınıftayken yurt odamı paylaştığım bir diğer arkadaşım Orhun'u beklerken çok yakında bulunan St. Pierre Kilisesi ve Cehennem Kayıkçısı'na bakıyoruz. Giriş yine müzekart ile ve görmeye değer fazla bir şey olmadığı için birkaç dakika içinde gezi bitiveriyor.
Kendisi gibi diş hekimi Kübra ile evlenen Orhun bizi dışarıda gitmeyi sevdikleri nezih bir yerde akşam yemeğine çıkarıyor. Favorim tabii ki künefe Merkezdeki ara sokakları biraz gezdikten sonra evlerinin yolunu tutuyoruz.
3 Haziran Perşembe: Antakya - Mardin
Orijinal planda Antakya'dan Göbeklitepe'ye geçip oradan Nemrut Dağı'na gidip kamp atacaktık fakat Orhun ve Kübra'nın ısrarlı tavsiyeleri üzerine Mardin'e gitmeye karar verdiğimiz için Gaziantep'e daha çok vakit ayırma fırsatımız oldu ve 2 müze de orada gezebildik. Ayrıca ertesi gün Nemrut'un serinliği, rüzgâr alması, ıssızlığı ve civarda hiçbir şey bulunmamasından dolayı kamp atılacak bir yer olmadığını fark etmemizi sağlayacağından tüm tur planındaki ilk ve tek sürpriz lokasyon Mardin iyi bir tercih olmuş oldu.
Antep'te öncelikle Zeugma Mozaik Müzesi'ni ve ardından Arkeoloji Müzesi'ni gezdik. Girişler müzekart.
O gün 58 yaşındaki babam hayatında belki de ilk defa benden bir şey istedi; kuru baklava. Kebap da benden olsun diyip jest yapmayı da ihmal etmedi Yine önceden aldığımız tavsiyeler üzerine İmam Çağdaş'a gittik. Çok merkezi olmasından dolayı park olayı tam bir rezalet olmasından dolayı gerildiğim için midir bilinmez kebaplarının pek bir numarasını göremedim. Daha doğrusu aynı lezzette ve kalitede kebap yemek Türkiye'nin başka yerlerinde de mümkün. Yani iş yemeği yapanda bitiyor bence; hoş ben tavuk dürümle karnını doyurmaktan keyif alan biriyim Bu konuda pek de yorum yapacak konumda olmayabilirim. Neyse, 2 kebap 2 ayran 105 TL, 1 kilo kuru baklava 150 TL.
Sıra geldi uzun zamandır merak ettiğimiz Göbeklitepe'ye. Girişler yine müzekart. Bu arada, müzekart yabancılara 600 TL.
Girişte interaktif video ve ses şöleninin olduğu gayet modern bilgi bankası gibi bir yapı var. Burada etrafınızı saran video odası inanılmaz etkileyici; çok iyi düşünülmüş. Doğuş Grubu buraya 2035 yılına kadar sponsor olduğu için masraf yapmış belli ki...
Buradan çıkıp sürekli işleyen ücretsiz minibüsle çok kısa bir yolculuk sonrasında T yapıların olduğu bölüme geliyorsunuz. 12.000 yıl önce yapıldığına ve tarihin başlangıç noktası olduğuna inanılıyor. Etkilenmemek mümkün değil... Bu arada ana binaya dönüşümüzü minibüs yerine yürüyerek yapıp hem bacakları açıyoruz hem de bu tarihi yerde daha fazla vakit geçirmiş oluyoruz.
Akşam Mardin Orduevi'ne girişimizi yapıyoruz.
4 Haziran Cuma Mardin - Erzurum:
Sabah 7'de kalkıp sokaklar bomboşken ve hava serinken Mardin merkezi geziyoruz. Burası gerçekten güzel korunmuş bir şehir. Temizlik emekçilerinin dar sokaklarda arkalarında eşekle gezmesi ve topladıkları çöpleri bu eşeklerin taşıdığı heybelere yüklemesi ilginç ve isabetli bir çözüm olmuşa benziyor.
Diyarbakır üzerinden Erzurum'a hızlıca geçmek varken Nemrut Dağı merakımızdan dolayı yolu 5 saat uzatıyoruz ve bu kadim dağa gitmek üzere yola çıkıyoruz. Çocukluğumdam beri merak ettiğim bir yerdi ve bu kadar yaklaşmışken kesinlikle pas geçemezdik.
Bu aradaki yolda hız sabitleyiciyle 100 km/h hızda giderken aşağıdaki videoda çok basitmiş gibi görünse de ciddi bir kaza atlatıyoruz.
2000 yıl önce, yokluğun ortasında 2100 metrede inşa edilmiş devasa heykeller... İnsanın düşüncelere dalıp gitmemesi mümkün değil. Giriş müzekart.
Aracı ilk tesise çekip kartınızı okutup su ve tuvalet ihtiyacınızı giderdikten sonra biraz daha devam edip aracınızla yolun sonuna gelip yürüyüş patikasına giriyorsunuz.
Ve bu arada, parke taşı olan son 14 kilometrede 1400 metre tırmanıyorsunuz. Çıkışın dikliği, manzarası ve bu tarihiyle Fransa'da veya İtalya'da olsa kesinlikle bisiklet yarışlarına dahil edilir ve efsanevi tırmanışlardan bir tanesi olurdu.
Buradan ayrıldıktan sonra Erzurum'a 22:00 sularında varacağımızı anlayınca Erzurum'da yemek üzere Bingöl'den ekmek, ton balığı vs alıyoruz.
Zifiri karanlıkta serin ve yüksek dağ geçişleri yapıp Erzurum Orduevi'ne 22:10'da giriş yapıyoruz.
5 Haziran Cumartesi: Erzurum - Çinçiva (Rize)
Her ne kadar sabah erken kalıp koşu yapmayı planlamış olsak da o gücü kendimizde bulamayınca merkezdeki birkaç tarihi yeri gezip Palandöken'e çıkıp bir diğer hiçliğin ortasındaki Baksı Müzesi'ne doğru yollanıyoruz.
Burada bir küçük parantez de yeni yapılan Erzurum Müzesi'ne açmak gerekiyor. Dıştan bitmişe benzeyen bu müzeye bilmeden arkasından girmiş bulunuyoruz ve ön tarafında görevlilerle karşılaşıyoruz. Onlar da fotoğraf çekmeden gezebileceğimizi bildiriyor. Henüz açılmamış müzede, birkaç işçinin son rötuşları atmasıyla beraber hızlıca geziyoruz ve şu kaçamak kareyi yakalamadan edemiyorum.
Baksı Müzesi ise rotamızı Bayburt'a çevirtip Rize yolumuzu uzatıyor fakat geçtiğimiz yıl harita üzerinde rastgele görüp sitelerinin profesyonelliği, vizyonu ve misyonundan çok etkilendiğimden dolayı es geçemeyeceğimiz yerler listesinde yerini alıyor. Dağın başında bir vizyon abidesi... Sitelerine girip incelemenizi muhakkak tavsiye ederim.
Giriş kişi başı 15 TL. Gezi boyunca genç bir arkadaş eşllik ediyor ve maalesef biraz acele ettirmeye çalışıyor. Bu da müze gezme anlayışına pek uymuyor fakat ilgili yerlere bu eksikliği ileteceğim için siz gidene kadar belki düzelmiş olacaktır. Gezinin sonunda alışveriş yapılabilen yerden Nuri Bilge Ceylan'ın sergisine ait kitabı ediniyoruz.
Erzurum - Baksı Müzesi ve Baksı Müzesi - İkizdere arası yol tek kelimeyle muazzam. Araçla geçerken buralara bisikletle gelme planları yapmaktan yanıp tutuştum.
Ovit Tüneli'ne girmeyip eski yoldan devam edince 2680 metrede şu manzaralarla karşılaşmak nefes kesici.
İkizdere'de, wikiloc'taki müthiş yürüyüş rotalarından ve hikâyelerinden ilham aldığım Bayram (Kuş) öğretmene uğrayıp çayını içip tanışıyoruz. Bu gizli hazineyi gün yüzüne çıkarmak için küçük bir adım olsa da hemen sizinle blogunu paylaşayım: (link)
Akşam üzeri sisli ve yağışlı Çinçiva'daki akrabalarımızın evine ve işletmesine (Ada Bungalov) varış yapıyoruz.
6 Haziran yağışlı Pazar gününü dinlenerek ve ev işlerine yardım ederek geçiriyoruz.
7 Haziran Pazartesi: Çinçiva - Zilkale - Palovit - Çinçiva
Bugün eşimle Amlakit'e çıkıp oradaki küçük tesiste ağız tadıyla birer bira yudumlamak var fakat bacaklarımız bizimle hemfikir değil. Ertesi gün sıkı bir sürüş yapacağım için tam da bacaklarıma hak verecekken Palovit Şelalesi'nin orada kayalara tel çekme çalışmasından dolayı Amlakit yolunun kapalı olduğunu görüyoruz ve bacaklarımızı da sevindirerek şelaleden aşağı salarak geri dönüyoruz 24 km/740m+
8 Haziran Salı: Çinçiva - 3000 metre - Çinçiva
İşte aylardır beklediğim sürüş, 4500 kilometredir bisikleti aracın üstünde taşıma sebebim... 3000 metreyi bisikletle görmek. 440 metreden başlayıp 3000 metreye çıkmak başlı başına bir meydan okumayken üzerine bir de bunca yol ve yorgunluk, onun üzerine 2 haftadır doğru düzgün bisiklete binememek... Yine de her ne olursa olsun oraya çıkılacak. 3000 metreye çıkılacak, çık! 7 buçuk saati sele üzerinde, toplam 9 saat 22 dakika süren bir haz patlaması.
Bu bölümden aldığım keyifi hangi kelimelerle nasıl anlatacağımı bilemiyorum. Gerçek güzelliği sadece kısmen yansıtsalar da fotoğrafların yardımıma koşacağını umuyorum.
Arka planda kuş sesleri, su sesleri, çam kokusu, güneşin yakmasına rağmen tatlı ve serin esen bir rüzgâr hayâl edin... Bir de arı sokması 2500 metrelerde arıcıların yanından geçerken bir arı kaskın deliğinden içeri giriverdi. Ben durup gözlüğü ve kaskı çıkarana kadar iğnesini batırdı tabii. Başım şişti biraz. Pek oralı olmadım fakat yakmaya da başladı ve bu güzel sürüşün mahvolmaması için durup toprağa suluğumdam su dökerek çamur yaptım ve kafama sürdüm. Yanmayı ve acıyı dindirdi. Günün nazarlığı olsun diyip inanılmaz manzaralar eşliğinde 3000'e devam ettim. Planda bir çember çizmek vardı fakat yukarıda çöken sisle beraber rotanın olduğu cihazımın şarjının hızlı boşalması çıktığım yoldan inmeme sebep oldu.
9 Haziran Çarşamba: Çinçiva - Samsun
17 gün ve 4998 kilometre sonunda kürkçü dükkanına sağ salim tatlı mı tatlı bir yorgunlukla sorunsuz bir şekilde varıyoruz. Uzun zamandır ihtiyacımız olan bu kültürel, ekonomik ve aktif tur eşime de bana da oldukça iyi geldi. O kadar çok yer ve şey görüp anı yaşadık ki atladığım noktalar olabilir. Kısa kısa bazı maddeler:
Sonuç olarak, eski dostları görüp yeni dostlar edindiğimiz, yeni yerler görüp birçok şey öğrendiğimiz hem doyurucu hem yorucu bir tur oldu.
Yolda görüşmek üzere…
(Olabildiğince kısaltıp özet geçmeye çalışacağım fakat uzun gelirse ve sadece 3000 metrelik MTB bölümünü okumak isterseniz en aşağılara ininiz)
Kısa bir giriş, planlama ve özet:
Eşim Bolulu olduğu için öncelikle oraya uğrayacaktık fakat ailesi Turgutreis'te akraba ziyaretinde bulunduğu için oraya geçmeye karar verdik.
Fakat sokağa çıkma yasağı kısıtlaması 24 Mayıs itibariyle 21:00'de başladığı için Samsun'dan tek seferde gitmemiz mümkün değildi. Biz de ilk gün Eskişehir'de eşimin seramikçi arkadaşına uğramaya karar verdik.
Sonraki gün Turgutreis'e geçtik ve haftasonu yasağını değerlendirebilmek için Fethiye'de bisikletleri arkadaşa bırakarak Likya Yolu'nda yürüme planı yaptık.
Haftasonu yasağından sonra 31 Mayıs'ta Geyikbayırı'ndaki tırmanışçı arkadaşlarımızı ziyaret edelim dedik.
O kadar gitmişken eşimin uzun zamandır görmek istediği müzeleri de görmek amaçlı daha önce hiç gitmediğimiz Adana, Antakya, Gaziantep ve Şanlıurfa'yı da plana ekledik. Uzun zamandır Çinçiva'ya (Şenyuva) gidip Kaçkarlar'la hasret gidermek istediğimiz için Erzurum üzerinden rotayı Rize'ye bağladık. Plan 14 gün ve 4.500 KM'den oluşuyordu fakat turun sonunda karşımıza şöyle bir tablo çıktı
24 Mayıs Pazartesi: Samsun - Eskişehir
Eskişehir'e daha önce gidip etkilenmiştim fakat bu sefer bisikletle gezince çok daha etkileyici ve akılda kalıcı oldu Mübalağasız, hem insanları hem de şehir planlamacılığı sayesinde kendimi Avrupa'da hissettim. Odunpazarı ve Porsuk Çayı gidilen yerler:
25 Mayıs Salı: Eskişehir - Turgutreis
Turgutreis'te uzun zamandır görmediğimiz büyükleri ziyaret ediyoruz. Ziyaretler arasında Çarşamba günü hem buz gibi Akdeniz'in tuzlu tadına bakıyoruz hem de bacakları biraz çevirmek için civar tepelerde dolanıyoruz.
Perşembe günü ise eşimin eski okul arkadaşını görmek için yine bisikletlerle kıyıdan kıyıdan Gümüşlük'e gidip geliyoruz.
28 Mayıs Cuma: Turgutreis - Fethiye
Fethiye'ye giderken daha önce geçmediğimiz Ören ve Dalyan'dan da hızlıca gezerek geçiyoruz.
Haftasonu yasağını değerlendirebilmek için hedefimiz Likya Yolu'nu yürüyebilmek. 4 yıl önce Ovacık'tan başlayarak ilk 5 kilometresini koşmuştuk ve tadı damağımızda kalmıştı. Bu sefer yürüyelim dedik.
10 yıl önce yurt odasını paylaştığım değerli dostum Semih Fethiyeli. O'nu ziyaret edip bisikletleri bıraktıktan sonra akşam üstü ilk etabı yürümeye başlıyoruz.
Güneş battıktan hemen sonra çadırımızı Faralya seyir terasına kuruyoruz ve ton balığına yumuluyoruz
Cumartesi sabahı Faralya'dan Kabak Koyu'na iniyoruz ve çadırımızı eşimin eski arkadaşının mekânı Reflections'a kuruyoruz. Günün geri kalanında denize girip dinleniyoruz (Yeri gelmişken bu yazıda, geriye dönüp baktığımızda referans olması adına fiyat bilgileri de paylaşacağımı belirteyim). Burada 2 gece kalmayı planlıyoruz fakat ilk gece yandaki kampingden gelen konuşma ve müzik sesleri sinirlerimi gerim gerim geriyor. Reflections gayet güzel bir yer olmasına rağmen yanında sonradan peydahlanan bu mekâna gelen doğadan, yürüşten, kamptan, çevreye saygıdan nasibini zerre kadar almamış soytarılar yüzünden başı çok ağrıyacağa benziyor.
Pazar sabahı Kabak Koyu'ndan Cennet Koyu'na gidip orada denize girmek için yola çıkıyoruz. Patika gerçekten kırıcı ve teknik.
Dönüşte, yukarıda bahsettiğim 30lu yaşlarına gelmiş olmalarına rağmen ne yaptıklarını bilmeyen amaçsız lise ve üniversite ergeni gibi davranan kekomançilere bir gece daha katlanamayacağıma karar verince Kabak'ın yukarılarında izole bir yerde kamp atmaya karar veriyoruz. Kampingden ayrılırken evsahibi (3 yıl önce olsa da) düğün hediyemiz olsun diye ne kadar üstelesek de ücret almıyor (çadır + kahvaltı ve akşam yemeği kişi başı 130 TL). Kabak'a çıktığımızda aracımızı bıraktığımız Ovacık'a giden bir minibüsün kalkmasına 10 dakika kaldığını öğrenince hem ertesi gün yola erken çıkabilelim diye hem de Efes Pilsen'in Euroleague finalini izleyebilmek adına internetin çektiği bir yerde olalım diye minibüse atlayıp Pazar akşamı soluğu yürüyüşe başladığımız yer olan Ovacık'ta alıyoruz (minibüs kişi başı 12 TL).
Şartlar ne olursa olsun Efes'in final maçı izlenecek (tebrikler Efes).
Fethiye'ye inip Semih'ten bisikletlerimizi alıp kırtasiye dükkanını açıyoruz ve beraber kahvaltı edip ayrılıyoruz. Fethiye'den ayrılmadan kral mezarları ve Afkule Manastırı'nı gezip yola devam ediyoruz.
31 Mayıs Pazartesi: Fethiye - Geyikbayırı
Geçtiğimiz yaz aşağıdaki fotoğrafta gördüğünüz, bu yazının ilerleyen Rize bölümünde ziyaret edeceğimiz Atilla Amca'nın bal kovanlarını bir ağacın üstüne taşıma düzeneklerini yaptıkları sırada tanıştığımız tırmanışçı Murat ve Janne yolumuz düşerse bizi Geyikbayırı'na davet etmişti.
Biz de davete icabet ettik ve Geyikbayırı'nda kendi elleriyle yaptıkları izole evin Geyiksivrisi manzarası eşliğinde güzel bir akşam geçirdik. Şehirdışında 2 eski dostları ve aileleri de aynı gün denk geldiği için biz çadırda, evsahiplerinin kendileri evlerinin çatısında, gökkubbe altında yattılar
1 Haziran Salı: Geyikbayırı - Adana
Yol üzerinde Anamurium Antik Kenti'ni geziyoruz. Giriş kişi başı 12.5 TL ve kesinlikle görmeye değer. Bilgilendirme yazıları az olsa da etkileyici bir kent.
Muz cenneti bölgeden geçerken yol kenarından bisikletçi dostu muz alıyoruz. Satıcı amca yolumuzun uzun olduğunu belirtmemize rağmen bizi "bozulmaz" diyerek ikna ediyor ve 3 kilo satıyor, 30 TL.
Yola sabah 07:30'da çıkmamıza rağmen çok fazla trafik ışığı olması ve yer yer tek şeritli virajlı yolların olmasından dolayı ilk defa geldiğimiz Adana'ya varışımız akşam 20:30'u buluyor.
Şansımıza mekânların o gün açılmasıyla beraber taviste üzerine Yeşilkapı isimli yerde karışık kebap yiyoruz. 2 karışık kebap 4 ayran 100 TL. Açıkçası pek bir numarası olduğunu düşünmediğim için bir daha gitmeyiz sanırım. Zaten hijyene az çok dikkat eden kimse gitmez galiba
Buradan orduevine geçiş yapıyoruz. Tenis kortu manzarası dışında bir numarası yok (bu arada Roland Garros finali bugün 16:00 Eurosport 1'de).
2 Haziran Çarşamba: Adana - Antakya
Adana'da hiç gezememiş olduğumuz için sabah 7'de kalkıp 5 km koşu yapıp çıkış yapıyoruz ve yola öyle devam ediyoruz.
Antakya'da birçok ödül almış Antakya Arkeoloji Müzesi'ne eşim seramik çalışmalarına derinlik kazandırmak için gitmek için can atıyordu. Gidince neden ödül aldığını anlamış oldum. Eserlerin zenginliği, sınıflandırılması, sunumları, çevirileri her şeyiyle mükemmel bir müze.
Bu arada, Müzekartlarımızın yıllık kullanım süresi dolmuştu. Geçen yıl 70 TL olmasına rağmen Türkiye'de bir ilk gerçekleşerek indirime girmiş ve 60 TL'ye düşmüş.
Buradan çıkıp Fethiye'deki Semih ile beraber 1. sınıftayken yurt odamı paylaştığım bir diğer arkadaşım Orhun'u beklerken çok yakında bulunan St. Pierre Kilisesi ve Cehennem Kayıkçısı'na bakıyoruz. Giriş yine müzekart ile ve görmeye değer fazla bir şey olmadığı için birkaç dakika içinde gezi bitiveriyor.
Kendisi gibi diş hekimi Kübra ile evlenen Orhun bizi dışarıda gitmeyi sevdikleri nezih bir yerde akşam yemeğine çıkarıyor. Favorim tabii ki künefe Merkezdeki ara sokakları biraz gezdikten sonra evlerinin yolunu tutuyoruz.
3 Haziran Perşembe: Antakya - Mardin
Orijinal planda Antakya'dan Göbeklitepe'ye geçip oradan Nemrut Dağı'na gidip kamp atacaktık fakat Orhun ve Kübra'nın ısrarlı tavsiyeleri üzerine Mardin'e gitmeye karar verdiğimiz için Gaziantep'e daha çok vakit ayırma fırsatımız oldu ve 2 müze de orada gezebildik. Ayrıca ertesi gün Nemrut'un serinliği, rüzgâr alması, ıssızlığı ve civarda hiçbir şey bulunmamasından dolayı kamp atılacak bir yer olmadığını fark etmemizi sağlayacağından tüm tur planındaki ilk ve tek sürpriz lokasyon Mardin iyi bir tercih olmuş oldu.
Antep'te öncelikle Zeugma Mozaik Müzesi'ni ve ardından Arkeoloji Müzesi'ni gezdik. Girişler müzekart.
O gün 58 yaşındaki babam hayatında belki de ilk defa benden bir şey istedi; kuru baklava. Kebap da benden olsun diyip jest yapmayı da ihmal etmedi Yine önceden aldığımız tavsiyeler üzerine İmam Çağdaş'a gittik. Çok merkezi olmasından dolayı park olayı tam bir rezalet olmasından dolayı gerildiğim için midir bilinmez kebaplarının pek bir numarasını göremedim. Daha doğrusu aynı lezzette ve kalitede kebap yemek Türkiye'nin başka yerlerinde de mümkün. Yani iş yemeği yapanda bitiyor bence; hoş ben tavuk dürümle karnını doyurmaktan keyif alan biriyim Bu konuda pek de yorum yapacak konumda olmayabilirim. Neyse, 2 kebap 2 ayran 105 TL, 1 kilo kuru baklava 150 TL.
Sıra geldi uzun zamandır merak ettiğimiz Göbeklitepe'ye. Girişler yine müzekart. Bu arada, müzekart yabancılara 600 TL.
Girişte interaktif video ve ses şöleninin olduğu gayet modern bilgi bankası gibi bir yapı var. Burada etrafınızı saran video odası inanılmaz etkileyici; çok iyi düşünülmüş. Doğuş Grubu buraya 2035 yılına kadar sponsor olduğu için masraf yapmış belli ki...
Buradan çıkıp sürekli işleyen ücretsiz minibüsle çok kısa bir yolculuk sonrasında T yapıların olduğu bölüme geliyorsunuz. 12.000 yıl önce yapıldığına ve tarihin başlangıç noktası olduğuna inanılıyor. Etkilenmemek mümkün değil... Bu arada ana binaya dönüşümüzü minibüs yerine yürüyerek yapıp hem bacakları açıyoruz hem de bu tarihi yerde daha fazla vakit geçirmiş oluyoruz.
Akşam Mardin Orduevi'ne girişimizi yapıyoruz.
4 Haziran Cuma Mardin - Erzurum:
Sabah 7'de kalkıp sokaklar bomboşken ve hava serinken Mardin merkezi geziyoruz. Burası gerçekten güzel korunmuş bir şehir. Temizlik emekçilerinin dar sokaklarda arkalarında eşekle gezmesi ve topladıkları çöpleri bu eşeklerin taşıdığı heybelere yüklemesi ilginç ve isabetli bir çözüm olmuşa benziyor.
Diyarbakır üzerinden Erzurum'a hızlıca geçmek varken Nemrut Dağı merakımızdan dolayı yolu 5 saat uzatıyoruz ve bu kadim dağa gitmek üzere yola çıkıyoruz. Çocukluğumdam beri merak ettiğim bir yerdi ve bu kadar yaklaşmışken kesinlikle pas geçemezdik.
Bu aradaki yolda hız sabitleyiciyle 100 km/h hızda giderken aşağıdaki videoda çok basitmiş gibi görünse de ciddi bir kaza atlatıyoruz.
2000 yıl önce, yokluğun ortasında 2100 metrede inşa edilmiş devasa heykeller... İnsanın düşüncelere dalıp gitmemesi mümkün değil. Giriş müzekart.
Aracı ilk tesise çekip kartınızı okutup su ve tuvalet ihtiyacınızı giderdikten sonra biraz daha devam edip aracınızla yolun sonuna gelip yürüyüş patikasına giriyorsunuz.
Ve bu arada, parke taşı olan son 14 kilometrede 1400 metre tırmanıyorsunuz. Çıkışın dikliği, manzarası ve bu tarihiyle Fransa'da veya İtalya'da olsa kesinlikle bisiklet yarışlarına dahil edilir ve efsanevi tırmanışlardan bir tanesi olurdu.
Buradan ayrıldıktan sonra Erzurum'a 22:00 sularında varacağımızı anlayınca Erzurum'da yemek üzere Bingöl'den ekmek, ton balığı vs alıyoruz.
Zifiri karanlıkta serin ve yüksek dağ geçişleri yapıp Erzurum Orduevi'ne 22:10'da giriş yapıyoruz.
5 Haziran Cumartesi: Erzurum - Çinçiva (Rize)
Her ne kadar sabah erken kalıp koşu yapmayı planlamış olsak da o gücü kendimizde bulamayınca merkezdeki birkaç tarihi yeri gezip Palandöken'e çıkıp bir diğer hiçliğin ortasındaki Baksı Müzesi'ne doğru yollanıyoruz.
Burada bir küçük parantez de yeni yapılan Erzurum Müzesi'ne açmak gerekiyor. Dıştan bitmişe benzeyen bu müzeye bilmeden arkasından girmiş bulunuyoruz ve ön tarafında görevlilerle karşılaşıyoruz. Onlar da fotoğraf çekmeden gezebileceğimizi bildiriyor. Henüz açılmamış müzede, birkaç işçinin son rötuşları atmasıyla beraber hızlıca geziyoruz ve şu kaçamak kareyi yakalamadan edemiyorum.
Baksı Müzesi ise rotamızı Bayburt'a çevirtip Rize yolumuzu uzatıyor fakat geçtiğimiz yıl harita üzerinde rastgele görüp sitelerinin profesyonelliği, vizyonu ve misyonundan çok etkilendiğimden dolayı es geçemeyeceğimiz yerler listesinde yerini alıyor. Dağın başında bir vizyon abidesi... Sitelerine girip incelemenizi muhakkak tavsiye ederim.
Giriş kişi başı 15 TL. Gezi boyunca genç bir arkadaş eşllik ediyor ve maalesef biraz acele ettirmeye çalışıyor. Bu da müze gezme anlayışına pek uymuyor fakat ilgili yerlere bu eksikliği ileteceğim için siz gidene kadar belki düzelmiş olacaktır. Gezinin sonunda alışveriş yapılabilen yerden Nuri Bilge Ceylan'ın sergisine ait kitabı ediniyoruz.
Erzurum - Baksı Müzesi ve Baksı Müzesi - İkizdere arası yol tek kelimeyle muazzam. Araçla geçerken buralara bisikletle gelme planları yapmaktan yanıp tutuştum.
Ovit Tüneli'ne girmeyip eski yoldan devam edince 2680 metrede şu manzaralarla karşılaşmak nefes kesici.
İkizdere'de, wikiloc'taki müthiş yürüyüş rotalarından ve hikâyelerinden ilham aldığım Bayram (Kuş) öğretmene uğrayıp çayını içip tanışıyoruz. Bu gizli hazineyi gün yüzüne çıkarmak için küçük bir adım olsa da hemen sizinle blogunu paylaşayım: (link)
Akşam üzeri sisli ve yağışlı Çinçiva'daki akrabalarımızın evine ve işletmesine (Ada Bungalov) varış yapıyoruz.
6 Haziran yağışlı Pazar gününü dinlenerek ve ev işlerine yardım ederek geçiriyoruz.
7 Haziran Pazartesi: Çinçiva - Zilkale - Palovit - Çinçiva
Bugün eşimle Amlakit'e çıkıp oradaki küçük tesiste ağız tadıyla birer bira yudumlamak var fakat bacaklarımız bizimle hemfikir değil. Ertesi gün sıkı bir sürüş yapacağım için tam da bacaklarıma hak verecekken Palovit Şelalesi'nin orada kayalara tel çekme çalışmasından dolayı Amlakit yolunun kapalı olduğunu görüyoruz ve bacaklarımızı da sevindirerek şelaleden aşağı salarak geri dönüyoruz 24 km/740m+
8 Haziran Salı: Çinçiva - 3000 metre - Çinçiva
İşte aylardır beklediğim sürüş, 4500 kilometredir bisikleti aracın üstünde taşıma sebebim... 3000 metreyi bisikletle görmek. 440 metreden başlayıp 3000 metreye çıkmak başlı başına bir meydan okumayken üzerine bir de bunca yol ve yorgunluk, onun üzerine 2 haftadır doğru düzgün bisiklete binememek... Yine de her ne olursa olsun oraya çıkılacak. 3000 metreye çıkılacak, çık! 7 buçuk saati sele üzerinde, toplam 9 saat 22 dakika süren bir haz patlaması.
Bu bölümden aldığım keyifi hangi kelimelerle nasıl anlatacağımı bilemiyorum. Gerçek güzelliği sadece kısmen yansıtsalar da fotoğrafların yardımıma koşacağını umuyorum.
Arka planda kuş sesleri, su sesleri, çam kokusu, güneşin yakmasına rağmen tatlı ve serin esen bir rüzgâr hayâl edin... Bir de arı sokması 2500 metrelerde arıcıların yanından geçerken bir arı kaskın deliğinden içeri giriverdi. Ben durup gözlüğü ve kaskı çıkarana kadar iğnesini batırdı tabii. Başım şişti biraz. Pek oralı olmadım fakat yakmaya da başladı ve bu güzel sürüşün mahvolmaması için durup toprağa suluğumdam su dökerek çamur yaptım ve kafama sürdüm. Yanmayı ve acıyı dindirdi. Günün nazarlığı olsun diyip inanılmaz manzaralar eşliğinde 3000'e devam ettim. Planda bir çember çizmek vardı fakat yukarıda çöken sisle beraber rotanın olduğu cihazımın şarjının hızlı boşalması çıktığım yoldan inmeme sebep oldu.
9 Haziran Çarşamba: Çinçiva - Samsun
17 gün ve 4998 kilometre sonunda kürkçü dükkanına sağ salim tatlı mı tatlı bir yorgunlukla sorunsuz bir şekilde varıyoruz. Uzun zamandır ihtiyacımız olan bu kültürel, ekonomik ve aktif tur eşime de bana da oldukça iyi geldi. O kadar çok yer ve şey görüp anı yaşadık ki atladığım noktalar olabilir. Kısa kısa bazı maddeler:
- 17 gün
- 4998 kilometre (araçla. 71 saat 50 dakika - 64 km/h ortalama hız) (Günde ortalama 294 km)
- 260 litre yakıt (Tavandaki iki canavar bisiklete rağmen 100 kilometrede 5.2 litre yakıt) 1950 TL
- 4 antik kent
- 9 müze
- 163.786 adım (günde ortalama 9634 adım)
- 170 kilometre bisiklet
- 30 kilometre trekking
- 6166 metre irtifa kazanımı (bisiklet ve trekking)
- 3 gece orduevi
- 4 gece çadır
- 9 gece eş dost akraba
Sonuç olarak, eski dostları görüp yeni dostlar edindiğimiz, yeni yerler görüp birçok şey öğrendiğimiz hem doyurucu hem yorucu bir tur oldu.
Yolda görüşmek üzere…