ModernOblomov
Daimi Üye
- Kayıt
- 28 Eylül 2020
- Mesaj
- 299
- Tepki
- 2.423
- Şehir
- Tekirdağ
- İsim
- Oblomov
- Başlangıç
- 2019—20
- Bisiklet
- Carraro
- Bisiklet türü
- Şehir - Tur
1. Bölüm
Bir senedir yapmayı planladığım ama türlü bahanelerle sürekli ertelediğim Kapıdağ turunu geçtiğimiz hafta sonu gerçekleştirdim. 19 Mayıs’ın perşembe gününe denk gelip cuma günü de dersimin olmaması güzel bir fırsat yarattı. En azından “Okula yetişebilecek miyim?” endişesi taşımadan sadece yola ve getireceği güzelliklere odaklanabilecektim. Turun genel görünümü şöyle:

Tura geçmeden önce yaşadığım bir tecrübeden bahsetmek istiyorum, zira tur sırasında birkaç sorun yaşattı bu durum bana. Önceki hafta bisikleti memleketten getirirken araçla seyir esnasında kadronun üst borusunu tutan lastiklerden birinin çıkması sonucu arka tekerlek biraz asfaltta sürüklenmişti. Bu talihsizlik sonucu ufak bir akort ayarı yeterli görünüyordu ama götürmedim, çünkü sürüşü çok etkilemiyordu. Yola çıkacağım gece son kontrolleri yaptığımda ruble ile jant telleri arasındaki plastiğin kırıldığı ve tellere sürttüğünü fark ettim. Elimde ruble sökme aparatı da olmayınca o plastiği kırmaktan başka bir çare görünmedi. Açıkçası yarım saat uğraştırdı ama yine kıramadım en son çakmakla eritip bıçakla keserek çıkarabildim.
O gıcık plastik:

Perşembe günü 15.00 feribotu ile akşam 8 buçukta Erdek’e vardım. Hava henüz kararmaya başladığı ve kampı sakin bir yere kurmak istediğim için Erdek’ten sonra ilk gelen Ocaklar köyüne 7 kilometre kadar sürdüm. Köye varıp sahilde kamp için uygun bir yer bakarken gün batımını görüp buraya vuruldum, mekan burası olmalıydı:


Tekirdağ’dan çıkarken tüm yiyecek alışverişini yapmıştım. Çadırı kurup yerleştikten sonra makarna ile günü geçiştirdim. Tam yemeye başlayacakken iki köpek dostum yemeğe ortak oldu. Bir ben, bir o, bir diğeri derken sofradan herkes aç kalktı.
Yatmak için çadıra girmeden önce bisikleti çadırın yanına aldım ve tedbiren çadırın polüne kilitledim. Hırsızı durdurmaz ama en azından belki gürültü çıkar da uyanırım diye içim biraz rahattı.

Turun ilk pişmanlığını bundan sonra yaşadım. Bir iki saat güzelce uyuduktan sonra soğuk yüzünden uyandım ve sabaha kadar dönüp durdum. Uyku tulumu 15 derecelik, o gece de en düşük sıcaklık 12 derece gösteriyordu. Sırf bir kilo daha hafif olsun diye yazlık tulumla çıkmıştım yola. Genelde de üşüyen bir insan olarak bu hatayı daha kaç kez yapacağım acaba? Kendime kızarak, söylenerek geçen geceden sonra, saat 6 gibi çadırdan çıkmadan kahvaltı işini hallettim.

Bu köy yarımadanın batı yakasında olduğundan güneşin doğuşunu izleyerek uyanamadım ama yine de manzaram çok güzeldi.

Ufka dalmışken gökyüzünden süzülerek denize dalıp balıkla çıkan bir martı gördüm. Doğa kanunları iş başındaydı. Onun yemeğine de sonradan bir kedi dahil oldu. Balığa baktığımda kurbağa balığı olduğunu sonradan araştırınca öğrendim. Kumun altına gizlenerek avlandığından evrimsel süreçte gözleri ve ağzı yukarıda gelişmiş ve başının üzerinden elektroşok veriyormuş. Denizde üzerine basmak istemem açıkçası, dişlere bak.
Hemen arkada flu da olsa görünen martı:

Ve balığı sırtlayıp götüren kedi:


Kahvaltıdan sonra bisikleti yükleyip 8 gibi yola koyuldum. Buraya kadar düz bir yolda yorulmadan gelmiştim ancak bugün uzun-kısa birçok yokuş hariç Turan köyünden hemen önce 2,5 kilometrelik bir yokuş vardı. Henüz yola çıkmadan beni tedirgin eden bir detaydı. Bu tur öncesi Kapıdağı turlayan birçok bisikletçinin yorumlarından faydalandım. Bir tanesi YouTube kanalıydı. Bu yokuşlarda bisikleti eline hiç almadığıyla övünüp kondisyonu olmayanların burada sürmemesi gerektiğini söylüyordu; yoksa keyifsiz olurmuş vesaire… İyi ki dinlememişim her söyleneni. Tamam çok yoruldum, mental olarak çöktüğüm zamanlar oldu ama tur bitince iyi kilerim ağır bastı. Kısaca kimse kolay olacağını söylemedi, ben de bunu bilerek çıktım yola. Yapmak istediğiniz bir şey varsa, gidin ve yapın.
Ocaklar’dan çıkarken ilk yokuşta zincir attı. Takıp devam ettim. Bir süre sonra yine atınca mecburi mola verdim. Arka aktarıcı ayarı da sanırım bisiklet düştüğünde bozulmuştu. YouTube’tan ayar videosu izleyip devam ettim ve bir daha sorun yaşatmadı. Aşırı zorlayan bir kısım olmadan Narlı ve sonrasında İlhan köyüne vardım. İki köyde de durmadan devam ettim sürüşe. Bisikleti elimde taşıdığım ilk yer İlhan’dan hemen sonra başlayan yokuştu. Eğimin arttığı yerlerde bacaklarım, nabzım S.O.S verince inip 1-2 dakika taşıyıp ya da kısa bir nefeslendikten sonra taze bir enerjiyle sürüşe devam ediyordum. Tüm tur boyunca bu, böyle devam etti. Tabii bu arada harika koy manzaraları sunuyordu yollar. Birkaç tanesi:




Sabah saatlerinden itibaren tam karşıdan esmeye başlayan rüzgâr gün boyu hızımı epey yavaşlatıyordu ama zaten hızlı gitmeyi de istemiyordum. Yola çıkarken amacım hayatın koşuşturmacasından bir nebze olsun uzaklaşmaktı zaten. Yolun büyük bir kısmı virajlardan oluşuyor ve her virajda önünüze o kadar güzel koy manzaraları seriliyor ki orada durup uzun uzun seyretmek istiyorsunuz. Belki on yıldır Marmara’ya ayağını bile sokmayan ben, o koyların her birinde su altını keşfetmek istedim. Suyun henüz soğuk olması, yanıma mayo almamış olmam ve duş için imkân olmaması gibi sebeplerle yapamadım tabii ama yazın ilk fırsatta tekrar buralarda olacağım.
10.30 gibi Doğanlar köyüne vardım. Günün 2,5 kilometrelik vurucu yokuşu hemen önümde olduğu için buradaki molayı uzun tutup 13.00 gibi yola çıktım. Sahile inince sonradan meslektaş olduğumuzu öğrendiğim emekli bir öğretmen amcanın yanına gidip oturdum. Çok keyifli bir sohbet gerçekleştirdik, yani iki laftan biri ülke şartlarına geliyordu ama 73 yaşında bir insanın bile ümitvar olması kendimden utanmama sebep oldu. Bizi gören başka bir amca da gelip katıldı sohbete. O da hemşehrim çıktı, köye yerleşme hikayesi bugün nispeten genç olan bana ilham verecek cinsten. 20-25 sene önce hanımı ile sahil şeritlerini gezerken bir anlık kararla Kapıdağ’a dönüp tesadüfen gelmişler bu köye ve vurulup yerleşmişler. O zamanlar böyle asfalt yollar da yok diyor, gecenin bir yarısı delik deşik toprak yollardan gelip önce kiracılık, sonra kendi evlerini yapma süreci vesaire… Emekli olunca ben yaşarım burada deyip, arsa fiyatlarına bakınca sükûtuhayal.
Sohbete doyum olmuyordu ama yollar oturarak da bitmiyor. Kolaylıklar dilediler ve ayrıldık. Köyün çıkışında sert bir yokuş yükseliyor. Sanırım iyi dinlendiğim için hiç inmeden bir noktaya kadar sürebildim. Bacaklar iflas edince bir süre sonra indiğim yerler de oldu tabii. O yokuştan bir kare:


Sabah güneş kremi sürüp çıkmıştım yola. Diş fırçalamak için durduğumda, gün içinde sürekli yenileme ihtiyacı duyacağımdan kremi, çantanın arkasındaki açık yüzüne koymuştum ve anladım ki hata etmişim. Yolun bir yerinde düşmüş, krem sürmek istediğimde ufak bir şok yaşadım. O gün sıcaklık pek vurmadı ama ertesi gün artacağı için üzüldüm düştüğüne. Neyse ki alt-üst uzun kıyafetler tercih etmiştim. Ellerim ve yüzüm açıktaydı sadece. Şapka ve gözlükle yüzümün bir kısmı korumadaydı ama geri kalanı ve ellerim maalesef epey yandı. Akşam acıdan dokunamadığım zamanlar oldu. Neyse ki bunu öngörüp Silverdin yanık kremi de almıştım yanıma. Gündüz yanıp akşam kremle idare ettim.
Vurucu yokuşu güneş altında çok da zorlanmadan bitirdim. Hatta yokuşun sonuna geldiğimde “Bu muydu beni korkutan yokuş?” dedim, nasıl bittiğini anlamadım. Bugünkü sürüşü Turan’da bitirmek niyetindeydim ancak köye geldiğimde ilginç bir şekilde hala enerjiğim vardı. Zaman da bol olunca bir sonraki köy olan Ormanlı’ya sürmeye karar verdim. Enerji ve zamanımı verimli kullanarak saat 16.00 gibi köye vardım. Köyde iki bakkal var lakin kapalıydı, gördüğüm insanlardan rica ederek bakkalı açtırdım ve alışverişimi yapıp sahile kurdum çadırımı.

Hemen arkamda köy kahvesi olunca insanlarla sohbet etme fırsatım oldu. Burada da insanlar çok cana yakın ve yardımseverdi. Yine kadın başına yola çıkmam takdir ediliyordu, halbuki altı üstü bisiklet sürüyordum. Ne var ki yerleşik algıları yıkmak zaman alıyor, belki yüz yıl sonra garipsenmez bu durum.
Sohbetten sonra çadırıma çekilip yemek yapmaya başladım. Yine makarna ama bu sefer ton balığı da koydum içine ve yine tam yemeye başlarken önce bir sonra bir tane daha köpek, ardından önce bir sonra bir tane daha kedi… Bu akşam dünkünden daha aç kaldım. Tabii şikayetçi değilim, bakmayın sitem eder gibi konuştuğuma. İmkanım varsa beraber yeriz, yoksa aç kalırız.
Kediler yiyip kaçtı ama köpekler sabaha kadar çadırın yanında uyudu.


Saat 20.30’da uyumaya niyetlendim, henüz hava iyiydi çünkü biliyordum ki gece hava soğuyacak ve yine uykusuz kalacaktım. Önceki gün de uyuyamadığımdan saat 02.30’a kadar deliksiz uyumuşum ama o an soğuk resmen ısırarak uyandırdı beni. İki tişört, bir sweet, bir hırka ile hala üşüyordum. Yine tulumun içinde sağa sola dönmece… Sıkılınca saat beşe kadar sahilde dolanıp vakit geçirmeye çalıştım. Madem uyuyamıyorum en iyisi kahvaltı edip, sürüp ısınmak diye düşündüm ve 06.00 gibi çıktım yola.
Bir senedir yapmayı planladığım ama türlü bahanelerle sürekli ertelediğim Kapıdağ turunu geçtiğimiz hafta sonu gerçekleştirdim. 19 Mayıs’ın perşembe gününe denk gelip cuma günü de dersimin olmaması güzel bir fırsat yarattı. En azından “Okula yetişebilecek miyim?” endişesi taşımadan sadece yola ve getireceği güzelliklere odaklanabilecektim. Turun genel görünümü şöyle:

Tura geçmeden önce yaşadığım bir tecrübeden bahsetmek istiyorum, zira tur sırasında birkaç sorun yaşattı bu durum bana. Önceki hafta bisikleti memleketten getirirken araçla seyir esnasında kadronun üst borusunu tutan lastiklerden birinin çıkması sonucu arka tekerlek biraz asfaltta sürüklenmişti. Bu talihsizlik sonucu ufak bir akort ayarı yeterli görünüyordu ama götürmedim, çünkü sürüşü çok etkilemiyordu. Yola çıkacağım gece son kontrolleri yaptığımda ruble ile jant telleri arasındaki plastiğin kırıldığı ve tellere sürttüğünü fark ettim. Elimde ruble sökme aparatı da olmayınca o plastiği kırmaktan başka bir çare görünmedi. Açıkçası yarım saat uğraştırdı ama yine kıramadım en son çakmakla eritip bıçakla keserek çıkarabildim.

Perşembe günü 15.00 feribotu ile akşam 8 buçukta Erdek’e vardım. Hava henüz kararmaya başladığı ve kampı sakin bir yere kurmak istediğim için Erdek’ten sonra ilk gelen Ocaklar köyüne 7 kilometre kadar sürdüm. Köye varıp sahilde kamp için uygun bir yer bakarken gün batımını görüp buraya vuruldum, mekan burası olmalıydı:


Tekirdağ’dan çıkarken tüm yiyecek alışverişini yapmıştım. Çadırı kurup yerleştikten sonra makarna ile günü geçiştirdim. Tam yemeye başlayacakken iki köpek dostum yemeğe ortak oldu. Bir ben, bir o, bir diğeri derken sofradan herkes aç kalktı.

Turun ilk pişmanlığını bundan sonra yaşadım. Bir iki saat güzelce uyuduktan sonra soğuk yüzünden uyandım ve sabaha kadar dönüp durdum. Uyku tulumu 15 derecelik, o gece de en düşük sıcaklık 12 derece gösteriyordu. Sırf bir kilo daha hafif olsun diye yazlık tulumla çıkmıştım yola. Genelde de üşüyen bir insan olarak bu hatayı daha kaç kez yapacağım acaba? Kendime kızarak, söylenerek geçen geceden sonra, saat 6 gibi çadırdan çıkmadan kahvaltı işini hallettim.

Bu köy yarımadanın batı yakasında olduğundan güneşin doğuşunu izleyerek uyanamadım ama yine de manzaram çok güzeldi.

Ufka dalmışken gökyüzünden süzülerek denize dalıp balıkla çıkan bir martı gördüm. Doğa kanunları iş başındaydı. Onun yemeğine de sonradan bir kedi dahil oldu. Balığa baktığımda kurbağa balığı olduğunu sonradan araştırınca öğrendim. Kumun altına gizlenerek avlandığından evrimsel süreçte gözleri ve ağzı yukarıda gelişmiş ve başının üzerinden elektroşok veriyormuş. Denizde üzerine basmak istemem açıkçası, dişlere bak.

Ve balığı sırtlayıp götüren kedi:


Kahvaltıdan sonra bisikleti yükleyip 8 gibi yola koyuldum. Buraya kadar düz bir yolda yorulmadan gelmiştim ancak bugün uzun-kısa birçok yokuş hariç Turan köyünden hemen önce 2,5 kilometrelik bir yokuş vardı. Henüz yola çıkmadan beni tedirgin eden bir detaydı. Bu tur öncesi Kapıdağı turlayan birçok bisikletçinin yorumlarından faydalandım. Bir tanesi YouTube kanalıydı. Bu yokuşlarda bisikleti eline hiç almadığıyla övünüp kondisyonu olmayanların burada sürmemesi gerektiğini söylüyordu; yoksa keyifsiz olurmuş vesaire… İyi ki dinlememişim her söyleneni. Tamam çok yoruldum, mental olarak çöktüğüm zamanlar oldu ama tur bitince iyi kilerim ağır bastı. Kısaca kimse kolay olacağını söylemedi, ben de bunu bilerek çıktım yola. Yapmak istediğiniz bir şey varsa, gidin ve yapın.
Ocaklar’dan çıkarken ilk yokuşta zincir attı. Takıp devam ettim. Bir süre sonra yine atınca mecburi mola verdim. Arka aktarıcı ayarı da sanırım bisiklet düştüğünde bozulmuştu. YouTube’tan ayar videosu izleyip devam ettim ve bir daha sorun yaşatmadı. Aşırı zorlayan bir kısım olmadan Narlı ve sonrasında İlhan köyüne vardım. İki köyde de durmadan devam ettim sürüşe. Bisikleti elimde taşıdığım ilk yer İlhan’dan hemen sonra başlayan yokuştu. Eğimin arttığı yerlerde bacaklarım, nabzım S.O.S verince inip 1-2 dakika taşıyıp ya da kısa bir nefeslendikten sonra taze bir enerjiyle sürüşe devam ediyordum. Tüm tur boyunca bu, böyle devam etti. Tabii bu arada harika koy manzaraları sunuyordu yollar. Birkaç tanesi:




Sabah saatlerinden itibaren tam karşıdan esmeye başlayan rüzgâr gün boyu hızımı epey yavaşlatıyordu ama zaten hızlı gitmeyi de istemiyordum. Yola çıkarken amacım hayatın koşuşturmacasından bir nebze olsun uzaklaşmaktı zaten. Yolun büyük bir kısmı virajlardan oluşuyor ve her virajda önünüze o kadar güzel koy manzaraları seriliyor ki orada durup uzun uzun seyretmek istiyorsunuz. Belki on yıldır Marmara’ya ayağını bile sokmayan ben, o koyların her birinde su altını keşfetmek istedim. Suyun henüz soğuk olması, yanıma mayo almamış olmam ve duş için imkân olmaması gibi sebeplerle yapamadım tabii ama yazın ilk fırsatta tekrar buralarda olacağım.
10.30 gibi Doğanlar köyüne vardım. Günün 2,5 kilometrelik vurucu yokuşu hemen önümde olduğu için buradaki molayı uzun tutup 13.00 gibi yola çıktım. Sahile inince sonradan meslektaş olduğumuzu öğrendiğim emekli bir öğretmen amcanın yanına gidip oturdum. Çok keyifli bir sohbet gerçekleştirdik, yani iki laftan biri ülke şartlarına geliyordu ama 73 yaşında bir insanın bile ümitvar olması kendimden utanmama sebep oldu. Bizi gören başka bir amca da gelip katıldı sohbete. O da hemşehrim çıktı, köye yerleşme hikayesi bugün nispeten genç olan bana ilham verecek cinsten. 20-25 sene önce hanımı ile sahil şeritlerini gezerken bir anlık kararla Kapıdağ’a dönüp tesadüfen gelmişler bu köye ve vurulup yerleşmişler. O zamanlar böyle asfalt yollar da yok diyor, gecenin bir yarısı delik deşik toprak yollardan gelip önce kiracılık, sonra kendi evlerini yapma süreci vesaire… Emekli olunca ben yaşarım burada deyip, arsa fiyatlarına bakınca sükûtuhayal.


Sabah güneş kremi sürüp çıkmıştım yola. Diş fırçalamak için durduğumda, gün içinde sürekli yenileme ihtiyacı duyacağımdan kremi, çantanın arkasındaki açık yüzüne koymuştum ve anladım ki hata etmişim. Yolun bir yerinde düşmüş, krem sürmek istediğimde ufak bir şok yaşadım. O gün sıcaklık pek vurmadı ama ertesi gün artacağı için üzüldüm düştüğüne. Neyse ki alt-üst uzun kıyafetler tercih etmiştim. Ellerim ve yüzüm açıktaydı sadece. Şapka ve gözlükle yüzümün bir kısmı korumadaydı ama geri kalanı ve ellerim maalesef epey yandı. Akşam acıdan dokunamadığım zamanlar oldu. Neyse ki bunu öngörüp Silverdin yanık kremi de almıştım yanıma. Gündüz yanıp akşam kremle idare ettim.
Vurucu yokuşu güneş altında çok da zorlanmadan bitirdim. Hatta yokuşun sonuna geldiğimde “Bu muydu beni korkutan yokuş?” dedim, nasıl bittiğini anlamadım. Bugünkü sürüşü Turan’da bitirmek niyetindeydim ancak köye geldiğimde ilginç bir şekilde hala enerjiğim vardı. Zaman da bol olunca bir sonraki köy olan Ormanlı’ya sürmeye karar verdim. Enerji ve zamanımı verimli kullanarak saat 16.00 gibi köye vardım. Köyde iki bakkal var lakin kapalıydı, gördüğüm insanlardan rica ederek bakkalı açtırdım ve alışverişimi yapıp sahile kurdum çadırımı.

Hemen arkamda köy kahvesi olunca insanlarla sohbet etme fırsatım oldu. Burada da insanlar çok cana yakın ve yardımseverdi. Yine kadın başına yola çıkmam takdir ediliyordu, halbuki altı üstü bisiklet sürüyordum. Ne var ki yerleşik algıları yıkmak zaman alıyor, belki yüz yıl sonra garipsenmez bu durum.
Sohbetten sonra çadırıma çekilip yemek yapmaya başladım. Yine makarna ama bu sefer ton balığı da koydum içine ve yine tam yemeye başlarken önce bir sonra bir tane daha köpek, ardından önce bir sonra bir tane daha kedi… Bu akşam dünkünden daha aç kaldım. Tabii şikayetçi değilim, bakmayın sitem eder gibi konuştuğuma. İmkanım varsa beraber yeriz, yoksa aç kalırız.


Saat 20.30’da uyumaya niyetlendim, henüz hava iyiydi çünkü biliyordum ki gece hava soğuyacak ve yine uykusuz kalacaktım. Önceki gün de uyuyamadığımdan saat 02.30’a kadar deliksiz uyumuşum ama o an soğuk resmen ısırarak uyandırdı beni. İki tişört, bir sweet, bir hırka ile hala üşüyordum. Yine tulumun içinde sağa sola dönmece… Sıkılınca saat beşe kadar sahilde dolanıp vakit geçirmeye çalıştım. Madem uyuyamıyorum en iyisi kahvaltı edip, sürüp ısınmak diye düşündüm ve 06.00 gibi çıktım yola.