aytacaltay
Aktif Üye
- Kayıt
- 23 Eylül 2017
- Mesaj
- 175
- Tepki
- 294
- Şehir
- istanbul
- İsim
- aytaç
- Bisiklet
- Kron
Atatürk’ten ve kurduğu Cumhuriyetten nefret etmek
Herkesin Cumhuriyet bayramını kutlarım. Daha önceden bir arkadaşla sosyal medyada tartıştığım ve ona hitaben yazdığım uzunca hikayeyi sizinlede paylaşmak istedim. Word dosyasında 7 sayfalık yer kaplayan bu hikaye sizi cumhuriyetimizin ne şartlarda ve hangi ihtiyaca binaen kurulduğunu hissettirerek anlatacak.
(Üşenmeyin ve okuyun tarihçi değilim bu yüzden bazı hatalarım olabilir duyguyu yaşatabilmek için hikaye tarzında yazdım)
Dünyada hiçbir ülke yoktur ki bizim gibi kurucusuna karşı kin beslesin, küfür etsin, küfür ettikçe de iktidar partisinden tebrik alsın.
Sorsan alfabeyi değiştirerek geçmişle bağımızı kopardı ve bizi bir gecede cahil bıraktı derler koskoca 10000 yıllık Türk tarihini 600 yıllık Osmanlı tarihine endeksliyorlar sanki Osmanlıda herkes okuyor-yazar herkes bir meslek bir sanat sahibiydi.
Sanki kimya, fizik, biyoloji ve astronominin dibine vurmuştuk, sanki dünyaya mühendis yetiştiren almanlar değildi bizdik batı bizi kıskanıyordu.
Daha ölçü birimlerimiz, para birimlerimiz bile dünyaya uyum sağlayamamış, hem ne uyum sağlasın canım sonuçta cihan imparatorluğuyuz biz dünya bize ayak uydursun…
Elin yumruğunu yemeyen kendi yumruğunu balyoz sanır misali üzerinde güneş batmayan İngiliz imparatorluğunun tarihinden bihaber güruh kendi imparatorluğunu cihan imparatorluğu zannediyor. İngiliz imparatorluğu dünyanın %90’ını sömürgesi haline getirmiş dünyanın bir ucu Hindistan-Avusturalya diğer ucu kanaya kadar hükmetmiş ama bizim neo-osmanlıcılar bunu bilmez.
İngiliz imparatorluğu 1914-1923 arası cihan imparatorluğunu tokatladığında generalin biri çıkıp “yok öyle yağma ya istiklal ya ölüm” diyerek İngiliz imparatorluğunu dönüp bu sefer kendi tokatladıktan sonra, cihan imparatorluğunun neden tokatlandığının altında yatan sebepleri araştırarak bir daha tokatlanmaması için egemenliği uçkur, makam ve saltanat meraklısı padişahtan alarak halka veren adam ve onun kurduğu cumhuriyet tu kaka, 600 yıl boyunca halkı sefalet içindeyken sadece büyük şehirlerde durum biraz daha iyi iken sarayda ise düşman çatlatacak kadar süper iken kurulan cumhuriyet ile halkı padişahın tebaası yerine cumhuriyetin ferdi, vatandaşı yapmak geçmişle bağımızı koparmakmış öyle mi?
Bir başka sorunları da "LAİKLİK" diyorlar, laikliği dinsizlik sanıyorlar... Aslında suç bizde, biz laikliği bu güne kadar hep eksik tanımladık. Laiklik sadece din ve devlet islerinin birbirinden ayrılması değildir, laiklik demokrasinin tam kendisidir. Laiklik olmadan demokrasinin olması mümkün olamaz, laiklik bir dinin azınlıkta olan diğer bir din üzerinde baskı ve tahakküm kurmasını engellemektir, laik bir devlet tüm dinlere eşit mesafededir ve tüm dinlerin ibadet, mabet ve ritüel ihtiyaçlarının karşılanmasıdır. Laik bir devlet hem ateistten, hem müslümandan, hemde hristiyandan ayni vergiyi alıp müslümana cami, hristiyana kilise, ateiste de düşüncelerini özgürce söyleyebileceği bir hukuk sistemi yaratmaktır. Laik olmayan, şeriat sistemi ile yönetilen bir ülkede bu gün olmasada bir gün devlet başkanı çıkıp "ben hristiyanlardan ve ateisletden daha çok vergi alacağım ve cami yapacağım hristiyanlarda baksın başının çaresine burası müslüman ülke" derse böyle bir ülkede iç savasın çıkmasi an meselesi haline gelir ve bu durum yabancı devletlerin gizli servislerinin bulunmaz bir nimetidir osmanlı imparatorluğu döneminde aynen bu durumu yaşadık. Bir daha bu durumu yaşamamak için laikliğe ve demokrasiye ihtiyacımız var... Laiklik dinin güvencesidir ve dinin yozlaşmasının önündeki en büyük engeldir bu sebeple laik bir devlet en çok inançlı insanın ihtiyacıdır laik bir devlette cemaatler, tarikatler, şeyhler ve sıhlar kendi emelleri için halkı kandıramazlar çünkü halk dinini bu çıkarcı mahluklardan değil bizzat devletin din adamlarından öğrenirler, laikliğin yok sayıldığı cemaatlerin devletin içine sokulduğu yakın dönemde ilk okul mezunu bir imam ve onun müridlerinin 15 temmuzda bize yaptığını hepimiz yaşayarak gördük... Dünyada 57 tane islam ülkesi vardır ve bir çoğu laik değildir durumları içler acısıdır biz ise ulu önder Atatürk sayesinde laik bir devlet halini aldık ve bizim içinde bulunduğumuz durumun diğer islam ülkelerindeki durumdan kat ve kat daha iyi olduğu su götürmez bir gerçektir, laik olmayan, şeriat sistemiyle yönetilen ülkelerdeki uygulamaları gösterdiğimizde bizlere "onlar gerçek müslüman değil" deniliyor iste laik bir devlet bu şekilde yozlaşmaz çünkü halk dinini tarikat liderinden değil bizzat devletin din görevlisinden öğrenir bu sebeple laiklik şarttır, gereklidir ve ülkenin bekası için elzemdir... Kim laikliği istemiyorsa muhakkak dinden bir çıkarı olduğunu sakin unutmayın.
Neyse durup biraz hayal edelim ama gerçek anlamda hayal edelim gözümüzü kapatalım ve o günleri yaşayalım 1915’e değil 1912 ye gidelim. Yıl Ekim 1912 43 yaşında İstanbul’da yaşayan bir adamsınız 3 çocuğunuz var ikisi erkek biri kız. En küçüğü erkek ve yaşı 12, diğer erkek çocuğunuzun yaşı da 24, kızınız ise 21 yaşında. 24 yaşında olan balkanlarda üç buçuk yıldır askerlik yapıyor terhisine altı ay kalmış ah gelsede işleri düzene soksak ayrıca evlendirsem torun sevsem diye düşüyorsunuz.
İstanbul’un merkezi olan Fatih’te geziyorsunuz Sirkeci’de insanlar kahvehanelerde çay içiyor kahve içiyor esnaf baharat satıyor, kebap satıyor her yeri güzel baharat kokuları sarmış martılar uçuyor balıkçılar limana yanaşıyor derken bir gazeteci çocuk, sizin en ufağı ile aynı yaşlarda 12 bilemedin 13 yaşında bağırıyor.
-Yazıyor, yazıyor balkanlarda hareketlilik var yerel halk birliklerimize saldırdı.
Şaşırıyorsunuz bir gazete alıp aslını, astarını öğrenmeye çalışıyorsunuz gazetede yazan şu “balkanlarda silahlanan milis kuvvetleri birliklerimize saldırdı.” Korkuyorsunuz 24 yaşında en büyük evladınız üç buçuk yıldır orada askerlik yapıyor terhisine çok az kaldı ya başına bir şey gelirse, evlat sonuçta neyse diyorsunuz dış mihraklı 3-5 çapulcu bizim cihan imparatorluğumuzla mı baş edecekler 2 güne kalmaz biter bu olay sorumluları da cezalandırılır padişahımıza kafa tutmak neymiş anlarlar diyorsunuz ve kendinizi teselli ederek evinize dönüyorsunuz 2 gün sonra gene sokağa çıkıyorsunuz aynı gazeteci çocuk bağırıyor.
-Yazıyor, yazıyor balkanlardaki olaylar büyüdü Yunanistan ve Karadağ’da da ayaklanmalar oldu şehitlerimiz var.
Telaş içindesiniz olaylar büyümüş tahmin ettiğiniz gibi 2 gün içinde bastırılmamış hemen gazete alıyorsunuz kimler şehit oldu belki isimleri yazar diye umuyorsunuz ama nafile kimlerin şehit olduğu yazmıyor, yazmadığı gibi balkanlarda ki topraklarımızı kaybetmişiz ordu Çatalca’ya kadar çekilmek zorunda kalmış ve ancak Çatalca cephesinde kayda değer bir direniş gösterebilmiştir. Eve dönerken düşünüyorsunuz acaba eşime söylesem mi? Yok canım söylemeyim telaşlanmasın durduk yere diyorsunuz evinize geliyorsunuz yüzünüz mahkeme duvarı gibi eşiniz anlıyor hemen bir terslik var hemen soruyor.
-Hayırdır bey yüzünden düşen bin parça.
-Yok bir şeyim hanım, hele bir çay getir de içelim.
Diyorsunuz ve konu kapanıyor daha doğrusu kapanmak zorunda kalıyor çünkü kadın bu ikinciye sormak, ısrar etmek mi? haşa sopayı yer, kadın kısmı karışmaz öyle her şeye evinde oturacak kocasına hizmet edecek örf ve adetlerimiz bunu gerektiriyor(muş).
Aradan 2 gün daha geçiyor kapınız çalınıyor hayırdır inşallah diyerek kapıya yöneliyorsunuz, eşiniz hemen odaya gidip kara çarşafını giyiniyor gelen yabancı bir erkek olabilir neyse kapıyı açıyorsunuz karşınızda 2 tane asker elinde mektup hayırdır demeye fırsat vermeden hemen veriyor acı haberi.
-Başınız sağ olsun, buda şehidimizin son mektubu.
Eşiniz yıkılıyor sizde şok içindesiniz vatan sağ olsun diyorsunuz balkan savaşı böylece sizin için bitmiş oluyor…
Aradan epey bir zaman geçiyor yıl 1915 gene güzel İstanbul sokaklarında geziyorsunuz şehit olan oğlunuzu defnedeli 3 yıl olmuş artık acısını atlatmışsınız 12 yaşınızda oğlunuz vardı ya hani, heh işte o şu an 15 yaşına varmış kızınız ise 24 yaşında kızınıza birini bulamamışsınız helal süt emmiş kızınızın gönlünü kaptırdığı bir oğlan var ama çocuk Ermeni kökenli Arman Pandikyan diye biri katiyen olmaz… Oğlunuz ise gönlünü 12 yaşındaki dayı kızına kaptırmış nişanlıyorsunuz küçük ya da akraba demeden ne olacak canım örf ve adetlerimize hatta dinimize de uygun. Bu arada Avrupa’da büyük bir savaş patlak vermiş devlet-i aliyye bu savaşa dahil olmuş önce İngilizlerin yanında yer almak istemiş İngilizler kabul etmemiş haliyle çünkü daha dün kıçı kırık balkan devletleriyle baş edemedi hasta adam. Neyse İngilizlerden kabul görmeyince Almanların safına geçmişiz, ekonomi ve ordu hak getire durum içler acısı acaba bu savaştan galip gelirmiyiz diye düşünürken gazeteci çocuk gene bağırmaya başlamış.
-Yazıyor, yazıyor İngiliz gemileri Çanakkale boğazına doğru yaklaşıyor hedefte İstanbul var.
Ulan diyorsunuz kendi kendinize daha savaştan çıkalı 3 yıl oldu üstelik en son çıktığımız savaşı da kaybettik Çatalca’ya kadar çekildik Edirne’yi falan zar zor kurtardık ekonomi çöktü, ordu yok ve biz gene savaştayız. Diyorsun ama nafile adamlar kafaya koymuş bir kere Ruslara savaş için boğazda yol açacaklar ayrıca sen sanayi devrimi yapmadığın için ne işe yaradığını henüz bilmediğin o petrolleri kendi sanayileri için alacaklar senden. Ama için rahat oğlun daha 15 yaşında e sende yaşlısın kızını da askere alacak değiller heralde dönüyorsun evine aradan aylar geçiyor savaş başlamış kıran kırana dövüş var ortalık kan ve göz yaşı, süngü, mermi ve parçalanmış kol, baş, vücut, harap olmuş, yıkılmış, yanmış evler, telef olmuş hayvanlar… Eşin çarşıya gönderiyor yağ, 2 kilo un ve 5 ekmek al diye çıkıyorsun çarşıya bir bakıyorsun tezgahlar neredeyse bom boş yağı alıyorsun unu 2 değil 1 kilo veriyorlar ekmeği de 5 değil 3 tane veriyorlar soruyorsun ben 2 kilo un 5 ekmek istedim neden az verdiniz diye cevap veriyorlar.
-Seferberlik var cepheye gitti, Çanakkale’ye bu yüzden halka daha az verilecek, ferman böyle.
Orada anlıyorsunuz bu savaş en taşrada yaşayanı bile etkileyecek bu gece aç yatıyorsunuz.
Ertesi gün kapı çalınıyor, kapının çalmasıyla uyanıyorsunuz kapıyı açıyorsunuz 2 tane asker elinde emir var.
-Ahmet oğlu Mehmet askere alma emri var kendisi burada mı? Falanca birliğe 3 gün içinde teslim olsun.
-Evet ama o daha 15 yaşında. Diyorsunuz ama emir bu vatana bir evlat daha verilecekse veririz diyorsunuz haklı olarak. Neyse başına kına sürüyorsunuz nişanlısıyla son kez görüşüp davulla, zurnayla cepheye gidiyor, çok değil 3 gün sonra kapı çalınıyor gene aynı asker elinde bu sefer mektup yok kapıyı açınca o acıyı direk yaşamaya başlıyorsunuz anlıyorsunuz o askerin neden geldiğini ama farklı olan bir şey var bu sefer elinde mektup yok yutkunarak soruyorsunuz mektup nerede diye? Cevap veriyor asker.
-Mektup yazmaya fırsat bulamadı.
Nasıl oldu diye soruyorsunuz.
-Birliğinin mermileri bitmiş düşmandan kaçarken Mustafa Kemal adında bir yarbaya denk geliyorlar yarbay bunlara kızıyor “merminiz yoksa süngünüz var düşmandan kaçılır mı siz savaşana kadar yerinize yeni birlik gelecek ben size savaşmayı değil ölmeyi emrediyorum” demiş.
Şok oluyorsunuz, böyle bir emri düşman olsa vermez bu nasıl bir komutan diyorsunuz ama yapacak bir şey yok öfkenizi içinize atıyorsunuz, Mustafa Kemal’e nefret duyuyorsunuz.
Gene aradan biraz zaman geçiyor bu sefer yıl 1919 Mayıs ayı birinci dünya savaşı bitmiş savaşı kaybetmişiz ikinci şehit evladınızı da defnetmişsiniz Çanakkale savaşını kazanmışız bunun haklı gururunu taşıyorsunuz. Ama bir terslik var Çanakkale cephesini kazandık ama 1. Dünya savaşında kaybeden taraftayız haliyle Mondros mütarekeleri sonucu anlaşma imzalanıyor ve İngilizler anlaşmaya dayanarak İstanbul’u kuşatıyor öfkelisiniz ancak öfkeniz padişahın ve şeyhülislamın fetvalarıyla diniyor, fetvada işgalin geçici olduğu, padişahın bilgisi ve isteği dahilinde İstanbul’da oldukları yazıyor neyse diyorsunuz padişahımızın bir bildiği vardır elbet bu kötü günlerde geçer.
Ertesi gün gene İstanbul sokaklarındasınız ama çok şaşkınsınız her yerde İngiliz bayrakları asılı, İngiliz subayları İngiliz yapımı araçlarla sokaklarda devriye geziyor, padişahın sarayının yanında İngiliz zırhlıları demirlemiş namluları padişahın odasına doğru dönmüş gövde gösterisi yapıyor İngiliz askerleri esnaftan bir şeyler alıp para ödemiyor, para isteyen esnafı ise dövdüklerine şahit oluyorsunuz. İşgal böyle bir şeymiş demek diyorsunuz ve gezinirken İngiliz teğmenin bir Osmanlı yüzbaşısına bağra çağıra birşeyler söylediğini, Osmanlı yüzbaşısının da esas duruşta genç teğmenin dilini bilmemesine rağmen emredersiniz dediğini duyuyorsun ordunun onuru yok edildi diye söyleniyorsunuz içinizden sokakta gezerken gene o gazeteci çocuğa denk geliyorsunuz bu sefer yüzü asık belli ki oda rahatsız bu durumda hiçte sesi soluğu çıkmıyor sanki gazeteyi satmaya niyeti yok gidiyorsunuz yanına bir gazete alıyorsunuz fakat o ney sayfaların yarısı bom boş neredeyse, olan haberler İngilizleri öve öve bitiremiyor yok şöyle iyi insanlar, yok böyle iyi insanlar falan sansür uygulanıyor resmen neyse arka sayfalarda bir haber gözünüze çarpıyor Yunanlılar İzmir’e çıkmış Hasan Tahsin adında bir deli Yunan komutanını tören esnasında vurmuş kendisinide oracıkta öldürü vermişler. Tebessüm ediyorsunuz bu millet manyak mı ney kafayı mı yediler bile bile kendini öldürtüyor diyorsunuz kendi kendinize eve doğru yürüye yürüye gidiyorsunuz.
Ertesi gün uyanıyorsunuz hava güneşli İngilizler doğrudan size bulaşmadığı için işgal sizi pek etkilemiyor çıkıyorsunuz dışarı gene İngiliz bayrakları, İngiliz subayları emir veriyor Osmanlı askerleri emirleri yerine getiriyor gazete alıyorsunuz gene o çocuktan aynı şekilde İngilizlere methiyeler dizen yazıları hiç okumuyorsunuz bile doğruca arka sayfalara bakıyorsunuz bir haber gözünüze çarpıyor Samsun’da Rumlar Türk halkına saldırmış olaylar büyümüş 9. Ordu müfettişi olan Mustafa Kemal asayişi sağlamak için Samsun’a gönderilmiş. İsmi duyunca biraz duraksıyorsunuz ben bu ismi bir yerden hatırlıyorum diyorsunuz kendi kendinize ve evinizin yolunu tutuyorsunuz.
Aradan bir ay geçiyor alışverişe çıkıyorsunuz İstanbul sokaklarında gene İngiliz bayrakları gene İngiliz subayları, gene İngiliz zırhlı gemileri, artık mideniz bulanıyor bu İngilizlerden ama yapacak bir şey yok işgal altındasın katlanmak zorundasın gene gazete alıyorsun İngilizleri yalayıp yutan yazarlara bakmadan direk arka sayfalarda haberlere bakıyorsun bu sefer çok garip bir haber var Yunanlılar anadolu’da halka zulüm ediyor, evini barkını yağmalıyormuş ayrıca Samsun’a asayişi sağlaması için görevlendirilen 9. Ordu müfettişi Mustafa Kemal asayişi sağlamak yerine Türkleri örgütlemeye başlamış ve oradan kimseye haber vermeden yetkisi olmadığı halde Amasya’ya gitmiş, padişah Mustafa Kemali görevden almış İstanbul’a dönmesini istemiş ama Mustafa Kemal kabul etmeyip görevinden istifa ettiğini açıklamış padişah ise tutuklanması için Kazım Karabekir’i görevlendirmiş Karabekir paşa da emre uymayıp Mustafa Kemal’e katılmış ve kurtuluş mücadelesini başlatmışlar. Olacak iş değil ne yapıyor bu ahmaklar ne kurtuluşu diyorsunuz içinizden koskoca İngiliz imparatorluğuna kafa tutmak mı? Hasan Tahsin gibi kendilerini vurduracak bunlar diyorsunuz içinizden ve eve gidiyorsunuz.
Biraz zaman geçiyor gene dışarıdasınız biraz ileride postanenin orada bir kalabalık var merak edip sizde gidiyorsunuz kahveden arkadaşınız Hasan bu idam sehpasında yanında İngiliz subayı onun yanında da Osmanlı inzibatları göz göze geliyorsunuz birbirinize hakkınızı helal edemeden İngiliz subayı sandalyeye tekmeyi vuruyor oracıkta ölüyor arkadaşınız soruyorsunuz halka suçu neydi diyorsunuz cevap veriyorlar.
-Kuvayiciymiş geceleri gizlice postaneye gelip İstanbul’da olan biteni anadolu’da ki Mustafa Kemal’e ve eşkıyalarına telgrafla haber veriyormuş yanındaki arkadaşı İngilizlere bildirmiş.
Şaşırıyorsunuz yapmaz öyle şey diyorsunuz o devleti aliyye’ye bağlı biriydi diyorsunuz ama nafile suçu belli İngilizlere ve padişaha karşı geldi vatanseverliğin cezası ölüm moraliniz bozuk eve gidiyorsunuz kızınıza ve eşinize durumu anlatıyorsunuz zaten kızın ve eşinden başka kiminiz kaldı ki son 7 yılda, Çocuklarınız şehit arkadaşınız gözünüzün önünde katledildi oda yetmiyormuş gibi her yerde İngilizler var İngiliz bayrakları var camilerden artık ezen sesi duyulmayalı aylar olmuş kafayı yememek imkansız. Bu arada kızınızda hastanede gönüllü hemşirelik yapmakta bir gün erken saatte ağlayarak eve geliyor kapıyı açıyorsunuz direk koşarak odasına giriyor anlam veremiyorsunuz bu saatte neden ağlayarak eve geldiğine annesine git bir sor nesi var diyorsunuz annesi kızının odasına giriyor beş dakika sonra oda başlıyor ağlamaya allah allah ne oluyor diyorsunuz kendi kendinize bu sefer sizde gidiyorsunuz yanlarına ne oldu diye sorduğunuzda kızın annesi peçetenin üzerindeki kanı gösteriyor orada anlıyorsunuz başınıza ne geldiğini kim yaptı diye soruyorsunuz kızınıza hastanenin müdürü olan İngiliz teğmeni Benjamin olduğunu öğreniyorsunuz bir hışımlar hastaneye gidiyorsunuz kararlısınız o ırz düşmanı Benjamin’i geberteceksiniz ama hastaneye almıyorlar kapıdaki Osmanlı inzibatları izin vermiyor git şikayetini padişaha bildir diyorlar sizde tek umut padişaha mektup yazıp olanları anlatıyorsunuz ertesi gün mektubunuza cevap geliyor tek cümle ile cevap veriliyor “üzgünüz, yapabileceğimiz bir şey yok” bu sefer çok daha öfkelisiniz elinize silahı alıyorsunuz ve önce kapıdaki inzibatları vuruyorsunuz ardından yukarıya çıkıp teğmenin odasına dalıyorsunuz ve gördüğünüz o teğmen daha önceden Osmanlı yüzbaşısına bağıran teğmendi oradan hatırlıyorsunuz direk alnından vuruyorsunuz ırz düşmanını ardından İngiliz askerleri gelip sizi yaka paça tutukluyor zindana atıyor zindanda 15-20 kişi var kimi Türk, kimi Kürt, kimi Çerkez, kimi Laz, kimi Ermeni içeri girdiğinde kimse allah kurtarsın demeden suçun ney diyor anlatıyorsun başından geçenleri kimse allah kurtarsın demiyor çünkü oraya düşen herkes er yada geç İngilizler tarafından idam ediliyor bunu söylemiyorlar ama bakışlarıyla ima ediyorlar, bu sefer sen soruyorsun tek tek senin suçun ney diye ve orada öğreniyorsun hepsinin kuvayici olduğunu kimi gizlice anadolu’ya istihbarat mektubu taşırken yakalanmış, kimi anadolu’ya asker kaçırırken, kimi silahları ve mühimmatları gemilere yükleyip kağıt diye Rusya’ya götürüyoruz bahanesiyle anadoluya götürürken yakanmış hepsi de idam edileceği günü bekliyor orada anlıyorsun bu kuvayiciler öyle 3-5 kişi değiller ciddi ciddi işgale karşı mücadele verdiklerini orada nefret ettiğin gruba sempati duymaya başlıyorsun aradan aylar geçiyor yıl oluyor 1921 o 20 kişilik kuvayici gruptan kala kala 10 kişi kalmış yarısı tek tek İstanbul’un meydanında idam edilmiş yarın sıra Ali’de kendisi de biliyor bunu ama morali bozuk değil aksine neşeli neden neşeli olduğunu soruyorsun cevap veriyor.
-Bugün buradan kurtuluyoruz. Diyor.
Şaşırıyorsun verdiği cevaba nasıl yani diyorsun anlatırım ama bir şartla diyor şartı soruyorsun bizimle beraber anadolu’ya gelip milli mücadeleye katılacaksın diyor kabul ediyorsun nede olsa aylarca o adamlarla yatıp kalkmışsın zamanında sevmediğin o kuvayicilerin aslında vatan düşmanı olmadığını tek dertlerinin işgalden kurtulmak ve bağımsız, çağdaş bir devlet olmayı istediklerini anlıyorsun ve fikirlerine, mücadelelerine hak veriyorsun. Planı anlatıyorlar İngiliz istihbaratında çalışan Ermeni kökenli Arman Pandikyan diye biri kuvayiciymiş gece gelip zindanın anahtarını ve birtane de tabanca bırakacakmış gece 3’te kız kulesinin orada vapur kalkacak anadolu’ya gidecekmiş. Arman Pandikyan ismini duyunca şaşırıyorsunuz gayri müslüm diye kızınızı vermediğiniz adam vatansever çıktı orada öğreniyorsunuz ilerleyen yaşınıza rağmen önemli olan padişah ve şeyhülislam gibi Müslüman olmak değil önemli olan Mustafa Kemal gibi, Arman Pandikyan gibi, Kazım Karabekir gibi, Hasan Tahsin gibi ve daha nice Kuvayı milliyeci gibi vatansever olmaktır önemli olan… Gece oluyor Arman Pandikyan elinde bir tabanca ve anahtarla çıkıp geliyor sizi görünce şaşırıyor sizin ise ona tek söyleyebildiğiniz kızıma iyi bak, o sana emanet oluyor ve çıkıp gidiyorsunuz zindandan vapura binip anadolu’ya geçiyorsunuz yanınızda kaçtığınız 10 tane kuvayici akşam yemeğini yemek için askeri birliğe gidiyorsunuz güzel binalar, şık giyimli subaylar, dalgalanan Türk bayrağı beklerden kendinizi bozkırın ortasında çadırın içinde yırtık bir Türk bayrağının gönderde dalgalandığı bir birlikte buluyorsunuz askerlerde üniforma diye bir şey yok, çarık yok, postal yok, kiminde silah var kiminde yok yemek desen içler acısı karnınızı bayat ekmek ve sütle doyuruyorsunuz İngilizlerin zindanında bile daha iyi şartlar vardı diye düşünüyorsunuz içinizden bozkırda tuğladan yapı olarak sadece cami var orayı da ahır yapmışlar içinde inekler ve süvarilerin atları var şaşırıyorsunuz Müslüman bir ülkede camiye böylemi yapılır diye sinirleniyorsunuz hemen birliğin komutanının yanına gidip yakasına yapışıyorsunuz birliğin komutanı sana soruyor.
-Akşam yemekte ne vardı?
-Süt vardı.
-O süt nereden geldi biliyor musun?
-Hayır, bilmiyorum.
-O sütü camide beslediğimiz inekten elde ettik. Bu soğuk havada ineği dışarı bağlasak telef olur bizde süt içemeyiz. O Atları camide değil dışarıda tutsak telef olur süvarilerimiz savaşamaz. At ve inek asker kadar önemlidir onlar olmaz ise savaşamayız cami tuğladan yapılma bir yapıdır içi dışarıya göre daha sıcaktır biz soğuya dayanırız ama hayvanlar dayanamaz.
Diye cevap veriyor. Şaşırıyorsunuz resmen şok oluyorsunuz adam haklı o camileri boşuna ahır yapmamışlar diye düşünüyorsunuz.
Ertesi gün arkadaşlarınla birlikte yeni bir güne uyanıyorsunuz yaptığın ilk iş eşine ve kızına mektup yazmak oluyor zindandan kaçtığını milli mücadeleye katıldığını anlatıyorsun kızından özür diliyorsun ve gayri müslüm diye evlenmesine izin vermediğin Arman Pandikyan ile evlenmesini istiyorsun. Mektubu zarfa koyup İstanbul’a göndermesi için birlik postacısına veriyorsun, Birliğin komutanı herkesi içtimada görmek istiyor içtimaya katılıyorsun birliğin komutanı konuşuyor.
-Bugün öğlen vakti komutanımız Mustafa Kemal paşa birliğimizi denetlemeye gelecekmiş herkes çakı gibi asker olsun ağrınızı, sızınızı, açlığınızı unutun.
Sahi kim bu Mustafa Kemal derken bir anda aklınıza geliyor bu Mustafa Kemal Çanakkale savaşında düşmanla süngüsüyle çarpışarak şehit olan oğlunuzun komutanıydı hatta kızmıştınız ona askerlere ölme emri verdi bunu düşman yapmaz diye… Kendi kendinize bu adamın sıradan bir subay olmadığı azimli, kararlı, inatçı, bağımsızlıkçı ve vatansever biri olduğunu anlıyorsunuz bir yandan seviniyorsunuz böylesi bir subayın zamanında oğlunuzun şimdide sizin komutanınız olduğu için. Öğlen vakti gelip çatıyor bütün birlik içtimaa meydanında hazır bekliyor etrafa bakıyorsunuz en küçüğü 20 li yaşlarda en büyüğü 60 lı yaşlarında hepside çakı gibi delikanlı nihayet komutan geliyor yanında Mustafa Kemal orada karşılaşıyorsunuz sarı saçlı, mavi gözlü yakışıklı, karizmatik biri. Bakışları, konuşması resmen ya ölüm ya istiklal diyor neyse paşa diğer birlikleri denetlemek için sizin birlikten ayrılıyor. Akşam oluyor saz çalıp türkü söyleniyor herkes eğleniyor derken Yunanlılar top atışlarıyla birliğinizi vurmaya başlıyor herkes silahını alıyor, kimileri camiye top isabet edip hayvanları telef etmesin diye hayvanları dışarı çıkarıyor öbürü keser, balta, kürek silah olarak kullanılacak ne varsa kapıp mevziye giriyor sen soruyorsun yanındakilere neden bizde karşılık vermiyoruz diyorsun cevap gecikmeden geliyor.
-Yunan birliği bizden 5 kilometre ileride 5 kilometreden bizi vuruyorlar, bizde ise sadece 2 tane top var menzilleri 3 kilometre onların silahı bizden daha iyi ve sayıları fazla.
Geceyi Yunan top atışları altında geçiriyorsunuz gün ağırmaya başlıyor kayıp sayısı fazla birliğin üçte biri şehit olmuş şehit olanların silahlarını kalan sağlar alıyor ama hala yeterli silah yok silahsız olanlar şehitleri defnederken silahlı olanlar Yunan süvari ve piyade birliğinin taaruz olasılığına karşı mevzilerde pozisyon almış durumda bekliyor derken komutan sizi ve 5-6 kişiyi daha yanına çağırıyor bu gece iyi yemek yemenizi, karnınızı doyurmanızı önemli ve bir o kadar da tehlikeli bir göreve çıkacağınızı söylüyor görevi anlatıyor gece saat 2 de birlikte bulunan 2 tane top katırlara yüklenecek ve birlikten 2 buçuk kilometre ileriye mevzilendirilecek böylece Yunan mevzilerine top atışı menziline girilmiş olacak yaklaşık 1 saatlik bir top atışı ile Yunan mevzileri vurulacak, böylece Yunan askerlerine güçsüz olmadığımız ve gerekirse karşılık verebileceğimiz mesajı verilip göz korkutulacak ancak görev çok riskli Yunan devriyesi tarafından tespit edildiğinde öldürülürsünüz. Görevi alıp hazırlanıyorsunuz… Gel zaman git zaman savaşlar yapılıyor, şehitler veriliyor artık asker ve silah bakımından bir nebze olsun rahatlamış durumdasınız Sovyetler birliği lideri Lenin emperyalizme karşı milli mücadele verdiğimiz için bize karşı hayranlık besliyordu. Georgiy Çiçerin Türklere yardım için bir kampanya başlatmıştı kampanya ya en çok Azerbaycan destek oluyor milli mücadele yapan askerlerimize petrol ürünleri, para ve silah gönderiyordu. Bu arada Yunan ordusu da İngilizlerden ve Amerikadan destek görüyordu hatta Amerika Yunan ordusuna büyük bir zırhlı gemi hibe etmişti buna rağmen artık savunma değil taarruz dönemine girilmiş Yunanlılara ağır kayıplar verdirilerek ilerleniliyor anadolu’nun bir ucunda diğer ucuna kadar savaşa savaşa ilerliyorsunuz. Daha önce İstanbul’dan dışarıya çıkmamış biri olarak anadolu’yu görünce şaşırıyorsunuz halkın hiç İstanbul gibi refah bir hayat sürmediğini öğreniyorsunuz insanların birçoğu hasta 70 yaşını zor görüyor, yol yok, köprü yok, okul yok, doğru düzgün hastane yok, evler kerpiç ve tezekten durup baka kalıyorsunuz zindanda birlikte olduğunuz arkadaşınız anlıyor sizi.
-Burası anadolu öyle İstanbul’a benzemez, devleti aliyye’nin lüksü İstanbul’dan ibaret buralara gelince gerçek yüzünü görüyorsun diyor.
İçinden, her gelen padişah kendine saray yaptıracağına buraya bir okul, bir hastane açsaymış ya diye düşünüyorsun. Anadolu’yu gezerken Yunanlıların yakıp yıktığı köyleri, öldürdüğü sivilleri, çocukları, yaşlıları görüyorsunuz içiniz açıyor insan düşmanına yapmaz böyle zulmü Yunanlılar nasıl düşman diyorsunuz rüzgarın savurarak getirdiği bir kağıt parçası ayağınızın ucuna geliyor yerden alıp okuyorsunuz Yunan uçağından atılmış bir bildiri şeyhülislam ve padişahın imzası olan bir yazı var yazıda Mustafa Kemal kafirdir, halifeye ve islama karşı geliyor gördüğünüz yerde katli vaciptir yazıyor gülüp geçiyorsunuz artık o padişahçı, padişahın fetvalarına boyun eğen, İngiliz işgaline ses çıkarmayan, bana dokunmayan yılan bin yaşasın kafasında değilsiniz hayat sizi milli mücadele saflarına getirmiş. Arkadaşlarınızdan Mustafa Kemal’in cephede olduğunu sizin birliği de ziyaret edeceğini öğreniyorsunuz, ikinci defa karşılaşacağınız için mutlusunuz ve nihayet baş kumandan Mustafa Kemal geliyor etrafa bakarak “Bu insanlık için utanç verici ama biz vatanımızı savunuyoruz bunun sorumlusu biz değiliz… Ordular ilk hedefiniz Akdenizdir İleri” diyor birliğiniz bu emir ile mutlu oluyor morali daha çok yerine geliyor o azim ve moral ile 2 eylül de uşak’ı alıyorlar o sırada Yunan ordusu baş komutanı Trikopis esir düşüyor ama kendisinin daha baş kumandan olarak atandığından haberi yok. Mustafa Kemal Trikopis’i görmek istiyor yanına getiriyorlar ellerini çözüyorlar Mustafa Kemal çay ikram ederek Trikopis’e Yunan orduları baş komutanı olarak atandığını söyleyerek kendisini tebrik ediyor siz tabi mutlu oluyorsunuz resmen Trikopis’e değim yerindeyse kapak yaptınız. Birliğiniz hızlı bir şekilde ilerleyip en sonunda İzmir’e varıyorsunuz tarih 9 Eylül 1922 her yerde İzmir marşı söyleniyor aklınıza hemen birkaç yıl önce okuduğunuz gazete geliyor Yunanlılar ilk buradan başlamıştı şimdi ise burada bitti Hasan Tahsin geliyor hemen “manyak mıdır nedir bile bile kendini öldürtüyor” dediğiniz için ona bir özür borcu hissediyorsunuz, şimdi anlıyorsunuz Hasan Tahsin’i neden gururuna yediremeyip kendini bile bile öldürttüğünü.
Aradan biraz zaman geçiyor 18 eylül 1922 Mustafa Kemal anadolu’da ki Yunan birliklerinin kesin olarak yok edildiğini, anadolu’da hakimiyetin Türk birliklerinde olduğunu tüm dünya’ya bildirmesiyle daha da mutlu oluyorsunuz sırada İstanbul var diyorsunuz içinizden ama birazda korkmaya başlamışsınız çünkü karşınızda üzerinde güneş batmayan İngiliz ordusu var öyle Yunan askerlerine benzemez ama baş kumandan Mustafa Kemal kararlı ya o İstanbul alınacak yada ölünecek İngilizler kendi rızası ile çekilirse ne ala aksi halde bu sefer kıran kırana bir mücadele başlayacak baş kumandan Mustafa Kemal stratejik düşünüyordu İngilizlerle savaşmadan önce psikolojik olarak çökmelerini sağlamak istiyordu bu yüzden Çanakkale boğazına ve İstanbul boğazına birliklerini konuşlandırdı burada sabaha kadar davulla zurnayla halay çekmelerini, ellerinden geldiğince eğlenmelerini istedi boğazın karşısından Türkleri eğlenirken gören İngiliz askerlerinin morali çöküyor, Türk askerlerinin ise daha da artıyordu, İngiliz işgal kuvvetleri komutanı Harrington olası bir savaş karşısında Londra’dan destek birlik istediği haberi geldi biraz telaşlandınız belli ki savaşmadan gitmeyecekler arkadaşınıza telaşınızdan bahsettiniz gülümseyerek cevap verdi.
-Hayır sen korkma çünkü onlar korkuyor, korkmasalar destek kuvvet istemezlerdi. İstanbul’u bu kuvvetle işgal eden Harrington neden bizimle aynı kuvvetle savaşmak yerine destek kuvvet istiyor? Çünkü korkuyor. Belli ki baş kumandan Mustafa Kemal’in taktiği işe yarıyor.
Cevabını alıyorsunuz ve telaşınız diniyor. Bu sırada İstanbul’da ki İngilizler panik halindeler hem Çanakkale hem de İstanbul boğazından iki tarafında sarılmış durumdalar kendini bilmez sarhoş bir İngiliz askeri bir kurşun sıksa Türkler hemen saldıracak bunun farkındalar ve kendi aralarında Londra ile telgraflaşıyorlar ve nihayet Londra’dan karar geliyor “Türkleri İstanbul’da savaşarak yenemeyiz İstanbul’dan çekilin” Harrington bu talimatla biraz rahatlıyor ve 6 ekim de İstanbul’u Selahattin Adil paşa ya terkedip gemisine binerek ülkesine gidiyor. Böylece kurtuluş mücadelesi amacına ulaşmış oluyor siz artık gönül rahatlığı ile İstanbul’a ailenizin yanına dönüyorsunuz güzel haberler var kızınız Arman Pandikyan ile evlenmiş 5 aylık erkek torununuz var yıllarca çektiğiniz o acılar torununuzu kucağınıza aldığınız anda son buldu şimdi daha rahatsınız derken birlik komutanı çağırıyor acil toplantı var diyor gidiyorsunuz herkes her yerde mahşer günü gibi komutanınız konuşuyor.
-Hepinizin yüreğine sağlık, vatanımızı kurtardık ama asıl mücadele şimdi başlıyor.
Haydaaa tamam işte savaşı kazandık tüm ülke bizim kontrolümüzde ne mücadelesi diyorsunuz içinizden komutanınız devam ediyor.
-Tüm anadolu’ya hastane, okul, yurt, sosyal hizmet binaları, ibadethane, fabrika, tersane, Kadınlara eşit haklar vs, vs, vs.
Anlıyorsunuz yeni bir devlet kuruluyor eskisinin küllerinden…
Herkesin Cumhuriyet bayramını kutlarım. Daha önceden bir arkadaşla sosyal medyada tartıştığım ve ona hitaben yazdığım uzunca hikayeyi sizinlede paylaşmak istedim. Word dosyasında 7 sayfalık yer kaplayan bu hikaye sizi cumhuriyetimizin ne şartlarda ve hangi ihtiyaca binaen kurulduğunu hissettirerek anlatacak.
(Üşenmeyin ve okuyun tarihçi değilim bu yüzden bazı hatalarım olabilir duyguyu yaşatabilmek için hikaye tarzında yazdım)
Dünyada hiçbir ülke yoktur ki bizim gibi kurucusuna karşı kin beslesin, küfür etsin, küfür ettikçe de iktidar partisinden tebrik alsın.
Sorsan alfabeyi değiştirerek geçmişle bağımızı kopardı ve bizi bir gecede cahil bıraktı derler koskoca 10000 yıllık Türk tarihini 600 yıllık Osmanlı tarihine endeksliyorlar sanki Osmanlıda herkes okuyor-yazar herkes bir meslek bir sanat sahibiydi.
Sanki kimya, fizik, biyoloji ve astronominin dibine vurmuştuk, sanki dünyaya mühendis yetiştiren almanlar değildi bizdik batı bizi kıskanıyordu.
Daha ölçü birimlerimiz, para birimlerimiz bile dünyaya uyum sağlayamamış, hem ne uyum sağlasın canım sonuçta cihan imparatorluğuyuz biz dünya bize ayak uydursun…
Elin yumruğunu yemeyen kendi yumruğunu balyoz sanır misali üzerinde güneş batmayan İngiliz imparatorluğunun tarihinden bihaber güruh kendi imparatorluğunu cihan imparatorluğu zannediyor. İngiliz imparatorluğu dünyanın %90’ını sömürgesi haline getirmiş dünyanın bir ucu Hindistan-Avusturalya diğer ucu kanaya kadar hükmetmiş ama bizim neo-osmanlıcılar bunu bilmez.
İngiliz imparatorluğu 1914-1923 arası cihan imparatorluğunu tokatladığında generalin biri çıkıp “yok öyle yağma ya istiklal ya ölüm” diyerek İngiliz imparatorluğunu dönüp bu sefer kendi tokatladıktan sonra, cihan imparatorluğunun neden tokatlandığının altında yatan sebepleri araştırarak bir daha tokatlanmaması için egemenliği uçkur, makam ve saltanat meraklısı padişahtan alarak halka veren adam ve onun kurduğu cumhuriyet tu kaka, 600 yıl boyunca halkı sefalet içindeyken sadece büyük şehirlerde durum biraz daha iyi iken sarayda ise düşman çatlatacak kadar süper iken kurulan cumhuriyet ile halkı padişahın tebaası yerine cumhuriyetin ferdi, vatandaşı yapmak geçmişle bağımızı koparmakmış öyle mi?
Bir başka sorunları da "LAİKLİK" diyorlar, laikliği dinsizlik sanıyorlar... Aslında suç bizde, biz laikliği bu güne kadar hep eksik tanımladık. Laiklik sadece din ve devlet islerinin birbirinden ayrılması değildir, laiklik demokrasinin tam kendisidir. Laiklik olmadan demokrasinin olması mümkün olamaz, laiklik bir dinin azınlıkta olan diğer bir din üzerinde baskı ve tahakküm kurmasını engellemektir, laik bir devlet tüm dinlere eşit mesafededir ve tüm dinlerin ibadet, mabet ve ritüel ihtiyaçlarının karşılanmasıdır. Laik bir devlet hem ateistten, hem müslümandan, hemde hristiyandan ayni vergiyi alıp müslümana cami, hristiyana kilise, ateiste de düşüncelerini özgürce söyleyebileceği bir hukuk sistemi yaratmaktır. Laik olmayan, şeriat sistemi ile yönetilen bir ülkede bu gün olmasada bir gün devlet başkanı çıkıp "ben hristiyanlardan ve ateisletden daha çok vergi alacağım ve cami yapacağım hristiyanlarda baksın başının çaresine burası müslüman ülke" derse böyle bir ülkede iç savasın çıkmasi an meselesi haline gelir ve bu durum yabancı devletlerin gizli servislerinin bulunmaz bir nimetidir osmanlı imparatorluğu döneminde aynen bu durumu yaşadık. Bir daha bu durumu yaşamamak için laikliğe ve demokrasiye ihtiyacımız var... Laiklik dinin güvencesidir ve dinin yozlaşmasının önündeki en büyük engeldir bu sebeple laik bir devlet en çok inançlı insanın ihtiyacıdır laik bir devlette cemaatler, tarikatler, şeyhler ve sıhlar kendi emelleri için halkı kandıramazlar çünkü halk dinini bu çıkarcı mahluklardan değil bizzat devletin din adamlarından öğrenirler, laikliğin yok sayıldığı cemaatlerin devletin içine sokulduğu yakın dönemde ilk okul mezunu bir imam ve onun müridlerinin 15 temmuzda bize yaptığını hepimiz yaşayarak gördük... Dünyada 57 tane islam ülkesi vardır ve bir çoğu laik değildir durumları içler acısıdır biz ise ulu önder Atatürk sayesinde laik bir devlet halini aldık ve bizim içinde bulunduğumuz durumun diğer islam ülkelerindeki durumdan kat ve kat daha iyi olduğu su götürmez bir gerçektir, laik olmayan, şeriat sistemiyle yönetilen ülkelerdeki uygulamaları gösterdiğimizde bizlere "onlar gerçek müslüman değil" deniliyor iste laik bir devlet bu şekilde yozlaşmaz çünkü halk dinini tarikat liderinden değil bizzat devletin din görevlisinden öğrenir bu sebeple laiklik şarttır, gereklidir ve ülkenin bekası için elzemdir... Kim laikliği istemiyorsa muhakkak dinden bir çıkarı olduğunu sakin unutmayın.
Neyse durup biraz hayal edelim ama gerçek anlamda hayal edelim gözümüzü kapatalım ve o günleri yaşayalım 1915’e değil 1912 ye gidelim. Yıl Ekim 1912 43 yaşında İstanbul’da yaşayan bir adamsınız 3 çocuğunuz var ikisi erkek biri kız. En küçüğü erkek ve yaşı 12, diğer erkek çocuğunuzun yaşı da 24, kızınız ise 21 yaşında. 24 yaşında olan balkanlarda üç buçuk yıldır askerlik yapıyor terhisine altı ay kalmış ah gelsede işleri düzene soksak ayrıca evlendirsem torun sevsem diye düşüyorsunuz.
İstanbul’un merkezi olan Fatih’te geziyorsunuz Sirkeci’de insanlar kahvehanelerde çay içiyor kahve içiyor esnaf baharat satıyor, kebap satıyor her yeri güzel baharat kokuları sarmış martılar uçuyor balıkçılar limana yanaşıyor derken bir gazeteci çocuk, sizin en ufağı ile aynı yaşlarda 12 bilemedin 13 yaşında bağırıyor.
-Yazıyor, yazıyor balkanlarda hareketlilik var yerel halk birliklerimize saldırdı.
Şaşırıyorsunuz bir gazete alıp aslını, astarını öğrenmeye çalışıyorsunuz gazetede yazan şu “balkanlarda silahlanan milis kuvvetleri birliklerimize saldırdı.” Korkuyorsunuz 24 yaşında en büyük evladınız üç buçuk yıldır orada askerlik yapıyor terhisine çok az kaldı ya başına bir şey gelirse, evlat sonuçta neyse diyorsunuz dış mihraklı 3-5 çapulcu bizim cihan imparatorluğumuzla mı baş edecekler 2 güne kalmaz biter bu olay sorumluları da cezalandırılır padişahımıza kafa tutmak neymiş anlarlar diyorsunuz ve kendinizi teselli ederek evinize dönüyorsunuz 2 gün sonra gene sokağa çıkıyorsunuz aynı gazeteci çocuk bağırıyor.
-Yazıyor, yazıyor balkanlardaki olaylar büyüdü Yunanistan ve Karadağ’da da ayaklanmalar oldu şehitlerimiz var.
Telaş içindesiniz olaylar büyümüş tahmin ettiğiniz gibi 2 gün içinde bastırılmamış hemen gazete alıyorsunuz kimler şehit oldu belki isimleri yazar diye umuyorsunuz ama nafile kimlerin şehit olduğu yazmıyor, yazmadığı gibi balkanlarda ki topraklarımızı kaybetmişiz ordu Çatalca’ya kadar çekilmek zorunda kalmış ve ancak Çatalca cephesinde kayda değer bir direniş gösterebilmiştir. Eve dönerken düşünüyorsunuz acaba eşime söylesem mi? Yok canım söylemeyim telaşlanmasın durduk yere diyorsunuz evinize geliyorsunuz yüzünüz mahkeme duvarı gibi eşiniz anlıyor hemen bir terslik var hemen soruyor.
-Hayırdır bey yüzünden düşen bin parça.
-Yok bir şeyim hanım, hele bir çay getir de içelim.
Diyorsunuz ve konu kapanıyor daha doğrusu kapanmak zorunda kalıyor çünkü kadın bu ikinciye sormak, ısrar etmek mi? haşa sopayı yer, kadın kısmı karışmaz öyle her şeye evinde oturacak kocasına hizmet edecek örf ve adetlerimiz bunu gerektiriyor(muş).
Aradan 2 gün daha geçiyor kapınız çalınıyor hayırdır inşallah diyerek kapıya yöneliyorsunuz, eşiniz hemen odaya gidip kara çarşafını giyiniyor gelen yabancı bir erkek olabilir neyse kapıyı açıyorsunuz karşınızda 2 tane asker elinde mektup hayırdır demeye fırsat vermeden hemen veriyor acı haberi.
-Başınız sağ olsun, buda şehidimizin son mektubu.
Eşiniz yıkılıyor sizde şok içindesiniz vatan sağ olsun diyorsunuz balkan savaşı böylece sizin için bitmiş oluyor…
Aradan epey bir zaman geçiyor yıl 1915 gene güzel İstanbul sokaklarında geziyorsunuz şehit olan oğlunuzu defnedeli 3 yıl olmuş artık acısını atlatmışsınız 12 yaşınızda oğlunuz vardı ya hani, heh işte o şu an 15 yaşına varmış kızınız ise 24 yaşında kızınıza birini bulamamışsınız helal süt emmiş kızınızın gönlünü kaptırdığı bir oğlan var ama çocuk Ermeni kökenli Arman Pandikyan diye biri katiyen olmaz… Oğlunuz ise gönlünü 12 yaşındaki dayı kızına kaptırmış nişanlıyorsunuz küçük ya da akraba demeden ne olacak canım örf ve adetlerimize hatta dinimize de uygun. Bu arada Avrupa’da büyük bir savaş patlak vermiş devlet-i aliyye bu savaşa dahil olmuş önce İngilizlerin yanında yer almak istemiş İngilizler kabul etmemiş haliyle çünkü daha dün kıçı kırık balkan devletleriyle baş edemedi hasta adam. Neyse İngilizlerden kabul görmeyince Almanların safına geçmişiz, ekonomi ve ordu hak getire durum içler acısı acaba bu savaştan galip gelirmiyiz diye düşünürken gazeteci çocuk gene bağırmaya başlamış.
-Yazıyor, yazıyor İngiliz gemileri Çanakkale boğazına doğru yaklaşıyor hedefte İstanbul var.
Ulan diyorsunuz kendi kendinize daha savaştan çıkalı 3 yıl oldu üstelik en son çıktığımız savaşı da kaybettik Çatalca’ya kadar çekildik Edirne’yi falan zar zor kurtardık ekonomi çöktü, ordu yok ve biz gene savaştayız. Diyorsun ama nafile adamlar kafaya koymuş bir kere Ruslara savaş için boğazda yol açacaklar ayrıca sen sanayi devrimi yapmadığın için ne işe yaradığını henüz bilmediğin o petrolleri kendi sanayileri için alacaklar senden. Ama için rahat oğlun daha 15 yaşında e sende yaşlısın kızını da askere alacak değiller heralde dönüyorsun evine aradan aylar geçiyor savaş başlamış kıran kırana dövüş var ortalık kan ve göz yaşı, süngü, mermi ve parçalanmış kol, baş, vücut, harap olmuş, yıkılmış, yanmış evler, telef olmuş hayvanlar… Eşin çarşıya gönderiyor yağ, 2 kilo un ve 5 ekmek al diye çıkıyorsun çarşıya bir bakıyorsun tezgahlar neredeyse bom boş yağı alıyorsun unu 2 değil 1 kilo veriyorlar ekmeği de 5 değil 3 tane veriyorlar soruyorsun ben 2 kilo un 5 ekmek istedim neden az verdiniz diye cevap veriyorlar.
-Seferberlik var cepheye gitti, Çanakkale’ye bu yüzden halka daha az verilecek, ferman böyle.
Orada anlıyorsunuz bu savaş en taşrada yaşayanı bile etkileyecek bu gece aç yatıyorsunuz.
Ertesi gün kapı çalınıyor, kapının çalmasıyla uyanıyorsunuz kapıyı açıyorsunuz 2 tane asker elinde emir var.
-Ahmet oğlu Mehmet askere alma emri var kendisi burada mı? Falanca birliğe 3 gün içinde teslim olsun.
-Evet ama o daha 15 yaşında. Diyorsunuz ama emir bu vatana bir evlat daha verilecekse veririz diyorsunuz haklı olarak. Neyse başına kına sürüyorsunuz nişanlısıyla son kez görüşüp davulla, zurnayla cepheye gidiyor, çok değil 3 gün sonra kapı çalınıyor gene aynı asker elinde bu sefer mektup yok kapıyı açınca o acıyı direk yaşamaya başlıyorsunuz anlıyorsunuz o askerin neden geldiğini ama farklı olan bir şey var bu sefer elinde mektup yok yutkunarak soruyorsunuz mektup nerede diye? Cevap veriyor asker.
-Mektup yazmaya fırsat bulamadı.
Nasıl oldu diye soruyorsunuz.
-Birliğinin mermileri bitmiş düşmandan kaçarken Mustafa Kemal adında bir yarbaya denk geliyorlar yarbay bunlara kızıyor “merminiz yoksa süngünüz var düşmandan kaçılır mı siz savaşana kadar yerinize yeni birlik gelecek ben size savaşmayı değil ölmeyi emrediyorum” demiş.
Şok oluyorsunuz, böyle bir emri düşman olsa vermez bu nasıl bir komutan diyorsunuz ama yapacak bir şey yok öfkenizi içinize atıyorsunuz, Mustafa Kemal’e nefret duyuyorsunuz.
Gene aradan biraz zaman geçiyor bu sefer yıl 1919 Mayıs ayı birinci dünya savaşı bitmiş savaşı kaybetmişiz ikinci şehit evladınızı da defnetmişsiniz Çanakkale savaşını kazanmışız bunun haklı gururunu taşıyorsunuz. Ama bir terslik var Çanakkale cephesini kazandık ama 1. Dünya savaşında kaybeden taraftayız haliyle Mondros mütarekeleri sonucu anlaşma imzalanıyor ve İngilizler anlaşmaya dayanarak İstanbul’u kuşatıyor öfkelisiniz ancak öfkeniz padişahın ve şeyhülislamın fetvalarıyla diniyor, fetvada işgalin geçici olduğu, padişahın bilgisi ve isteği dahilinde İstanbul’da oldukları yazıyor neyse diyorsunuz padişahımızın bir bildiği vardır elbet bu kötü günlerde geçer.
Ertesi gün gene İstanbul sokaklarındasınız ama çok şaşkınsınız her yerde İngiliz bayrakları asılı, İngiliz subayları İngiliz yapımı araçlarla sokaklarda devriye geziyor, padişahın sarayının yanında İngiliz zırhlıları demirlemiş namluları padişahın odasına doğru dönmüş gövde gösterisi yapıyor İngiliz askerleri esnaftan bir şeyler alıp para ödemiyor, para isteyen esnafı ise dövdüklerine şahit oluyorsunuz. İşgal böyle bir şeymiş demek diyorsunuz ve gezinirken İngiliz teğmenin bir Osmanlı yüzbaşısına bağra çağıra birşeyler söylediğini, Osmanlı yüzbaşısının da esas duruşta genç teğmenin dilini bilmemesine rağmen emredersiniz dediğini duyuyorsun ordunun onuru yok edildi diye söyleniyorsunuz içinizden sokakta gezerken gene o gazeteci çocuğa denk geliyorsunuz bu sefer yüzü asık belli ki oda rahatsız bu durumda hiçte sesi soluğu çıkmıyor sanki gazeteyi satmaya niyeti yok gidiyorsunuz yanına bir gazete alıyorsunuz fakat o ney sayfaların yarısı bom boş neredeyse, olan haberler İngilizleri öve öve bitiremiyor yok şöyle iyi insanlar, yok böyle iyi insanlar falan sansür uygulanıyor resmen neyse arka sayfalarda bir haber gözünüze çarpıyor Yunanlılar İzmir’e çıkmış Hasan Tahsin adında bir deli Yunan komutanını tören esnasında vurmuş kendisinide oracıkta öldürü vermişler. Tebessüm ediyorsunuz bu millet manyak mı ney kafayı mı yediler bile bile kendini öldürtüyor diyorsunuz kendi kendinize eve doğru yürüye yürüye gidiyorsunuz.
Ertesi gün uyanıyorsunuz hava güneşli İngilizler doğrudan size bulaşmadığı için işgal sizi pek etkilemiyor çıkıyorsunuz dışarı gene İngiliz bayrakları, İngiliz subayları emir veriyor Osmanlı askerleri emirleri yerine getiriyor gazete alıyorsunuz gene o çocuktan aynı şekilde İngilizlere methiyeler dizen yazıları hiç okumuyorsunuz bile doğruca arka sayfalara bakıyorsunuz bir haber gözünüze çarpıyor Samsun’da Rumlar Türk halkına saldırmış olaylar büyümüş 9. Ordu müfettişi olan Mustafa Kemal asayişi sağlamak için Samsun’a gönderilmiş. İsmi duyunca biraz duraksıyorsunuz ben bu ismi bir yerden hatırlıyorum diyorsunuz kendi kendinize ve evinizin yolunu tutuyorsunuz.
Aradan bir ay geçiyor alışverişe çıkıyorsunuz İstanbul sokaklarında gene İngiliz bayrakları gene İngiliz subayları, gene İngiliz zırhlı gemileri, artık mideniz bulanıyor bu İngilizlerden ama yapacak bir şey yok işgal altındasın katlanmak zorundasın gene gazete alıyorsun İngilizleri yalayıp yutan yazarlara bakmadan direk arka sayfalarda haberlere bakıyorsun bu sefer çok garip bir haber var Yunanlılar anadolu’da halka zulüm ediyor, evini barkını yağmalıyormuş ayrıca Samsun’a asayişi sağlaması için görevlendirilen 9. Ordu müfettişi Mustafa Kemal asayişi sağlamak yerine Türkleri örgütlemeye başlamış ve oradan kimseye haber vermeden yetkisi olmadığı halde Amasya’ya gitmiş, padişah Mustafa Kemali görevden almış İstanbul’a dönmesini istemiş ama Mustafa Kemal kabul etmeyip görevinden istifa ettiğini açıklamış padişah ise tutuklanması için Kazım Karabekir’i görevlendirmiş Karabekir paşa da emre uymayıp Mustafa Kemal’e katılmış ve kurtuluş mücadelesini başlatmışlar. Olacak iş değil ne yapıyor bu ahmaklar ne kurtuluşu diyorsunuz içinizden koskoca İngiliz imparatorluğuna kafa tutmak mı? Hasan Tahsin gibi kendilerini vurduracak bunlar diyorsunuz içinizden ve eve gidiyorsunuz.
Biraz zaman geçiyor gene dışarıdasınız biraz ileride postanenin orada bir kalabalık var merak edip sizde gidiyorsunuz kahveden arkadaşınız Hasan bu idam sehpasında yanında İngiliz subayı onun yanında da Osmanlı inzibatları göz göze geliyorsunuz birbirinize hakkınızı helal edemeden İngiliz subayı sandalyeye tekmeyi vuruyor oracıkta ölüyor arkadaşınız soruyorsunuz halka suçu neydi diyorsunuz cevap veriyorlar.
-Kuvayiciymiş geceleri gizlice postaneye gelip İstanbul’da olan biteni anadolu’da ki Mustafa Kemal’e ve eşkıyalarına telgrafla haber veriyormuş yanındaki arkadaşı İngilizlere bildirmiş.
Şaşırıyorsunuz yapmaz öyle şey diyorsunuz o devleti aliyye’ye bağlı biriydi diyorsunuz ama nafile suçu belli İngilizlere ve padişaha karşı geldi vatanseverliğin cezası ölüm moraliniz bozuk eve gidiyorsunuz kızınıza ve eşinize durumu anlatıyorsunuz zaten kızın ve eşinden başka kiminiz kaldı ki son 7 yılda, Çocuklarınız şehit arkadaşınız gözünüzün önünde katledildi oda yetmiyormuş gibi her yerde İngilizler var İngiliz bayrakları var camilerden artık ezen sesi duyulmayalı aylar olmuş kafayı yememek imkansız. Bu arada kızınızda hastanede gönüllü hemşirelik yapmakta bir gün erken saatte ağlayarak eve geliyor kapıyı açıyorsunuz direk koşarak odasına giriyor anlam veremiyorsunuz bu saatte neden ağlayarak eve geldiğine annesine git bir sor nesi var diyorsunuz annesi kızının odasına giriyor beş dakika sonra oda başlıyor ağlamaya allah allah ne oluyor diyorsunuz kendi kendinize bu sefer sizde gidiyorsunuz yanlarına ne oldu diye sorduğunuzda kızın annesi peçetenin üzerindeki kanı gösteriyor orada anlıyorsunuz başınıza ne geldiğini kim yaptı diye soruyorsunuz kızınıza hastanenin müdürü olan İngiliz teğmeni Benjamin olduğunu öğreniyorsunuz bir hışımlar hastaneye gidiyorsunuz kararlısınız o ırz düşmanı Benjamin’i geberteceksiniz ama hastaneye almıyorlar kapıdaki Osmanlı inzibatları izin vermiyor git şikayetini padişaha bildir diyorlar sizde tek umut padişaha mektup yazıp olanları anlatıyorsunuz ertesi gün mektubunuza cevap geliyor tek cümle ile cevap veriliyor “üzgünüz, yapabileceğimiz bir şey yok” bu sefer çok daha öfkelisiniz elinize silahı alıyorsunuz ve önce kapıdaki inzibatları vuruyorsunuz ardından yukarıya çıkıp teğmenin odasına dalıyorsunuz ve gördüğünüz o teğmen daha önceden Osmanlı yüzbaşısına bağıran teğmendi oradan hatırlıyorsunuz direk alnından vuruyorsunuz ırz düşmanını ardından İngiliz askerleri gelip sizi yaka paça tutukluyor zindana atıyor zindanda 15-20 kişi var kimi Türk, kimi Kürt, kimi Çerkez, kimi Laz, kimi Ermeni içeri girdiğinde kimse allah kurtarsın demeden suçun ney diyor anlatıyorsun başından geçenleri kimse allah kurtarsın demiyor çünkü oraya düşen herkes er yada geç İngilizler tarafından idam ediliyor bunu söylemiyorlar ama bakışlarıyla ima ediyorlar, bu sefer sen soruyorsun tek tek senin suçun ney diye ve orada öğreniyorsun hepsinin kuvayici olduğunu kimi gizlice anadolu’ya istihbarat mektubu taşırken yakalanmış, kimi anadolu’ya asker kaçırırken, kimi silahları ve mühimmatları gemilere yükleyip kağıt diye Rusya’ya götürüyoruz bahanesiyle anadoluya götürürken yakanmış hepsi de idam edileceği günü bekliyor orada anlıyorsun bu kuvayiciler öyle 3-5 kişi değiller ciddi ciddi işgale karşı mücadele verdiklerini orada nefret ettiğin gruba sempati duymaya başlıyorsun aradan aylar geçiyor yıl oluyor 1921 o 20 kişilik kuvayici gruptan kala kala 10 kişi kalmış yarısı tek tek İstanbul’un meydanında idam edilmiş yarın sıra Ali’de kendisi de biliyor bunu ama morali bozuk değil aksine neşeli neden neşeli olduğunu soruyorsun cevap veriyor.
-Bugün buradan kurtuluyoruz. Diyor.
Şaşırıyorsun verdiği cevaba nasıl yani diyorsun anlatırım ama bir şartla diyor şartı soruyorsun bizimle beraber anadolu’ya gelip milli mücadeleye katılacaksın diyor kabul ediyorsun nede olsa aylarca o adamlarla yatıp kalkmışsın zamanında sevmediğin o kuvayicilerin aslında vatan düşmanı olmadığını tek dertlerinin işgalden kurtulmak ve bağımsız, çağdaş bir devlet olmayı istediklerini anlıyorsun ve fikirlerine, mücadelelerine hak veriyorsun. Planı anlatıyorlar İngiliz istihbaratında çalışan Ermeni kökenli Arman Pandikyan diye biri kuvayiciymiş gece gelip zindanın anahtarını ve birtane de tabanca bırakacakmış gece 3’te kız kulesinin orada vapur kalkacak anadolu’ya gidecekmiş. Arman Pandikyan ismini duyunca şaşırıyorsunuz gayri müslüm diye kızınızı vermediğiniz adam vatansever çıktı orada öğreniyorsunuz ilerleyen yaşınıza rağmen önemli olan padişah ve şeyhülislam gibi Müslüman olmak değil önemli olan Mustafa Kemal gibi, Arman Pandikyan gibi, Kazım Karabekir gibi, Hasan Tahsin gibi ve daha nice Kuvayı milliyeci gibi vatansever olmaktır önemli olan… Gece oluyor Arman Pandikyan elinde bir tabanca ve anahtarla çıkıp geliyor sizi görünce şaşırıyor sizin ise ona tek söyleyebildiğiniz kızıma iyi bak, o sana emanet oluyor ve çıkıp gidiyorsunuz zindandan vapura binip anadolu’ya geçiyorsunuz yanınızda kaçtığınız 10 tane kuvayici akşam yemeğini yemek için askeri birliğe gidiyorsunuz güzel binalar, şık giyimli subaylar, dalgalanan Türk bayrağı beklerden kendinizi bozkırın ortasında çadırın içinde yırtık bir Türk bayrağının gönderde dalgalandığı bir birlikte buluyorsunuz askerlerde üniforma diye bir şey yok, çarık yok, postal yok, kiminde silah var kiminde yok yemek desen içler acısı karnınızı bayat ekmek ve sütle doyuruyorsunuz İngilizlerin zindanında bile daha iyi şartlar vardı diye düşünüyorsunuz içinizden bozkırda tuğladan yapı olarak sadece cami var orayı da ahır yapmışlar içinde inekler ve süvarilerin atları var şaşırıyorsunuz Müslüman bir ülkede camiye böylemi yapılır diye sinirleniyorsunuz hemen birliğin komutanının yanına gidip yakasına yapışıyorsunuz birliğin komutanı sana soruyor.
-Akşam yemekte ne vardı?
-Süt vardı.
-O süt nereden geldi biliyor musun?
-Hayır, bilmiyorum.
-O sütü camide beslediğimiz inekten elde ettik. Bu soğuk havada ineği dışarı bağlasak telef olur bizde süt içemeyiz. O Atları camide değil dışarıda tutsak telef olur süvarilerimiz savaşamaz. At ve inek asker kadar önemlidir onlar olmaz ise savaşamayız cami tuğladan yapılma bir yapıdır içi dışarıya göre daha sıcaktır biz soğuya dayanırız ama hayvanlar dayanamaz.
Diye cevap veriyor. Şaşırıyorsunuz resmen şok oluyorsunuz adam haklı o camileri boşuna ahır yapmamışlar diye düşünüyorsunuz.
Ertesi gün arkadaşlarınla birlikte yeni bir güne uyanıyorsunuz yaptığın ilk iş eşine ve kızına mektup yazmak oluyor zindandan kaçtığını milli mücadeleye katıldığını anlatıyorsun kızından özür diliyorsun ve gayri müslüm diye evlenmesine izin vermediğin Arman Pandikyan ile evlenmesini istiyorsun. Mektubu zarfa koyup İstanbul’a göndermesi için birlik postacısına veriyorsun, Birliğin komutanı herkesi içtimada görmek istiyor içtimaya katılıyorsun birliğin komutanı konuşuyor.
-Bugün öğlen vakti komutanımız Mustafa Kemal paşa birliğimizi denetlemeye gelecekmiş herkes çakı gibi asker olsun ağrınızı, sızınızı, açlığınızı unutun.
Sahi kim bu Mustafa Kemal derken bir anda aklınıza geliyor bu Mustafa Kemal Çanakkale savaşında düşmanla süngüsüyle çarpışarak şehit olan oğlunuzun komutanıydı hatta kızmıştınız ona askerlere ölme emri verdi bunu düşman yapmaz diye… Kendi kendinize bu adamın sıradan bir subay olmadığı azimli, kararlı, inatçı, bağımsızlıkçı ve vatansever biri olduğunu anlıyorsunuz bir yandan seviniyorsunuz böylesi bir subayın zamanında oğlunuzun şimdide sizin komutanınız olduğu için. Öğlen vakti gelip çatıyor bütün birlik içtimaa meydanında hazır bekliyor etrafa bakıyorsunuz en küçüğü 20 li yaşlarda en büyüğü 60 lı yaşlarında hepside çakı gibi delikanlı nihayet komutan geliyor yanında Mustafa Kemal orada karşılaşıyorsunuz sarı saçlı, mavi gözlü yakışıklı, karizmatik biri. Bakışları, konuşması resmen ya ölüm ya istiklal diyor neyse paşa diğer birlikleri denetlemek için sizin birlikten ayrılıyor. Akşam oluyor saz çalıp türkü söyleniyor herkes eğleniyor derken Yunanlılar top atışlarıyla birliğinizi vurmaya başlıyor herkes silahını alıyor, kimileri camiye top isabet edip hayvanları telef etmesin diye hayvanları dışarı çıkarıyor öbürü keser, balta, kürek silah olarak kullanılacak ne varsa kapıp mevziye giriyor sen soruyorsun yanındakilere neden bizde karşılık vermiyoruz diyorsun cevap gecikmeden geliyor.
-Yunan birliği bizden 5 kilometre ileride 5 kilometreden bizi vuruyorlar, bizde ise sadece 2 tane top var menzilleri 3 kilometre onların silahı bizden daha iyi ve sayıları fazla.
Geceyi Yunan top atışları altında geçiriyorsunuz gün ağırmaya başlıyor kayıp sayısı fazla birliğin üçte biri şehit olmuş şehit olanların silahlarını kalan sağlar alıyor ama hala yeterli silah yok silahsız olanlar şehitleri defnederken silahlı olanlar Yunan süvari ve piyade birliğinin taaruz olasılığına karşı mevzilerde pozisyon almış durumda bekliyor derken komutan sizi ve 5-6 kişiyi daha yanına çağırıyor bu gece iyi yemek yemenizi, karnınızı doyurmanızı önemli ve bir o kadar da tehlikeli bir göreve çıkacağınızı söylüyor görevi anlatıyor gece saat 2 de birlikte bulunan 2 tane top katırlara yüklenecek ve birlikten 2 buçuk kilometre ileriye mevzilendirilecek böylece Yunan mevzilerine top atışı menziline girilmiş olacak yaklaşık 1 saatlik bir top atışı ile Yunan mevzileri vurulacak, böylece Yunan askerlerine güçsüz olmadığımız ve gerekirse karşılık verebileceğimiz mesajı verilip göz korkutulacak ancak görev çok riskli Yunan devriyesi tarafından tespit edildiğinde öldürülürsünüz. Görevi alıp hazırlanıyorsunuz… Gel zaman git zaman savaşlar yapılıyor, şehitler veriliyor artık asker ve silah bakımından bir nebze olsun rahatlamış durumdasınız Sovyetler birliği lideri Lenin emperyalizme karşı milli mücadele verdiğimiz için bize karşı hayranlık besliyordu. Georgiy Çiçerin Türklere yardım için bir kampanya başlatmıştı kampanya ya en çok Azerbaycan destek oluyor milli mücadele yapan askerlerimize petrol ürünleri, para ve silah gönderiyordu. Bu arada Yunan ordusu da İngilizlerden ve Amerikadan destek görüyordu hatta Amerika Yunan ordusuna büyük bir zırhlı gemi hibe etmişti buna rağmen artık savunma değil taarruz dönemine girilmiş Yunanlılara ağır kayıplar verdirilerek ilerleniliyor anadolu’nun bir ucunda diğer ucuna kadar savaşa savaşa ilerliyorsunuz. Daha önce İstanbul’dan dışarıya çıkmamış biri olarak anadolu’yu görünce şaşırıyorsunuz halkın hiç İstanbul gibi refah bir hayat sürmediğini öğreniyorsunuz insanların birçoğu hasta 70 yaşını zor görüyor, yol yok, köprü yok, okul yok, doğru düzgün hastane yok, evler kerpiç ve tezekten durup baka kalıyorsunuz zindanda birlikte olduğunuz arkadaşınız anlıyor sizi.
-Burası anadolu öyle İstanbul’a benzemez, devleti aliyye’nin lüksü İstanbul’dan ibaret buralara gelince gerçek yüzünü görüyorsun diyor.
İçinden, her gelen padişah kendine saray yaptıracağına buraya bir okul, bir hastane açsaymış ya diye düşünüyorsun. Anadolu’yu gezerken Yunanlıların yakıp yıktığı köyleri, öldürdüğü sivilleri, çocukları, yaşlıları görüyorsunuz içiniz açıyor insan düşmanına yapmaz böyle zulmü Yunanlılar nasıl düşman diyorsunuz rüzgarın savurarak getirdiği bir kağıt parçası ayağınızın ucuna geliyor yerden alıp okuyorsunuz Yunan uçağından atılmış bir bildiri şeyhülislam ve padişahın imzası olan bir yazı var yazıda Mustafa Kemal kafirdir, halifeye ve islama karşı geliyor gördüğünüz yerde katli vaciptir yazıyor gülüp geçiyorsunuz artık o padişahçı, padişahın fetvalarına boyun eğen, İngiliz işgaline ses çıkarmayan, bana dokunmayan yılan bin yaşasın kafasında değilsiniz hayat sizi milli mücadele saflarına getirmiş. Arkadaşlarınızdan Mustafa Kemal’in cephede olduğunu sizin birliği de ziyaret edeceğini öğreniyorsunuz, ikinci defa karşılaşacağınız için mutlusunuz ve nihayet baş kumandan Mustafa Kemal geliyor etrafa bakarak “Bu insanlık için utanç verici ama biz vatanımızı savunuyoruz bunun sorumlusu biz değiliz… Ordular ilk hedefiniz Akdenizdir İleri” diyor birliğiniz bu emir ile mutlu oluyor morali daha çok yerine geliyor o azim ve moral ile 2 eylül de uşak’ı alıyorlar o sırada Yunan ordusu baş komutanı Trikopis esir düşüyor ama kendisinin daha baş kumandan olarak atandığından haberi yok. Mustafa Kemal Trikopis’i görmek istiyor yanına getiriyorlar ellerini çözüyorlar Mustafa Kemal çay ikram ederek Trikopis’e Yunan orduları baş komutanı olarak atandığını söyleyerek kendisini tebrik ediyor siz tabi mutlu oluyorsunuz resmen Trikopis’e değim yerindeyse kapak yaptınız. Birliğiniz hızlı bir şekilde ilerleyip en sonunda İzmir’e varıyorsunuz tarih 9 Eylül 1922 her yerde İzmir marşı söyleniyor aklınıza hemen birkaç yıl önce okuduğunuz gazete geliyor Yunanlılar ilk buradan başlamıştı şimdi ise burada bitti Hasan Tahsin geliyor hemen “manyak mıdır nedir bile bile kendini öldürtüyor” dediğiniz için ona bir özür borcu hissediyorsunuz, şimdi anlıyorsunuz Hasan Tahsin’i neden gururuna yediremeyip kendini bile bile öldürttüğünü.
Aradan biraz zaman geçiyor 18 eylül 1922 Mustafa Kemal anadolu’da ki Yunan birliklerinin kesin olarak yok edildiğini, anadolu’da hakimiyetin Türk birliklerinde olduğunu tüm dünya’ya bildirmesiyle daha da mutlu oluyorsunuz sırada İstanbul var diyorsunuz içinizden ama birazda korkmaya başlamışsınız çünkü karşınızda üzerinde güneş batmayan İngiliz ordusu var öyle Yunan askerlerine benzemez ama baş kumandan Mustafa Kemal kararlı ya o İstanbul alınacak yada ölünecek İngilizler kendi rızası ile çekilirse ne ala aksi halde bu sefer kıran kırana bir mücadele başlayacak baş kumandan Mustafa Kemal stratejik düşünüyordu İngilizlerle savaşmadan önce psikolojik olarak çökmelerini sağlamak istiyordu bu yüzden Çanakkale boğazına ve İstanbul boğazına birliklerini konuşlandırdı burada sabaha kadar davulla zurnayla halay çekmelerini, ellerinden geldiğince eğlenmelerini istedi boğazın karşısından Türkleri eğlenirken gören İngiliz askerlerinin morali çöküyor, Türk askerlerinin ise daha da artıyordu, İngiliz işgal kuvvetleri komutanı Harrington olası bir savaş karşısında Londra’dan destek birlik istediği haberi geldi biraz telaşlandınız belli ki savaşmadan gitmeyecekler arkadaşınıza telaşınızdan bahsettiniz gülümseyerek cevap verdi.
-Hayır sen korkma çünkü onlar korkuyor, korkmasalar destek kuvvet istemezlerdi. İstanbul’u bu kuvvetle işgal eden Harrington neden bizimle aynı kuvvetle savaşmak yerine destek kuvvet istiyor? Çünkü korkuyor. Belli ki baş kumandan Mustafa Kemal’in taktiği işe yarıyor.
Cevabını alıyorsunuz ve telaşınız diniyor. Bu sırada İstanbul’da ki İngilizler panik halindeler hem Çanakkale hem de İstanbul boğazından iki tarafında sarılmış durumdalar kendini bilmez sarhoş bir İngiliz askeri bir kurşun sıksa Türkler hemen saldıracak bunun farkındalar ve kendi aralarında Londra ile telgraflaşıyorlar ve nihayet Londra’dan karar geliyor “Türkleri İstanbul’da savaşarak yenemeyiz İstanbul’dan çekilin” Harrington bu talimatla biraz rahatlıyor ve 6 ekim de İstanbul’u Selahattin Adil paşa ya terkedip gemisine binerek ülkesine gidiyor. Böylece kurtuluş mücadelesi amacına ulaşmış oluyor siz artık gönül rahatlığı ile İstanbul’a ailenizin yanına dönüyorsunuz güzel haberler var kızınız Arman Pandikyan ile evlenmiş 5 aylık erkek torununuz var yıllarca çektiğiniz o acılar torununuzu kucağınıza aldığınız anda son buldu şimdi daha rahatsınız derken birlik komutanı çağırıyor acil toplantı var diyor gidiyorsunuz herkes her yerde mahşer günü gibi komutanınız konuşuyor.
-Hepinizin yüreğine sağlık, vatanımızı kurtardık ama asıl mücadele şimdi başlıyor.
Haydaaa tamam işte savaşı kazandık tüm ülke bizim kontrolümüzde ne mücadelesi diyorsunuz içinizden komutanınız devam ediyor.
-Tüm anadolu’ya hastane, okul, yurt, sosyal hizmet binaları, ibadethane, fabrika, tersane, Kadınlara eşit haklar vs, vs, vs.
Anlıyorsunuz yeni bir devlet kuruluyor eskisinin küllerinden…