kahve ile aramda hep garip bir ilişki oldu. aşk ve nefret ilişkisi belki de biraz.
annem bana hamile iken midesi fazla bulandığı için ana besin kaynaklarından biri kahve çekirdeği imiş. ana besin kaynaklarından biri diyorum çünkü kendisinin mide bulantısını alan yegane şey olduğu için hamile olmasına rağmen ciddi miktarda tüketmek zorunda kalmış. o yüzden, tüm aile ela rengi gözlere sahipken benim kahverengi gözlerimden kahve sorumluydu benim için. (renkli gözleri pek severim.) evet, biliyorum, hiç bilimsel değil, ama kahveyi suçlamayı seçtim.
kahve içmeye de ne zaman başladığımı hatırlamayacak kadar küçük yaşta başladım. sütün tadını sevmediğim için granül kahve ve şeker katıp içtiğimi çok net hatırlıyorum. bu biberon olmayan ama biberona benzeyen geçiş dönemi bardakları vardır ya, onlarda içtiğimi hatırlıyorum mesela. ki anaokulundan önceye denk geliyor. küçücük çocuğa kahve içirilir mi, nasıl ebeveynlerin var derseniz, içirmiyorlardı. ama yasak olduğunu da hatırlamıyorum. zaten kendim hazırlıyordum. haberleri olduklarından şüpheliyim. (ama kesin vardır, baya içiyordum sanki.) ufacık çocuk nasıl kendi başına bardağını alıyor, kavanozu açıp bardağın içine kahve koyuyor, efendime söyleyeyim şeker koyuyor, süt koyuyor, karıştırıyor da içiyor diyip şaşıracak, hadi oradan diyecek olursanız meraklı bir çocuk olduğumu belirteyim. küçükken, biri ölüm tehlikesi olmak üzere 3 kere ciddi anlamda şebeke elektiriği ile çarpıldığımı (ufak tefek çarpılmaları saymıyorum.) eklersem ne kadar meraklı olduğumu belki kanıtlamış olurum. yoo, dostlarım; yaramaz değildim, meraklıydım. zamanımın çoğunu ansiklopedi karıştırarak, çocuk kitapları okuyarak geçirirdim, bir de evde sağı solu karıştırarak. (geçenlerde farkettim ki küçükken babamın alet çantasında bulduğum, anlam veremediğim şey "kalpiye" imiş.)
ilkokul yıllarında dripper denen aleti keşfettiğimi hatırlıyorum. icat etmek anlamında değil, "anne bu bardağın altı neden delik" düzeyinde, bahsi geçen aletin varlığından haberdar olmak anlamında. filtrelerinin pek kolay bulunmadığı için çok kullanmadığımızı söylemişti annem. haftasonu kahvaltılarında kullanıyorduk genelde. bahsi geçen dripper, melitta bu arada. üzerinde kocaman çatlak var artık, ama hala en çok ve en severek kullandığım kahve aleti. bu arada nasıl stok yapmışsak, taşınırken en az 15 sene öncesinden bir paket filtre buldum. artık kolay bulunuyor neyse ki.
gel zaman, git zaman ben liseye başladım tabi. sonra öğrendim ki kahve dehidrasyon yaparmış, at gibi terletirmiş yani anlayacağınız. ulan dedim, benim ellerim o yüzden mi hep çok terliyor, o yüzden mi hep sınav kağıtlarım sulu boya kağıdı gibi dalga dalga. kahveyi suçladım yine. zaten azalttığım kahveyi, son sınıfta bir mezunun okul ziyareti sırasında "sakın öss'ye çay, kahve içerek girmeyin, çok terlersiniz" demesi sebebiyle tamamen bıraktım. keşke bırakmasaymışım. zaten geometri hocasını ziyarete gelmişti, ki beni çok sevdiğim geometriden soğutan hocaydı. garip bir çekiciliği vardı kadının ama geometriden soğuttuğu için affetmiyorum. bu sefer kahveyi değil, geometriyi suçluyorum. GEOMETRİ suçlusun.
her neyse üniversite yıllarımda kahveyle minimum ilişkide bulundum. yine de sınav dönemleri, maket teslimleri gibi sabahlamanın zaruri olduğu dönemlerde içeyim de uyanık kalayım diyerek tükettiğim kahvelerin dokunduğunu farkettim. ağzım kuruyordu, halsizleşiyordum, terliyordum, efendime söyleyeyim kakam geliyordu, evet hem de fena halde KAKAM GELİYORDU. böylece kahveden bir kere daha nefret etmiş oldum.
sonra, kız arkadaşım kahve molalarıyla, "dur, şu kahvemi içeyim, kalkacağım"larıyla beni saatlerce bekletiyordu, hala da bekletiyor. ayrıca şuruplu, sütlü, şekerli, kahve demeye bin şahit isteyen şeyler içerek uzun süre beni çıldırttı. neyse ki artık şekeri bıraktı en azından. hee, bir de gezinin en ateşli zamanları starbaksa giderek çıldırttı, öncesinde de çıldırtıyordu, çünkü starbaksta cafe latte dışında bir şey isteseniz bile cafe latte geliyor. (ben hala boykottayım bu arada.) kaslı kaslı, maço görünüşlü adamların "karamelli vayt çaklıt moka" sipariş etmesi de ayrıca komiğime gidiyor her zaman. benim için starbaks maço adamların "karamelli vayt çaklıt moka" söyleyip, gelen kafe latteyi içtikleri yer.
tüm bunların üstüne, açılan 100 adet yeni nesil "3. dalga" kahveciden yalnızca 3-4 tanesinin iyi iş çıkarıyor olmasına rağmen yeni bir 100 tanesinin daha açılıyor olması sinirimi bozuyor. pek sevdiğim kadıköy'de her gün yeni bir mekan görüyorum ama kahveleri ciddi anlamda berbat. açılan bu kadar mekan bazı semtleri resmen turistik semt haline getirdi. her şeyin bokunu çıkaran bir toplum olduğumuz için şu sıralar da bunun bokunu çıkarıyoruz ve bu durum kahve kültürünü iki adım ileri taşıyorsa bir adım da geri götürüyor. neyse ki osmanlı torunuyuz ve mehteran misali iki ileri bir gerilere aşinayız! KAHVE, YİNE SUÇLUSUN.
yetmezmiş gibi pek sevdiğim ağabeyim de geçen sene şu boktan kahveciler kervanına katıldı. itiraz ettim, ama ikna edemedim. KAHVE, YİNE SUÇLUSUN. iyi yönünden bakacak olursak baristalık öğrendim birazcık.
sonuç olarak, zaman içerisinde kahveye yeniden başladım. oldukça da severek tüketiyorum, iyi ve severek hazırlanmış bir kahveye her zaman sevgim var ve kendimi bu konuda geliştirmek isterim. kahve kültürünün gelişmesinin de "iyi kahve" getireceğinin farkındayım. bu seneki festivale de gideceğim yine muhtemelen. fakat şu kitlesel "heyecan"ın geçmesini ve kahvenin "overrated" halinden sıyrılmasını da dört gözle bekliyor olacağım.