five
Part time turcu
- Kayıt
- 29 Temmuz 2005
- Mesaj
- 1.482
- Tepki
- 4.028
- Yaş
- 53
- Şehir
- İstanbul-Bostancı
- Başlangıç
- 1995—96
- Bisiklet
- Diğer
- Bisiklet türü
- Şehir - Tur
Merhaba,
Marmara, Ege, Akdeniz, Karadeniz kıyılarında ve içerilerde yaptığımız turlardan sonra artık aklımda Kuzeyden güneye gitmek, bir Sinop-Anamur turu yapmak vardı. Tur arkadaşlarıma düşüncemi açtığımda pek iştahlı olmadıklarını gördüm. Zor olacağını ve daha düz rotaları tercih edeceklerini söylediler. Bu durumda yalnız kalmıştım ama genelde yalnız olduğum için gerçekleştiremediğim bir tur olmadı. Aklıma koymuştum bir kere… Taa ki Uğur’un, geçen sene düşündüğümüz halde mali sebeplerden gerçekleştiremediğimiz Yunanistan turunu bu sene yapma teklifine kadar.
Geçen sene epeyce yeşillenmiş, rotalara bakmış, maliyet çıkarmış ama sonunda bu tur için gerekli mali yükün altına -o zaman için- girmemenin daha iyi olacağını düşünmüştük. “Seneye inşallah” demiştik kendi kendimize. İşte “seneye” olmuştu ve kendimizi Yunanistan turunu planlarken bulmuştuk birden bire. Zaten Yunanistan tur önerisi ilk kez Uğur’dan gelmişti ve sebebini, kendince, son derece geçerli bir biçimde özetlemişti : “Yollara baktım. (MapMyRide’ı kastediyor) Dümdüz ! “
Tur zamanımızı Eylül ayı olarak belirlemiştik hem çok sıcak hem de çok soğuk olmasın diye. Tüm yazımız da tur hayali ve planlaması ile geçmişti. Hatta yazın başında DNR’dan bir Yunanistan haritası bile almıştım. Ve o an kendi kendimi turu bu gerçekleştireceğimize inandırmıştım. İş yoğunluğumuzun el vermemesi turun detaylı planlanmasına pek olanak sağlamıyordu ama öğle arası veya boş zamanlarda turu konuşur olmuştuk aramıza. Gerekli malzemeler, takvim, harcamalar vs. sürekli konuştuğumuz konular olmuştu. Nihayetinde de iş yerinde bir akşam kalıp dersimize daha sıkı çalışmaya başladık. Odamdaki masaya büyük Yunanistan haritasını açtık. Bilgisayarda Google Maps ve MapMyRide açıktı. Gideceğimiz yönü harita ve Google Maps üzerinden inceliyor, günlük mesafeyi çıkarıyor, akşam konaklama alternatiflerimizi , görmek üzere belirlediğimiz yerleri not alıyorduk. Kendimce Yunanistan’da mutlaka görmemiz gerekli dediğim 3 yer belirlemiştim. Tabi ki ilk sırada Selanik’te Atatürk’ün doğduğu ev vardı. İkinci olarak uzun zamandan beri haberdar olduğum ve konu Yunanistan olduğunda mutlaka görülmesi tavsiye edilen Meteora Manastırları vardı. Son olarak da Atina’daki Akropol. Toplam 12 günlük bir süre belirlemiştik Atina’ya varmak için. Sonrası ise Pire Limanı’ndan feribotla Midilli Adasına, oradan Ayvalık’a ve otobüs yolculuğuyla İstanbul’a varış şeklinde olacaktı. Aslında aklımda Ayvalık-Bandırma etabında da pedallamak vardı ama sonra vazgeçtim.
Yaptığımız plana göre tura İpsala’dan başlayacak ve sınırı geçecektik. Bisikletle sınırı geçmek bizde çok büyük bir heyecan yaratıyordu. Daha önce Doğu Karadeniz turumda Sarp Sınır Kapısı’na kadar gitmiş ama Gürcistan’a geçmemiştim. Bu sefer Yunanistan sınırını geçecektim ve doğal olarak hem merak hem de heyecan hissediyordum.
İpsala’ya Esenler otogarından otobüsle gidecektik. Uğur otogara uğrayıp firmaların otobüs saatlerini öğrenmişti. İpsala’ya günde 2 sefer varmış. Sabah 09:00 ve 15:00’te. Onun dışında saat başlarında Keşan’a otobüs varmış. Cumartesi sabah erkenden otogarda olmak gerektiğinden ve Anadolu yakasında oturduğumdan hafta için bisikletimi ve çantayı Uğur’a bırakmıştım. Cuma akşamı eşim ve kızımla vedalaşıp saatimi erkene kurdum. Ertesi gün başlayacak macerayı düşünerek uykuya daldım.
Yunanistan Bisiklet turu rotası
http://s5.postimg.org/6bbpbb8mf/0_Yunanistan_turu.png
14/09/2013 – 1. Gün : İstanbul – (Otobüsle) Keşan – Alexandropolis (Dedeağaç)
Sabah erken saatte metro ve metrobüsle Avrupa yakasına geçtim. Uğur arabayla karşıladı beni. Evde bisikletleri hazırladık ve erkenden yola çıktık. 08:00 – 08:30 aralığında otogarda olmayı planlıyorduk. Hava geceden yağmur indirmiş olduğu için yerler kısmen ıslaklığını koruyordu. Özellikle yokuş aşağı çok dikkatli inmeye çalışıyorduk. Otogara yakın bir iniş sırasında önümde olan Uğur’un bisikletinin yalpaladığını gördüm. Bir anda Uğur yere düştü. Hemen durdum. Uğur da ben de şaşırmıştık. Sonra anlaşıldı ki arka fren pedleri yerinde çıkmış ve fren tutmamış. Uğur pedleri arayıp buldu ama pim yoktu. Zaten pedlerin yerinden çıkması için pimin de yerinde olmaması gerekiyordu. Pimleri yerine takmaya çalıştık ama pistonlar da yerinde oynamıştı. Takmaya zorlarken Uğur dur demeye kalmadan bir vidayı gevşetmeye çalıştı ve işte o anda damlamaya başlayan hidrolik bize sorunun büyük olduğunu gösterdi. Kendimiz halledemeyeceğimiz için Cumartesi sabah saatlerinde Bayrampaşa’da bisikletçi aramaya başladık. Tabi bulmak ne mümkün ! Ya bulduklarımız açık değildi ya da hidrolik diskten anlamıyordu. (Buna bir Salcano servisi de dahil.) Çaresiz Sirkeci’ye gitmeye karar verdik. Sirkeci’ye kadar yüklü bisikletlerle gitmek ve gelmek bizi yeterince geciktirecekti zaten ama bir de eksik fren hidroliğinin tamamlanması ve havasını alınması işlemi düşündüğümüzden uzun sürdü. Vakit öğleye yaklaştığı ve kahvaltı da yapmadığımız için bir kaşarlı dürümü de araya sıkıştırıp geri döndük. İpsala otobüsünü kaçırmış olduğumuz için ilk Keşan otobüsüne binmeye kara verdik. Tabi 2 bisikleti birden alacak olana… 13:00 otobüsüne binerek Keşan’a hareket ettik.
Keşan’a 17:00 civarında varabildik. Otobüs tüm ara duraklarda durduğu ve yolcu aldığı için düşündüğümüzden daha fazla sürdü yolculuk. 17:30 olduğunda artık yola çıkmaya hazırdık.
Keşan-İpsala arası ekstra 20 Km. demekti bugün için. Gecikmiştik ama gün kaybetmemek için sınır geçmeye karar verdik. Gece de olsa yola devam edip ilk günkü hedefimiz olan Dedeağaç’a (Alexandropolis) varacaktık. Akşam 19:00 civarı sınıra vardık. Yolu sağa çeviren tabela, araçların arka arkaya sıralanması, pasaport kontrolü kısmına geldiğimizi gösteriyordu. Ama Sarp sınır kapısında gördüğüm ve burada da olduğunu düşündüğüm “Kara Hudut Kapısı” yazısını görememiş ve altında fotoğraf çektirme hayalimi gerçekleştirememiştim. Hem Türkiye plakalı hem de Yunan plakalı araçlar bekliyordu kuyrukta. Bisikletli oluşumuz sıra beklemeden devam etmemizi sağladı. Pasaport kontrolünü geçtikten sonra tırların park ettiği, yeme-içme yerlerinin ve freeshop’un olduğu alanda durdum. Uğur’un pasaport kontrolünden geçmesini bekledim. Bu arada aynı bölgede olan tır şoförlerinin de dikkatini çektik. Yanımıza geldiler. Konuşmaya başladık ve onlardan yol hakkında bilgi aldık. Vedalaşıp araçların çıkışları ile ilgili işlemlerin yapıldığı son geçiş noktasının önünden geçtik. Meriç üzerindeki köprüye geldiğimizde macera başlıyor dedim içimden. Türkiye istikametine doğru son bir kez dönüp batık ve Yunanistan tarafına doğru ilerlemeye başladık. İçimde hafif bir tedirginlik vardı sınır geçişi ve askeri bölge olmasından dolayı. Önce Türk askerlerine iyi nöbetler diledik sonra da Yunan askerlerine selam verdik ve Yunan sınır kapısına geldik. Giriş istikameti burada da sağa doğru ayrılıyordu geliş istikametinden. Ama giriş kısmında su dolu genişçe bir havuzcuk vardı. Sanıyorum içi ilaçlı su doluydu . Araçlar bu suya girerek devam ediyorlardı sınır kapısına doğru. Bisikletli de olsak burada suya girmeden devam edemiyorduk çünkü kenarda duvarlar vardı. İşte bu noktada kendimi çok kötü hissettim. Sanki “Ayağının tozunu, kirini sil de öyle gel.” der gibiydi bu uygulama.
Sınırdaki pasaport kontrol noktasına yaklaştığımda artık akşam olmuştu. Burada da araçlar arka arkaya sıralanmıştı. Hatta Türkiye tarafında kuyrukta karşılaştığımız araçları burada da gördük. Ama bir fark vardı. Buradaki kuyruk ilerlemiyordu. Araçlar kapalı bir bariyerin önünde bekliyorlar, bariyerin arkasında da polisler ve gümrük görevlileri bekliyordu. Herhangi bir işlem vs. de yapılmıyordu. Sadece bekliyordu herkes. Sadece daha ileride Bulgaristan plakalı bir aracın şoförü sürekli arabadan bir şeyler indiriyordu. Sanırım arama yapılıyordu. En önde bekleyen araçtan birileri nöbet değişim saati olduğunu söyledi. Anlamsız bekleyiş de sürüyordu bu arada. Ben, bir cesaret bisikletimle bariyerin yanından dolaşıp ileride bekleşen görevlilerin yanı doğru gittim. Kendimce ne olduğunu öğrenmek, bu anlamsız beklemeye bir anlam kazandırmak için… Ve beklediğim anlamı da buldum. Bekleyen polislerden biri bana bariyeri göstererek geri gitmemi ve orada beklememi söyledi. Dediğini yaparak geriye döndüm. Bu sefer daha anlamlı bir şekilde beklemeye başladım.
Beklemek sorun değildi ama sivrisinekler ciddi sorundu. Hiçbir fırsatı kaçırmadan ısırıyorlar, ısırdıkları yeri de şişiriyorlardı. (Hatta Uğur facebook’ta paylaştı şişmiş yerlerin fotoğrafını –ki sinek ısırığı demek hafif kalıyordu bu görüntüye-) Hemen, yanıma aldığım sinek kovucu losyonu sürmeye başladım kollarıma, bacaklarıma, açık yerlerime. Evet bu gibi durular için (itiraf edeyim bu gibi durumlar için değil gece otel odasındaki davetsiz misafirler için) yanıma almıştım. Bu anlamsız bekleyişte kaç sineğe meze olacağımızı bilemediğim için tedbirimizi alalım diye. Nihayet birileri geldi, birileri gitti, aranan aracın şoförü dağıttığı eşyalarını topladı ve bariyer kalktı. Biz de hemen pasaport kontuarındaki polisin karşısında yerimizi aldık. Pasaportların vize sayfaları açık bir şekilde… Hatta yurt dışı çıkış harcımızı bile yatırdık. Onu ilgilendirir mi bilmem ama…
İnsan sınır geçince hemen başka bir dünyaya gireceğini sanıyor ama aslında coğrafi olarak bir değişiklik yoktu etrafta. Zaten hava da karardığı için bir şey de göremiyorduk. Tam bu sırada yaşadığımız (aslında kişisel olarak diyelim) ikinci talihsizlik ön far bağlantı noktasını kırılmış olduğu fark etmem oldu. Far düştü düşecek. Bu durumda Uğur’u öne alıp bir süre farsız onu takip ederek ilerlemeye çalıştım. Ama baktım ki önümü görmekte zorlanıyorum çareyi farı elimde tutarak ilerlemekte buldum. Gidon tutuşu zor da olsa en azından yolumu aydınlatabiliyordum.
Haritadan belirlediğimiz yol, klasik olarak, otoban dışındaki ana yoldu. Ama ummadığımız bir şekilde otobanın bisiklet ve traktörlere de açık olduğunu gösteren levhayı gördük. Gecenin o vaktinde sadece pedal basacak olmamız, çevreyi görme şansımızın olmaması, yolu bir miktar kısaltması ve en önemlisi de sağı solu kapalı bir yolda olmak ve gece vakti köpek tehdidinin az olması bizi otobandan devam etmeye yöneltti. Kısacası otobanda daha rahat olacağımızı düşündük. İşin ilginç tarafı, motorsuz araçlara –yani bisiklete- açık olan otobanda evcil havyan çıkabilir levhası da vardı. Kısaca, otoban özellikleri göstermeyen bir otoban. Ve duracak bir dinlenme tesisi hatta benzin istasyonu bile olmayan sadece belirli mesafelerde tuvalet ihtiyacı için yapılan tesisler barındıran bir otoban. Benzinlik veya dinlenme tesisi için yan yollara çıkılması gereken bir otoban. Ve tabi ücretsiz bir otoban.
Gece olduğundan serinlik çıkmıştı ama asıl problem çok ciddi anlamda uykumun gelmiş olmasıydı. Neredeyse bisiklet tepesinde uyumaya başlayacaktım. Uyumamak için Uğur’dan sakız aldım ve çiğnemeye başladım. Aslında kask taktığımda sakız çiğnemiyorum çünkü çiğneme hareketi kask taktığım için şakaklarımın sıkışmasına yol açıyor ve zamanla acı veriyor.
Uykuyu üzerimden atıp pedallara asıldım. Arada durup mesafeyi kontrol ediyorduk. Ne kadar yolumuz kaldığını gece karanlığında kestirmek biraz zor oluyordu ama levhalardaki mesafe bilgilerine de pek güvenmemiz gerektiğini 5 km. kaldığını hesapladığımız yerde Alexandropolis’e (Dedeağaç) 26 Km. kaldığını söyleyen levhayı görünce anladık. Ama gerçekte 5 km kaldığından telaşımız da kısa sürdü. Yunanistan otoban ve yollarında ilginç bir mesafe gösterim şekli var. Bizdeki gibi belirli kilometre aralıklarında mesafe belirten tabelalarla karşılaşmadık. Genelde kavşak noktalarında yer isimlerinin yanında mesafeleri yazıyordu. Bir de dikkatimizi çeken ve ne olduğuna (daha doğrusu nereyi kast ettiğine) anlam veremediğimiz bir levhada H 650 yazıyordu. 1 Km sonra H 649, H 648 … bu şekilde devam ediyordu. Bu H neresidir hala bilmiyoruz. Atina mı ? Korint mi ? Yoksa başka bir yer mi ? Ayrıca bir de yolda, yanında yer ismi yazmayan, zaman zaman son yerleşim yerinden itibaren, artarak devam eden veya gideceğimiz yere doğru azalan sayılar görüyorduk tabelalarda. Bu bizim çıkarımımız tabi. Ne kadar yol yaptığımız ya da kaldığını tahmin ediyorduk bu şekilde. Fakat beni en çok şaşırtan levha, her kilometrede artan veya azalan sayıların olduğu tabelaların arasında üzerinde sadece 0.5 yazan tabelalardı. Kısaca yolun sağı levha doluydu Sonunda, Yunanistan karayollarının yöneticilerinden birinin tanıdığı birilerini zengin etmek için böyle bir tabela yığını oluşturduğunu düşünmeye başladım. Kısaca bir yandaşı zengin etmenin örneği gibiydi.
Alexandropolis (Dedeağaç)’e vardığımızda gece saat 11:00 olmuştu. Hem yorgun hem de uykusuzduk ama çok daha önemlisi de açtık. Cumartesi gecesi olduğundan sokaklar hareketliydi. Hatta umduğumuzdan daha hareketliydi. Ama nerede bir şeyler yiyeceğimize daha da önemlisi ne yiyeceğimize karar verememiştik. En sonunda pizzada karar kıldık. Garip bakışlar arasında bir yere oturduk. Zorlukla da olsa siparişimizi verdik. Zorluğun sebebi içinde domuz eti olmayan bir pizza sipariş etmek istememizdi. Sonunda düşündüğümüzden daha büyük porsiyonda pizzalar geldi. Mideye indirdik ve kalacak yer aramaya başladık. Uğur Booking.com sitesinden bulunduğumuz (veya gideceğimiz) yerde uygun fiyatlı bir otelin yerini belirliyor ve direkt oraya yöneliyorduk. Aslında bu yöntem hem fiyat anlamında bir sürpriz yaşamamıza hem de otel ararken zaman kaybetmememize sebep oluyordu. Sonunda otele vardık ve geç vakitte duş alıp uykuya daldık.
VDO MC 2.0 WL bilgileri
İstanbul-Bayrampaşa-Sirkeci-Esenler : 30 km.
Keşan-İpsala-Sınır-Dedeağaç : 79,24 Km.
İstanbul çıkış : 13:00, Keşan Çıkış : 17:00, Varış:23:00
Sürüş zamanı : 04:23 saat
Ortalama Hız : 18,05 Km/s
Max. Hız : 42,09 Km/s
Ortalama Eğim Çıkış : %2
Max Eğim Çıkış : %5
Ortalama Eğim İniş : %-2
Max Eğim İniş : %-8
(link)
http://s5.postimg.org/j01eh8pd3/1_Kesan_Alexandropolis.png
Keşan’dan itibaren ilk kilometreler Uğur
http://s5.postimg.org/whlbwtilj/IMG_0001_800x600.jpg
Ve ben
http://s5.postimg.org/ufkuikkmf/IMG_0002_800x600.jpg
Akşam vakti Keşan’ı geride bıraktık
http://s5.postimg.org/4y2fyz2w7/IMG_0003_600x800.jpg
Sınırın Türkiye tarafında pasaport kontrolünü geçtikten sonraki bekleme alanında
http://s5.postimg.org/kief392ef/IMG_0004_800x600.jpg
Uğur da geldi
http://s5.postimg.org/65kz4xief/IMG_0006_800x600.jpg
Araç evraklarının kontrol edildiği son bankoya selam verip geçtik
http://s5.postimg.org/9uao4esfb/IMG_0008_800x600.jpg
İstikamet Meriç Nehri
http://s5.postimg.org/6wdpapkrr/IMG_0012_800x600.jpg
Türkiye ile Yunanistan arasındaki fiziksel sınırdan geçerken
http://s5.postimg.org/3s31dx3zb/IMG_0013_800x600.jpg
Gün battıktan sonra Yunanistan’a doğru
http://s5.postimg.org/do44dk9rb/IMG_0014_800x600.jpg
Memlekete son bakış…
http://s5.postimg.org/j8l71xy07/IMG_0016_800x600.jpg
http://s5.postimg.org/6rejes2uf/IMG_0018_800x600.jpg
Yunanistan’a gelmeden son kare. Bundan sonra hem güvenlik anlamında hem de gece olduğundan başka fotoğraf çekemedik.
http://s5.postimg.org/4y71cps9z/IMG_0020_600x800.jpg
Marmara, Ege, Akdeniz, Karadeniz kıyılarında ve içerilerde yaptığımız turlardan sonra artık aklımda Kuzeyden güneye gitmek, bir Sinop-Anamur turu yapmak vardı. Tur arkadaşlarıma düşüncemi açtığımda pek iştahlı olmadıklarını gördüm. Zor olacağını ve daha düz rotaları tercih edeceklerini söylediler. Bu durumda yalnız kalmıştım ama genelde yalnız olduğum için gerçekleştiremediğim bir tur olmadı. Aklıma koymuştum bir kere… Taa ki Uğur’un, geçen sene düşündüğümüz halde mali sebeplerden gerçekleştiremediğimiz Yunanistan turunu bu sene yapma teklifine kadar.
Geçen sene epeyce yeşillenmiş, rotalara bakmış, maliyet çıkarmış ama sonunda bu tur için gerekli mali yükün altına -o zaman için- girmemenin daha iyi olacağını düşünmüştük. “Seneye inşallah” demiştik kendi kendimize. İşte “seneye” olmuştu ve kendimizi Yunanistan turunu planlarken bulmuştuk birden bire. Zaten Yunanistan tur önerisi ilk kez Uğur’dan gelmişti ve sebebini, kendince, son derece geçerli bir biçimde özetlemişti : “Yollara baktım. (MapMyRide’ı kastediyor) Dümdüz ! “
Tur zamanımızı Eylül ayı olarak belirlemiştik hem çok sıcak hem de çok soğuk olmasın diye. Tüm yazımız da tur hayali ve planlaması ile geçmişti. Hatta yazın başında DNR’dan bir Yunanistan haritası bile almıştım. Ve o an kendi kendimi turu bu gerçekleştireceğimize inandırmıştım. İş yoğunluğumuzun el vermemesi turun detaylı planlanmasına pek olanak sağlamıyordu ama öğle arası veya boş zamanlarda turu konuşur olmuştuk aramıza. Gerekli malzemeler, takvim, harcamalar vs. sürekli konuştuğumuz konular olmuştu. Nihayetinde de iş yerinde bir akşam kalıp dersimize daha sıkı çalışmaya başladık. Odamdaki masaya büyük Yunanistan haritasını açtık. Bilgisayarda Google Maps ve MapMyRide açıktı. Gideceğimiz yönü harita ve Google Maps üzerinden inceliyor, günlük mesafeyi çıkarıyor, akşam konaklama alternatiflerimizi , görmek üzere belirlediğimiz yerleri not alıyorduk. Kendimce Yunanistan’da mutlaka görmemiz gerekli dediğim 3 yer belirlemiştim. Tabi ki ilk sırada Selanik’te Atatürk’ün doğduğu ev vardı. İkinci olarak uzun zamandan beri haberdar olduğum ve konu Yunanistan olduğunda mutlaka görülmesi tavsiye edilen Meteora Manastırları vardı. Son olarak da Atina’daki Akropol. Toplam 12 günlük bir süre belirlemiştik Atina’ya varmak için. Sonrası ise Pire Limanı’ndan feribotla Midilli Adasına, oradan Ayvalık’a ve otobüs yolculuğuyla İstanbul’a varış şeklinde olacaktı. Aslında aklımda Ayvalık-Bandırma etabında da pedallamak vardı ama sonra vazgeçtim.
Yaptığımız plana göre tura İpsala’dan başlayacak ve sınırı geçecektik. Bisikletle sınırı geçmek bizde çok büyük bir heyecan yaratıyordu. Daha önce Doğu Karadeniz turumda Sarp Sınır Kapısı’na kadar gitmiş ama Gürcistan’a geçmemiştim. Bu sefer Yunanistan sınırını geçecektim ve doğal olarak hem merak hem de heyecan hissediyordum.
İpsala’ya Esenler otogarından otobüsle gidecektik. Uğur otogara uğrayıp firmaların otobüs saatlerini öğrenmişti. İpsala’ya günde 2 sefer varmış. Sabah 09:00 ve 15:00’te. Onun dışında saat başlarında Keşan’a otobüs varmış. Cumartesi sabah erkenden otogarda olmak gerektiğinden ve Anadolu yakasında oturduğumdan hafta için bisikletimi ve çantayı Uğur’a bırakmıştım. Cuma akşamı eşim ve kızımla vedalaşıp saatimi erkene kurdum. Ertesi gün başlayacak macerayı düşünerek uykuya daldım.
Yunanistan Bisiklet turu rotası
http://s5.postimg.org/6bbpbb8mf/0_Yunanistan_turu.png
14/09/2013 – 1. Gün : İstanbul – (Otobüsle) Keşan – Alexandropolis (Dedeağaç)
Sabah erken saatte metro ve metrobüsle Avrupa yakasına geçtim. Uğur arabayla karşıladı beni. Evde bisikletleri hazırladık ve erkenden yola çıktık. 08:00 – 08:30 aralığında otogarda olmayı planlıyorduk. Hava geceden yağmur indirmiş olduğu için yerler kısmen ıslaklığını koruyordu. Özellikle yokuş aşağı çok dikkatli inmeye çalışıyorduk. Otogara yakın bir iniş sırasında önümde olan Uğur’un bisikletinin yalpaladığını gördüm. Bir anda Uğur yere düştü. Hemen durdum. Uğur da ben de şaşırmıştık. Sonra anlaşıldı ki arka fren pedleri yerinde çıkmış ve fren tutmamış. Uğur pedleri arayıp buldu ama pim yoktu. Zaten pedlerin yerinden çıkması için pimin de yerinde olmaması gerekiyordu. Pimleri yerine takmaya çalıştık ama pistonlar da yerinde oynamıştı. Takmaya zorlarken Uğur dur demeye kalmadan bir vidayı gevşetmeye çalıştı ve işte o anda damlamaya başlayan hidrolik bize sorunun büyük olduğunu gösterdi. Kendimiz halledemeyeceğimiz için Cumartesi sabah saatlerinde Bayrampaşa’da bisikletçi aramaya başladık. Tabi bulmak ne mümkün ! Ya bulduklarımız açık değildi ya da hidrolik diskten anlamıyordu. (Buna bir Salcano servisi de dahil.) Çaresiz Sirkeci’ye gitmeye karar verdik. Sirkeci’ye kadar yüklü bisikletlerle gitmek ve gelmek bizi yeterince geciktirecekti zaten ama bir de eksik fren hidroliğinin tamamlanması ve havasını alınması işlemi düşündüğümüzden uzun sürdü. Vakit öğleye yaklaştığı ve kahvaltı da yapmadığımız için bir kaşarlı dürümü de araya sıkıştırıp geri döndük. İpsala otobüsünü kaçırmış olduğumuz için ilk Keşan otobüsüne binmeye kara verdik. Tabi 2 bisikleti birden alacak olana… 13:00 otobüsüne binerek Keşan’a hareket ettik.
Keşan’a 17:00 civarında varabildik. Otobüs tüm ara duraklarda durduğu ve yolcu aldığı için düşündüğümüzden daha fazla sürdü yolculuk. 17:30 olduğunda artık yola çıkmaya hazırdık.
Keşan-İpsala arası ekstra 20 Km. demekti bugün için. Gecikmiştik ama gün kaybetmemek için sınır geçmeye karar verdik. Gece de olsa yola devam edip ilk günkü hedefimiz olan Dedeağaç’a (Alexandropolis) varacaktık. Akşam 19:00 civarı sınıra vardık. Yolu sağa çeviren tabela, araçların arka arkaya sıralanması, pasaport kontrolü kısmına geldiğimizi gösteriyordu. Ama Sarp sınır kapısında gördüğüm ve burada da olduğunu düşündüğüm “Kara Hudut Kapısı” yazısını görememiş ve altında fotoğraf çektirme hayalimi gerçekleştirememiştim. Hem Türkiye plakalı hem de Yunan plakalı araçlar bekliyordu kuyrukta. Bisikletli oluşumuz sıra beklemeden devam etmemizi sağladı. Pasaport kontrolünü geçtikten sonra tırların park ettiği, yeme-içme yerlerinin ve freeshop’un olduğu alanda durdum. Uğur’un pasaport kontrolünden geçmesini bekledim. Bu arada aynı bölgede olan tır şoförlerinin de dikkatini çektik. Yanımıza geldiler. Konuşmaya başladık ve onlardan yol hakkında bilgi aldık. Vedalaşıp araçların çıkışları ile ilgili işlemlerin yapıldığı son geçiş noktasının önünden geçtik. Meriç üzerindeki köprüye geldiğimizde macera başlıyor dedim içimden. Türkiye istikametine doğru son bir kez dönüp batık ve Yunanistan tarafına doğru ilerlemeye başladık. İçimde hafif bir tedirginlik vardı sınır geçişi ve askeri bölge olmasından dolayı. Önce Türk askerlerine iyi nöbetler diledik sonra da Yunan askerlerine selam verdik ve Yunan sınır kapısına geldik. Giriş istikameti burada da sağa doğru ayrılıyordu geliş istikametinden. Ama giriş kısmında su dolu genişçe bir havuzcuk vardı. Sanıyorum içi ilaçlı su doluydu . Araçlar bu suya girerek devam ediyorlardı sınır kapısına doğru. Bisikletli de olsak burada suya girmeden devam edemiyorduk çünkü kenarda duvarlar vardı. İşte bu noktada kendimi çok kötü hissettim. Sanki “Ayağının tozunu, kirini sil de öyle gel.” der gibiydi bu uygulama.
Sınırdaki pasaport kontrol noktasına yaklaştığımda artık akşam olmuştu. Burada da araçlar arka arkaya sıralanmıştı. Hatta Türkiye tarafında kuyrukta karşılaştığımız araçları burada da gördük. Ama bir fark vardı. Buradaki kuyruk ilerlemiyordu. Araçlar kapalı bir bariyerin önünde bekliyorlar, bariyerin arkasında da polisler ve gümrük görevlileri bekliyordu. Herhangi bir işlem vs. de yapılmıyordu. Sadece bekliyordu herkes. Sadece daha ileride Bulgaristan plakalı bir aracın şoförü sürekli arabadan bir şeyler indiriyordu. Sanırım arama yapılıyordu. En önde bekleyen araçtan birileri nöbet değişim saati olduğunu söyledi. Anlamsız bekleyiş de sürüyordu bu arada. Ben, bir cesaret bisikletimle bariyerin yanından dolaşıp ileride bekleşen görevlilerin yanı doğru gittim. Kendimce ne olduğunu öğrenmek, bu anlamsız beklemeye bir anlam kazandırmak için… Ve beklediğim anlamı da buldum. Bekleyen polislerden biri bana bariyeri göstererek geri gitmemi ve orada beklememi söyledi. Dediğini yaparak geriye döndüm. Bu sefer daha anlamlı bir şekilde beklemeye başladım.
Beklemek sorun değildi ama sivrisinekler ciddi sorundu. Hiçbir fırsatı kaçırmadan ısırıyorlar, ısırdıkları yeri de şişiriyorlardı. (Hatta Uğur facebook’ta paylaştı şişmiş yerlerin fotoğrafını –ki sinek ısırığı demek hafif kalıyordu bu görüntüye-) Hemen, yanıma aldığım sinek kovucu losyonu sürmeye başladım kollarıma, bacaklarıma, açık yerlerime. Evet bu gibi durular için (itiraf edeyim bu gibi durumlar için değil gece otel odasındaki davetsiz misafirler için) yanıma almıştım. Bu anlamsız bekleyişte kaç sineğe meze olacağımızı bilemediğim için tedbirimizi alalım diye. Nihayet birileri geldi, birileri gitti, aranan aracın şoförü dağıttığı eşyalarını topladı ve bariyer kalktı. Biz de hemen pasaport kontuarındaki polisin karşısında yerimizi aldık. Pasaportların vize sayfaları açık bir şekilde… Hatta yurt dışı çıkış harcımızı bile yatırdık. Onu ilgilendirir mi bilmem ama…
İnsan sınır geçince hemen başka bir dünyaya gireceğini sanıyor ama aslında coğrafi olarak bir değişiklik yoktu etrafta. Zaten hava da karardığı için bir şey de göremiyorduk. Tam bu sırada yaşadığımız (aslında kişisel olarak diyelim) ikinci talihsizlik ön far bağlantı noktasını kırılmış olduğu fark etmem oldu. Far düştü düşecek. Bu durumda Uğur’u öne alıp bir süre farsız onu takip ederek ilerlemeye çalıştım. Ama baktım ki önümü görmekte zorlanıyorum çareyi farı elimde tutarak ilerlemekte buldum. Gidon tutuşu zor da olsa en azından yolumu aydınlatabiliyordum.
Haritadan belirlediğimiz yol, klasik olarak, otoban dışındaki ana yoldu. Ama ummadığımız bir şekilde otobanın bisiklet ve traktörlere de açık olduğunu gösteren levhayı gördük. Gecenin o vaktinde sadece pedal basacak olmamız, çevreyi görme şansımızın olmaması, yolu bir miktar kısaltması ve en önemlisi de sağı solu kapalı bir yolda olmak ve gece vakti köpek tehdidinin az olması bizi otobandan devam etmeye yöneltti. Kısacası otobanda daha rahat olacağımızı düşündük. İşin ilginç tarafı, motorsuz araçlara –yani bisiklete- açık olan otobanda evcil havyan çıkabilir levhası da vardı. Kısaca, otoban özellikleri göstermeyen bir otoban. Ve duracak bir dinlenme tesisi hatta benzin istasyonu bile olmayan sadece belirli mesafelerde tuvalet ihtiyacı için yapılan tesisler barındıran bir otoban. Benzinlik veya dinlenme tesisi için yan yollara çıkılması gereken bir otoban. Ve tabi ücretsiz bir otoban.
Gece olduğundan serinlik çıkmıştı ama asıl problem çok ciddi anlamda uykumun gelmiş olmasıydı. Neredeyse bisiklet tepesinde uyumaya başlayacaktım. Uyumamak için Uğur’dan sakız aldım ve çiğnemeye başladım. Aslında kask taktığımda sakız çiğnemiyorum çünkü çiğneme hareketi kask taktığım için şakaklarımın sıkışmasına yol açıyor ve zamanla acı veriyor.
Uykuyu üzerimden atıp pedallara asıldım. Arada durup mesafeyi kontrol ediyorduk. Ne kadar yolumuz kaldığını gece karanlığında kestirmek biraz zor oluyordu ama levhalardaki mesafe bilgilerine de pek güvenmemiz gerektiğini 5 km. kaldığını hesapladığımız yerde Alexandropolis’e (Dedeağaç) 26 Km. kaldığını söyleyen levhayı görünce anladık. Ama gerçekte 5 km kaldığından telaşımız da kısa sürdü. Yunanistan otoban ve yollarında ilginç bir mesafe gösterim şekli var. Bizdeki gibi belirli kilometre aralıklarında mesafe belirten tabelalarla karşılaşmadık. Genelde kavşak noktalarında yer isimlerinin yanında mesafeleri yazıyordu. Bir de dikkatimizi çeken ve ne olduğuna (daha doğrusu nereyi kast ettiğine) anlam veremediğimiz bir levhada H 650 yazıyordu. 1 Km sonra H 649, H 648 … bu şekilde devam ediyordu. Bu H neresidir hala bilmiyoruz. Atina mı ? Korint mi ? Yoksa başka bir yer mi ? Ayrıca bir de yolda, yanında yer ismi yazmayan, zaman zaman son yerleşim yerinden itibaren, artarak devam eden veya gideceğimiz yere doğru azalan sayılar görüyorduk tabelalarda. Bu bizim çıkarımımız tabi. Ne kadar yol yaptığımız ya da kaldığını tahmin ediyorduk bu şekilde. Fakat beni en çok şaşırtan levha, her kilometrede artan veya azalan sayıların olduğu tabelaların arasında üzerinde sadece 0.5 yazan tabelalardı. Kısaca yolun sağı levha doluydu Sonunda, Yunanistan karayollarının yöneticilerinden birinin tanıdığı birilerini zengin etmek için böyle bir tabela yığını oluşturduğunu düşünmeye başladım. Kısaca bir yandaşı zengin etmenin örneği gibiydi.
Alexandropolis (Dedeağaç)’e vardığımızda gece saat 11:00 olmuştu. Hem yorgun hem de uykusuzduk ama çok daha önemlisi de açtık. Cumartesi gecesi olduğundan sokaklar hareketliydi. Hatta umduğumuzdan daha hareketliydi. Ama nerede bir şeyler yiyeceğimize daha da önemlisi ne yiyeceğimize karar verememiştik. En sonunda pizzada karar kıldık. Garip bakışlar arasında bir yere oturduk. Zorlukla da olsa siparişimizi verdik. Zorluğun sebebi içinde domuz eti olmayan bir pizza sipariş etmek istememizdi. Sonunda düşündüğümüzden daha büyük porsiyonda pizzalar geldi. Mideye indirdik ve kalacak yer aramaya başladık. Uğur Booking.com sitesinden bulunduğumuz (veya gideceğimiz) yerde uygun fiyatlı bir otelin yerini belirliyor ve direkt oraya yöneliyorduk. Aslında bu yöntem hem fiyat anlamında bir sürpriz yaşamamıza hem de otel ararken zaman kaybetmememize sebep oluyordu. Sonunda otele vardık ve geç vakitte duş alıp uykuya daldık.
VDO MC 2.0 WL bilgileri
İstanbul-Bayrampaşa-Sirkeci-Esenler : 30 km.
Keşan-İpsala-Sınır-Dedeağaç : 79,24 Km.
İstanbul çıkış : 13:00, Keşan Çıkış : 17:00, Varış:23:00
Sürüş zamanı : 04:23 saat
Ortalama Hız : 18,05 Km/s
Max. Hız : 42,09 Km/s
Ortalama Eğim Çıkış : %2
Max Eğim Çıkış : %5
Ortalama Eğim İniş : %-2
Max Eğim İniş : %-8
(link)
http://s5.postimg.org/j01eh8pd3/1_Kesan_Alexandropolis.png
Keşan’dan itibaren ilk kilometreler Uğur
http://s5.postimg.org/whlbwtilj/IMG_0001_800x600.jpg
Ve ben
http://s5.postimg.org/ufkuikkmf/IMG_0002_800x600.jpg
Akşam vakti Keşan’ı geride bıraktık
http://s5.postimg.org/4y2fyz2w7/IMG_0003_600x800.jpg
Sınırın Türkiye tarafında pasaport kontrolünü geçtikten sonraki bekleme alanında
http://s5.postimg.org/kief392ef/IMG_0004_800x600.jpg
Uğur da geldi
http://s5.postimg.org/65kz4xief/IMG_0006_800x600.jpg
Araç evraklarının kontrol edildiği son bankoya selam verip geçtik
http://s5.postimg.org/9uao4esfb/IMG_0008_800x600.jpg
İstikamet Meriç Nehri
http://s5.postimg.org/6wdpapkrr/IMG_0012_800x600.jpg
Türkiye ile Yunanistan arasındaki fiziksel sınırdan geçerken
http://s5.postimg.org/3s31dx3zb/IMG_0013_800x600.jpg
Gün battıktan sonra Yunanistan’a doğru
http://s5.postimg.org/do44dk9rb/IMG_0014_800x600.jpg
Memlekete son bakış…
http://s5.postimg.org/j8l71xy07/IMG_0016_800x600.jpg
http://s5.postimg.org/6rejes2uf/IMG_0018_800x600.jpg
Yunanistan’a gelmeden son kare. Bundan sonra hem güvenlik anlamında hem de gece olduğundan başka fotoğraf çekemedik.
http://s5.postimg.org/4y71cps9z/IMG_0020_600x800.jpg