"Sütte korkunç iddia!
Tankerle taşınan sütlere, bozulmaması amacıyla saç boyasında kullanılan “hidrojen peroksit” katıldığı yolundaki iddialar TBMM gündemine taşındı.
"...iddialar ve sorular şöyle: Frigorifik sistemi olmayan tankerlerle üreticiden süt toplayan bazı tüccarların sıcak havada sütün bozulmaması için, saç boyamada yararlanılan ‘hidrojen peroksiti’ süte karıştırdığı ve bunun da bütün bakterileri öldürmesi nedeniyle o sütü yararsız kıldığı bilgisi doğru mudur? Bu amaçla hiç kontrol yapıldımı?"
Kaynak:(link)
Ben kendi gördüğümü yazayım.
Manisa'nın bir dağ ilçesindeki uzak köylerden süt toplayan açık kasa beyaz renkli bir ford transitin yanına gittim.Kasada eski tip metal süt güğümleri vardı.Ağustos ayı ve sıcaklık daha o saatte 30 derece olduğu için "bu sütler yolda giderken bozulmuyor mu? diye sordum.60 km ötedeki toplama merkezine virajlı ve bozuk dağ yollarından çalkalana çalkalana gidiyor o sütler. Adam gayet rahat "ilaç atıyoruz içine bir şey olmuyor" dedi.
Süt sağılan birkaç ahırı da gördüm.Sağımdan önce bazıları ineğin memesini yıkıyor.Ama daha yukarıdan bir yerden, sağım yapılan kovanın içine; bildiğiniz plastik kovaya sağıyorlar sütü, pazarda 2-3 liraya falan satılıyor galiba; samanla karışmış inek dışkısı parçaları düşüyor.Sağım yapan kadın hiç istifini bozmadan eliyle kovanın içindeki sütün üzerinde yüzen o pisliği alıp kenara atıyor.
Tamamı böyledir demiyorum ama benim gördüğüm köylerde durum buydu.Bakın köyler diyorum, tek bir köyden de değil gördüklerim.Ben kırsal kesimde yıllarca yaşadım."Köy bilmemnesi" diye şehirde satılan ürünlerden koşarak kaçarım.Marketten aldığım yumurtaları da sabunlu suyla yıkarım öyle dolaba koyarım.Tavuğun kıçından direkt benim dolaba girmesin yumurtalar.
Konudan fazla uzaklaşmadan kısa bir anektod: 50 yaşındaki iş arkadaşım ve eşi evde yemekten zehirlendiler.hastanede doktor soru sorarken eşinin aynı bıçakla yıkamadan et kestikten sonra salata yaptığı ortaya çıkıyor.50 yaşına gelmiş insanların gıda zehirlenmesi konusundaki bu temel bilgiden dahi yoksun olmaları bana çok korkunç gelmişti. Bilgiden uzak yetişmiş önceki nesillerin ve halen daha bu çağda dahi internetten uzak yaşayanların, yanlış bilgiler ve uydurma ezberlerle hayatlarının düşe kalka, sürekli bir hastalık sakatlık durumuyla sürmesi gerçekten korkutucu.Ülkemizde genç yaşta yakalanılan ciddi hastalıklar ve sakat bebek doğumlarının yüksek olması, hastanelerin dolup taşması, evlere hapis hayatlar, sağlıksız beslenme vs. bunları toplayınca tüylerim diken diken oluyor.
Tek bir adamın, yani padişahın, ağız tadı olsun diye, uzak diyarlardan bulunan yöntem ve malzemelerle, on yıllarca sürüp giden aşçılık deneyimleri sonucu ulaşılan neticelerden günümüze çeşidi bol bir menü kalmış.Ama bana öyle geliyor ki sarayda bu yemekler yapılırken, tarlasında öküzün çektiği sabanın arkasında akşamı eden adam akşam eve gelince o baklavaları, tatlıları, binbir isimli yemekleri yiyemiyordu.O zamanlar gdo falan da yoktu.Köyde ne yetişirse onunla besleniyordu.Sanayi zaten sıfır, dolayısıyla hava kirliliği de yoktu.Sular da kirli değildi.Ama bu insanlar neden hep ufak tefektiler? Neden 40 50 yaşlarında ölüp gidiyorlardı? Genetik olsa bugün şehirde beslenen yavrularımızın 1.90-2 metre olmaması lazım.Kırsal kesimde doğup büyüyünler halen daha 160-170 aralığında.Bakın köylere gidin, uzun boylu insan ya hiç yoktur yada bir iki tanedir.Bugün şu forum üyesi 1.80 üzeri insanların anne babaları iddia ediyorum 1.70 altındadır.
Kırsal kesimde ha babam hastalıklarla mikroplarla haşır neşir olan ve tıbbi destek göremeyen insanın hayat enerjisinin bunlarla mücadeleye harcandığı için, metabolizmasının kapasitesinin altında geliştiğini düşünüyorum ve iddia ediyorum.Bunu destekleyecek bir kaynak okumadım, konunun uzmanı falan da değilim.Sadece basit mantık yürütüyorum.
Doğal beslenmeye elbette itirazım yok ama bazılarımız için aşılmış bir sorun olduğundan olsa gerek, gözden kaçırıyoruz: halen daha mikroplar ve bakteriler bu gezegende son derece yaygın.Bunlara karşı tedbir alınmazsa kanseri falan beklemeye gerek olmadan kısa sürede ölüp gitmek işten değil.