Aşağıdaki yazı Ahmet Rasim'in 1896 tarihli Şehir Mektupları eserinde Dördüncü Mektup başlığıyla yer alıyor. Alafranga Batılılaşma sürecindeki Osmanlı toplumunun hızla değişen şehir hayatından bir enstantanede başrolü bisiklet oynamış. Tasvirlerin ve hikâyenin seyri bütün canlılığıyla güncelliğini hâlâ koruyor, sanki bugün yazılmış gibi: Bisiklete binen birini görünce duyulan şaşkınlık ve ilgi, sürücüsünün giyimi ve tavırları, bisikletle yaşanan olayların ilginçliği, bisikletin kullanım alanları ve yararları; hepsi bugün de konuştuğumuz, anlattığımız, benimsetmeye çabaladığımız hususlar. Haydi okuyalım da günümüz biraz tebessümle şenlensin.
------------------------------------------
Alafranga geçinen arkadaşlardan biri geçenlerde "Ma'lûmat"ın, bir konuyu unutmakta olduğunu söyleyince, çarçabuk sordum:
- O konu, hangi konudur?
- İspor.
- İspor mu? İspor ne demektir?
- İspor İngilizce bir kelimedir ki bizde koşu, yarış, müsabaka, güreş ve bunun benzeri eğlence ve oyunlann hepsini kapsar. Hatta kara ve deniz avcılığı dahi bunun içindedir.
Ben ayrıntıyı aldım a. Bu noksanı gidermek ve tamamlamak için önüme çıkan, duyduğum şeyleri birer birer yazarak size mektup göndermeğe karar verdim. Fakat ne garip raslantı! Arkadaşımla havanın sıcaklığından, akşamın serinliğinden bahsede ede Şişli'nin Maslak ve Zincirlikuyu taraflarına doğru giden caddesinde yürüyorduk. Öteden bir dumandır söktü. Hızı göz kamaştıran şimşeği andıran bir cin arabası görünmeye başladı. Sokaklarımızda alabildiğine gezen, garip hayvanlara ve insanlara bile ağzı açık saldıran köpeklerden birkaçı da ardını bırakmıyordu. Bu geliş, öyle kavga çıkarmaya yelten gelişlerden değildi. Önde bir tekerlek, o tekerleğin çevresine değerek çekilen çizgi yönüne doğru eğilmiş bir vücud, ondan ötede yine bir tekerlek sürekli hareket ediyordu.
Bu alet binicisinin yaklaştıkça yüz hatları, kıyafeti, hâli apaçık belirmekteydi. Uzunca, sarışın, kadınların bergamudi (sarımsı pembe) dedikleri rengin daha açık tonunda. Başında bu âleme özgü olan damalı kasket, sırtında limoni keten ve önü âdeta yeleklerin yanlarını kapayacak derecede düğmeli bir ceket, ham ipekten üretilen bir gömlek var. Takma yakalı, püskül boyunbağlı, omuzları geniş, kürekkemiği adaleleri ve pazusu kuvvetli, beli bir kuşakla bağlı. Bir ucu kuşağa, diğeri bismark (koyu kahve) rengi kısa pantolonun cebine dalmış gümüş veya nikelden yapılmış bir zincir. Ayaklarında dizine kadar örten hafif kahve rengi bir çorap ile alafranga çarık vardı.
Terlemişti. Akşamın kararsız rüzgârı velosipetle (bisikletle) önde döne döne havlayan kayış bacakların kaldırdıkları tozu devamlı yüzüne iade ediyordu. Yüzü kir içinde, koltuklarının altı akciğer ve karaciğerlerine doğru bir nemli zemin hâlinde idi. "İspor!" diye söylendim. Binici, bir gurur bakışı ile bakarak yanımızdan hızla geçti. Göz açıp kapayıncaya kadar uzaklaşacak diye seyretmekle meşgulken bir girdaba tutulmuşcasına birkaç defa döner gibi oldu. Gözümüz değmiş olmalı ki çaresiz o kazandığı hızın verdiği kuvvet ile devrilerek bindiği alet bir tarafa, kendi hendeğin yanına yuvarlandı. Bu hâle acınır değil mi? Fakat ben gülmekten yanına gidemedim. Arkadaşım Frenklere özgü tavrıyla yaklaşarak Fransızca kazanın neden kaynaklandığını sordu. Makinenin çivisi mi düşmüş, tekerleği mi eğilmiş, kısaca bir şey olmuş. "Geçmiş olsun" dedik. Meğer olay bununla savuşmuyormuş. İşin daha dehşetlisi varmış. Makineyi kucaklayıp götürmeli imiş. Doğrusu ya, yorgunluğun, düşmenin üzerine bu, yenir yutulur şey değil.
Artık böyle bir olayla karşılaşıldıktan sonra ne konuşulur? Arkadaşım bu aletin Avrupa'da sebep olduğu eğlenceler hakkında ayrıntıya girişmişti. Aman Yarabbi! Velosipet (bisiklet) deyip de geçmeyiniz. Maddi faydalarından başka sanayide de uygulanmış. Mesela hırsızlık, takip, kızları, karıları iğfal gibi pek çok kullanıldığı yer var imiş. Hamdolsun, üçüncü maddeye ilişkin olaylardan birini de biz şehrimizde gördük, işittik. Beyoğlunda geçenlerde başgöstermiş olan ve bir bisiklet binicisi ile zenginlerden birinin kızının Büyükdere'ye geçişlerini tasvir eden herkesin bildiği hikâye bu bisikletin son icatlarındandır.
Bu aletin gezintilerde yaptığı etki, gittikçe ilk garipliklerini çoğaltıyor. Genellikle gençler bizim kızak kayarken (turna katarı) dediğimiz tarzda dizilerek öncü olanın gösterdiği durumu izleyip gelişigüzel bir resm-i geçit yapıyorlar. Arada bir yarışma dizisi oluşturarak baştan öttürülen düdüğün ardından ayakları hareket ettiriyor ve ulaşılmak istenen yere kadar gidip geri dönüyorlar. Tabur ta'limleri gibi ikişer, dörder oluyorlar. Düzenli bir hareketle tekerlekleri gözeterek sıra sıra koşup duruyorlar. Bunda yalnız bir eksik yön var ki o da "sağdan geri"ler pek çabuk yapılamıyor. Tornistan mıdır, torn rayt (turn right) mıdır nedir, geri dönüş hareketi asla yok. Buluş yeri, gelişmiş ülkelerin en birincilerinden olduğu için, geriye dönüşü çağrıştıracak belirtilerin hepsi yok edilmişmiş.
İki ayaklı, iki tekerlekli olan bu gezici araçları gördükçe "Haftalık Ma'lumat"ın gezici yazarı hatırıma geliyor. Geçenlerde yazdığı bir mektupta sinir illetine tutulduğu için sürekli gezip dolaşma içinde bulunduğunu bildiriyordu. Yaptığım araştırmaya göre bisiklet, deniz hamamlarından daha çok, sinirlerin düzelmesine hizmet ediyormuş. Bizim yazar için bunun kadar uygun, bundan daha lezzetli bir ilaç olamaz. Bir tane alsın. Zaten tabanları yaya gitme ve harekete alışkın. Bir taraftan gezer, hastalığın zorlamalarına uymuş olur. Bir taraftan da kendisini tedavi eder. İkinci olarak, her aybaşı vereceği potin parasından kurtulur. Üçüncü olarak ise her yere vakti vaktine yetişir. Hele dördüncü olarak Ma'lumat'ın gezici yazarı bisikletlidir, diye gazetesine şöhret kazandırır.
Zannederim ki bu bisiklet merakı bizim dağıtıcılara da bulaşacak. Eski dağıtıcılar ihtiyar, hâlsiz, koşamaz bağıramazlar. Biraz gençleri de eskileri taklide mecbur olduklarından gazete satıp da geçinen birtakım çığırtkan çocuklara yetişememektedirler. Benim düşünceme kalırsa dağıtıcılarımız o baldırı çıplaklara rekabet için mutlaka bisiklet kullanmalıdırlar, çünkü hem rahat, hem yararlı.
------------------------------------------
------------------------------------------
Alafranga geçinen arkadaşlardan biri geçenlerde "Ma'lûmat"ın, bir konuyu unutmakta olduğunu söyleyince, çarçabuk sordum:
- O konu, hangi konudur?
- İspor.
- İspor mu? İspor ne demektir?
- İspor İngilizce bir kelimedir ki bizde koşu, yarış, müsabaka, güreş ve bunun benzeri eğlence ve oyunlann hepsini kapsar. Hatta kara ve deniz avcılığı dahi bunun içindedir.
Ben ayrıntıyı aldım a. Bu noksanı gidermek ve tamamlamak için önüme çıkan, duyduğum şeyleri birer birer yazarak size mektup göndermeğe karar verdim. Fakat ne garip raslantı! Arkadaşımla havanın sıcaklığından, akşamın serinliğinden bahsede ede Şişli'nin Maslak ve Zincirlikuyu taraflarına doğru giden caddesinde yürüyorduk. Öteden bir dumandır söktü. Hızı göz kamaştıran şimşeği andıran bir cin arabası görünmeye başladı. Sokaklarımızda alabildiğine gezen, garip hayvanlara ve insanlara bile ağzı açık saldıran köpeklerden birkaçı da ardını bırakmıyordu. Bu geliş, öyle kavga çıkarmaya yelten gelişlerden değildi. Önde bir tekerlek, o tekerleğin çevresine değerek çekilen çizgi yönüne doğru eğilmiş bir vücud, ondan ötede yine bir tekerlek sürekli hareket ediyordu.
Bu alet binicisinin yaklaştıkça yüz hatları, kıyafeti, hâli apaçık belirmekteydi. Uzunca, sarışın, kadınların bergamudi (sarımsı pembe) dedikleri rengin daha açık tonunda. Başında bu âleme özgü olan damalı kasket, sırtında limoni keten ve önü âdeta yeleklerin yanlarını kapayacak derecede düğmeli bir ceket, ham ipekten üretilen bir gömlek var. Takma yakalı, püskül boyunbağlı, omuzları geniş, kürekkemiği adaleleri ve pazusu kuvvetli, beli bir kuşakla bağlı. Bir ucu kuşağa, diğeri bismark (koyu kahve) rengi kısa pantolonun cebine dalmış gümüş veya nikelden yapılmış bir zincir. Ayaklarında dizine kadar örten hafif kahve rengi bir çorap ile alafranga çarık vardı.
Terlemişti. Akşamın kararsız rüzgârı velosipetle (bisikletle) önde döne döne havlayan kayış bacakların kaldırdıkları tozu devamlı yüzüne iade ediyordu. Yüzü kir içinde, koltuklarının altı akciğer ve karaciğerlerine doğru bir nemli zemin hâlinde idi. "İspor!" diye söylendim. Binici, bir gurur bakışı ile bakarak yanımızdan hızla geçti. Göz açıp kapayıncaya kadar uzaklaşacak diye seyretmekle meşgulken bir girdaba tutulmuşcasına birkaç defa döner gibi oldu. Gözümüz değmiş olmalı ki çaresiz o kazandığı hızın verdiği kuvvet ile devrilerek bindiği alet bir tarafa, kendi hendeğin yanına yuvarlandı. Bu hâle acınır değil mi? Fakat ben gülmekten yanına gidemedim. Arkadaşım Frenklere özgü tavrıyla yaklaşarak Fransızca kazanın neden kaynaklandığını sordu. Makinenin çivisi mi düşmüş, tekerleği mi eğilmiş, kısaca bir şey olmuş. "Geçmiş olsun" dedik. Meğer olay bununla savuşmuyormuş. İşin daha dehşetlisi varmış. Makineyi kucaklayıp götürmeli imiş. Doğrusu ya, yorgunluğun, düşmenin üzerine bu, yenir yutulur şey değil.
Artık böyle bir olayla karşılaşıldıktan sonra ne konuşulur? Arkadaşım bu aletin Avrupa'da sebep olduğu eğlenceler hakkında ayrıntıya girişmişti. Aman Yarabbi! Velosipet (bisiklet) deyip de geçmeyiniz. Maddi faydalarından başka sanayide de uygulanmış. Mesela hırsızlık, takip, kızları, karıları iğfal gibi pek çok kullanıldığı yer var imiş. Hamdolsun, üçüncü maddeye ilişkin olaylardan birini de biz şehrimizde gördük, işittik. Beyoğlunda geçenlerde başgöstermiş olan ve bir bisiklet binicisi ile zenginlerden birinin kızının Büyükdere'ye geçişlerini tasvir eden herkesin bildiği hikâye bu bisikletin son icatlarındandır.
Bu aletin gezintilerde yaptığı etki, gittikçe ilk garipliklerini çoğaltıyor. Genellikle gençler bizim kızak kayarken (turna katarı) dediğimiz tarzda dizilerek öncü olanın gösterdiği durumu izleyip gelişigüzel bir resm-i geçit yapıyorlar. Arada bir yarışma dizisi oluşturarak baştan öttürülen düdüğün ardından ayakları hareket ettiriyor ve ulaşılmak istenen yere kadar gidip geri dönüyorlar. Tabur ta'limleri gibi ikişer, dörder oluyorlar. Düzenli bir hareketle tekerlekleri gözeterek sıra sıra koşup duruyorlar. Bunda yalnız bir eksik yön var ki o da "sağdan geri"ler pek çabuk yapılamıyor. Tornistan mıdır, torn rayt (turn right) mıdır nedir, geri dönüş hareketi asla yok. Buluş yeri, gelişmiş ülkelerin en birincilerinden olduğu için, geriye dönüşü çağrıştıracak belirtilerin hepsi yok edilmişmiş.
İki ayaklı, iki tekerlekli olan bu gezici araçları gördükçe "Haftalık Ma'lumat"ın gezici yazarı hatırıma geliyor. Geçenlerde yazdığı bir mektupta sinir illetine tutulduğu için sürekli gezip dolaşma içinde bulunduğunu bildiriyordu. Yaptığım araştırmaya göre bisiklet, deniz hamamlarından daha çok, sinirlerin düzelmesine hizmet ediyormuş. Bizim yazar için bunun kadar uygun, bundan daha lezzetli bir ilaç olamaz. Bir tane alsın. Zaten tabanları yaya gitme ve harekete alışkın. Bir taraftan gezer, hastalığın zorlamalarına uymuş olur. Bir taraftan da kendisini tedavi eder. İkinci olarak, her aybaşı vereceği potin parasından kurtulur. Üçüncü olarak ise her yere vakti vaktine yetişir. Hele dördüncü olarak Ma'lumat'ın gezici yazarı bisikletlidir, diye gazetesine şöhret kazandırır.
Zannederim ki bu bisiklet merakı bizim dağıtıcılara da bulaşacak. Eski dağıtıcılar ihtiyar, hâlsiz, koşamaz bağıramazlar. Biraz gençleri de eskileri taklide mecbur olduklarından gazete satıp da geçinen birtakım çığırtkan çocuklara yetişememektedirler. Benim düşünceme kalırsa dağıtıcılarımız o baldırı çıplaklara rekabet için mutlaka bisiklet kullanmalıdırlar, çünkü hem rahat, hem yararlı.
------------------------------------------