Ahmetgitar
Forum Bağımlısı
- Kayıt
- 13 Ağustos 2015
- Mesaj
- 1.281
- Tepki
- 5.388
- Yaş
- 44
- Şehir
- Ankara
- İsim
- Ahmet
Yıllardır Ankara’da bisiklet süren, işine, arkadaşlarıyla buluşmaya bisikletle gidip gelen biri olarak, Ankara’da bisiklet sürmek üzerine birkaç şey yazmak istedim.
Öncelikle başkentimiz Ankara’nın dünyada bisiklet yolu olmayan tek başkent olduğunu söyleyerek yazıma başlarsam, sanıyorum ki Ankara’da bisiklet sürmenin ne kadar zor olduğunu tek cümleyle anlatmış olurum. Evet, şaka değil. Dört milyonun üzerinde nüfusu olan bir başkentte bir metre uzunluğunda bile bisiklet yolu yok. Bisiklet için yol yapmayan belediye, tüm mali seferberliğini şehri otomobillerin pisti hâline getiren projelere ayırmıştır. Ankara’da uzun yıllar yaşayanlar, bu şehrin nasıl sosyal bir kent olmaktan uzaklaşıp, insanların sadece evden işe, işten AVM’lere gittiği dev bir otoban ağına dönüştüğünü görecektir.
Ankara’da yaşayan yurttaşlara belediyeler toplu ulaşım hizmeti verir gibi görünür ama gerçekte vermez. Hiç de az olmayan bir bilet ücreti karşılığında size sunulan, kalitesiz, havasız, pis ve kalabalık taşıtlarla şehrin az sayıda noktasına ulaşmaktır. Çoğu zaman, istediğiniz semte gitmek için birkaç vasıta değiştirmeniz gerekir. Ankara’da toplu ulaşımı seçerseniz karşılaşacağınız durum budur.
Ama otomobiliniz varsa, sekiz şeritli yollarda, son sürat hızla, istediğiniz yere varırsınız. Belediye sizi otomobil almaya teşvik etmektedir âdeta. Ya fahiş vergiler ödeyerek otomobil alırsınız, dünyanın en pahalı akaryakıtını kullanırsınız ve sigortasını yaptırırken bile devleti beslersiniz, ya da ucuz ulaşım adı altında sağlıksız ve kalitesiz toplu taşıma araçlarına mahkûm olursunuz. Aynı belediyecilik anlayışı yıllar içerisinde kaldırımları, parkları, sosyal alanları da yok ederek, insanları AVM’lerde vakit geçirmeye muhtaç bırakmıştır. Otoyollar ve alışveriş merkezleriyle kaplanan şehir âdeta insansız kalmıştır.
Peki, neydi sosyal belediyecilik?
Elbette emekti, sevgiydi! Toplumun tüm kesimlerinin sorun, ihtiyaç ve taleplerine cevap veren, eğitim, kültür, sağlık ve ulaşımı herkes için nitelikli ve yaygın hâle getirmek için çabalayan, bunu yaparken de insana odaklanan bir yapıyı düşünmeliyiz, sosyal belediyecik derken. Ankara’da bu anlamda bir sosyal belediyecilikten söz edilebilir mi? Elbette, hayır!
2003 yılında Kızılay Meydanını araçların trafiğe takılmaması için yayalara kapatan bir zihniyetin, insan odaklı bir belediyecilik anlayışına sahip olduğu düşünülebilir mi? Ya bir türlü ilerlemeyen, tamamlanmayan metro inşaatlarına ne demeli? Kaldırımları engellilerin kullanımına uygun hâle getirmeyen, araç trafiğini aksamasın diye insanları üst geçitlere tırmanmaya mecbur bırakan, parası olmayanı kalabalık, sağlıksız ve yavaş toplu taşıma araçlarına mahkûm eden uygulamalar, sosyal belediyecilik anlayışını temsil ediyor olabilir mi?
Medeniyetten bu kadar uzak bir yerel yönetim yapısının bisikletçileri düşünmesi, onlar için çözümler üretmesi elbette beklenemez. Hattâ bu şehirde bisikletten söz etmek, bisikletli ulaşım altyapısını konuşmak bile lüks sayılır. Biz yine de konuşalım, konuşmalıyız.
Otoyol çöplüğüne dönüşen bu şehirde bol şeritli otoyolların kenarları bariyerle örülmüştür. Bisiklet sürücüleri, emniyet şeridinin olmadığı bu yollarda, son hız giden araçlarla bariyer arasında her an sıkışma tehlikesi yaşar. Yollar geniş ama asfaltı kalitesizdir; kenardan içe doğru çukurlaşır. Yol kenarında bisikletinizin lastiğini dikine kesen çukurlarda kendinizi bir anda yerde bulabilirsiniz. Asfalt üzerine yerleştirilen ızgaralar yanlamasına değil dikine konmuştur, bisikletçiler için büyük tehlike kaynağıdır bu durum.
Sokaklar? Otoparkı olmadan yapılaşmaya izin verilen sokaklarda otomobiller kaldırımları işgal eder. Yürümenin bile zor olduğu bu kaldırımlarda kimseye rahatsızlık vermeden yavaşça bisiklet sürmek de mümkün değildir. Aşırı kalabalık toplu taşıma araçlarına bisikletle binmek imkânsızdır. Her gün biraz daha genişleyen bu şehirde bir yerden bir yere bisikletle gitmek zorlu bir mücadele becerisini, yüksek form düzeyini ve çelik gibi bir sinir sistemini gerektirir.
Peki, ne yapmalı?
Bugün dünyanın gelişmiş ülkelerinde insanın mutluluğuna yapılan yatırımlara şahit oluyor, sosyal devlet ilkesinin doğru uygulandığını görüyoruz. Tüm yaşamı kapitalist üretim biçimine dayalı düzenleyen anlayışın ise, tam tersine, insanları refaha ulaştıramadığı görülüyor. Otomobil alımını özendirip maddi getiri sağlamayı amaç edinen bizimki gibi ülkeler, uzun vadede cari açık ve bunun sonucunda fakirleşmeyle başbaşa kalıyor. Hareketsiz yaşam hastalıkların artmasına sebep oluyor. İnsanın mutluluğunu değil maddiyatı önemseyen devlet yapısı, maddi hedeflerine kısa vadede ulaşmış gibi gözükse de, uzun vadede borçlu, sağlıksız ve mutsuz bir nüfusun sorunlarıyla baş etmek zorunda kalıyor.
Yaşanan süreç, 1950’lerdeki Hollanda ile aynı görünüyor. Önce otomobilin teşvik edilmesi, ardından yol yapmak için şehirlerin bozulması, otoparklar için şehir parklarının işgal edilmesi, enerjide dışa bağımlılığın artması ve artan trafik kazalarında yaygın ölümler. Peki, sonrasında ne oluyor? Stop de kindermood (Çocuk Ölümlerini Durdurun) hareketi başlıyor. Özellikle bisikletçilerin öncülük ettiği bu hareket yol işgalleri yapıyor, çevreci kurumlar destekleniyor, belediyeleri bisikletli yaşam için adım atmaya zorluyor. Sonuçta bisiklet yolları yapılıyor, şehir merkezlerine otomobil girişleri kısıtlanıyor, hatta haftanın belli günlerinde şehir merkezlerine otomobil girişi tamamen yasaklanıyor. Bugün Hollanda, insanların işe bisikletle gidip geldiği, sağlığını koruduğu, huzur bulduğu, çevreci ve gürültüsüz bir ülke.
Bunu biz de başarabiliriz. Öncelikle, insanların hakları olduğunu, belediyelerin bu hakları insanlara vermekle yükümlü olduğunu anlatarak işe başlayabiliriz. Bisikletlerin sadece parklarda gezinmek için var olmadığını, ulaşım için en sağlıklı, en ekonomik, en mutluluk verici araç olduğunu anlatarak insanları bisiklet edinmeye özendirebiliriz. Belediyeleri bisikletli ulaşımı teşvik etmek için altyapı hazırlıklarına zorlamalı, bunun için sosyal medyada örgütlenmeliyiz. Kafe, lokanta, okul, kültür-sanat merkezi vb. yerlerde bisiklet parkı yapımasını talep etmeli, bisiklet dostu mekânları öne çıkarmalıyız.
Ankaralılar bisikleti seviyor. Bir gün Ankara’nın da bir bisiklet şehri olması mümkün. Yeter ki örgütlü bir şekilde örnek olalım.
Ahmet Yeşil
Kaynak: (link)
Öncelikle başkentimiz Ankara’nın dünyada bisiklet yolu olmayan tek başkent olduğunu söyleyerek yazıma başlarsam, sanıyorum ki Ankara’da bisiklet sürmenin ne kadar zor olduğunu tek cümleyle anlatmış olurum. Evet, şaka değil. Dört milyonun üzerinde nüfusu olan bir başkentte bir metre uzunluğunda bile bisiklet yolu yok. Bisiklet için yol yapmayan belediye, tüm mali seferberliğini şehri otomobillerin pisti hâline getiren projelere ayırmıştır. Ankara’da uzun yıllar yaşayanlar, bu şehrin nasıl sosyal bir kent olmaktan uzaklaşıp, insanların sadece evden işe, işten AVM’lere gittiği dev bir otoban ağına dönüştüğünü görecektir.
Ankara’da yaşayan yurttaşlara belediyeler toplu ulaşım hizmeti verir gibi görünür ama gerçekte vermez. Hiç de az olmayan bir bilet ücreti karşılığında size sunulan, kalitesiz, havasız, pis ve kalabalık taşıtlarla şehrin az sayıda noktasına ulaşmaktır. Çoğu zaman, istediğiniz semte gitmek için birkaç vasıta değiştirmeniz gerekir. Ankara’da toplu ulaşımı seçerseniz karşılaşacağınız durum budur.
Ama otomobiliniz varsa, sekiz şeritli yollarda, son sürat hızla, istediğiniz yere varırsınız. Belediye sizi otomobil almaya teşvik etmektedir âdeta. Ya fahiş vergiler ödeyerek otomobil alırsınız, dünyanın en pahalı akaryakıtını kullanırsınız ve sigortasını yaptırırken bile devleti beslersiniz, ya da ucuz ulaşım adı altında sağlıksız ve kalitesiz toplu taşıma araçlarına mahkûm olursunuz. Aynı belediyecilik anlayışı yıllar içerisinde kaldırımları, parkları, sosyal alanları da yok ederek, insanları AVM’lerde vakit geçirmeye muhtaç bırakmıştır. Otoyollar ve alışveriş merkezleriyle kaplanan şehir âdeta insansız kalmıştır.
Peki, neydi sosyal belediyecilik?
Elbette emekti, sevgiydi! Toplumun tüm kesimlerinin sorun, ihtiyaç ve taleplerine cevap veren, eğitim, kültür, sağlık ve ulaşımı herkes için nitelikli ve yaygın hâle getirmek için çabalayan, bunu yaparken de insana odaklanan bir yapıyı düşünmeliyiz, sosyal belediyecik derken. Ankara’da bu anlamda bir sosyal belediyecilikten söz edilebilir mi? Elbette, hayır!
2003 yılında Kızılay Meydanını araçların trafiğe takılmaması için yayalara kapatan bir zihniyetin, insan odaklı bir belediyecilik anlayışına sahip olduğu düşünülebilir mi? Ya bir türlü ilerlemeyen, tamamlanmayan metro inşaatlarına ne demeli? Kaldırımları engellilerin kullanımına uygun hâle getirmeyen, araç trafiğini aksamasın diye insanları üst geçitlere tırmanmaya mecbur bırakan, parası olmayanı kalabalık, sağlıksız ve yavaş toplu taşıma araçlarına mahkûm eden uygulamalar, sosyal belediyecilik anlayışını temsil ediyor olabilir mi?
Medeniyetten bu kadar uzak bir yerel yönetim yapısının bisikletçileri düşünmesi, onlar için çözümler üretmesi elbette beklenemez. Hattâ bu şehirde bisikletten söz etmek, bisikletli ulaşım altyapısını konuşmak bile lüks sayılır. Biz yine de konuşalım, konuşmalıyız.
Otoyol çöplüğüne dönüşen bu şehirde bol şeritli otoyolların kenarları bariyerle örülmüştür. Bisiklet sürücüleri, emniyet şeridinin olmadığı bu yollarda, son hız giden araçlarla bariyer arasında her an sıkışma tehlikesi yaşar. Yollar geniş ama asfaltı kalitesizdir; kenardan içe doğru çukurlaşır. Yol kenarında bisikletinizin lastiğini dikine kesen çukurlarda kendinizi bir anda yerde bulabilirsiniz. Asfalt üzerine yerleştirilen ızgaralar yanlamasına değil dikine konmuştur, bisikletçiler için büyük tehlike kaynağıdır bu durum.
Sokaklar? Otoparkı olmadan yapılaşmaya izin verilen sokaklarda otomobiller kaldırımları işgal eder. Yürümenin bile zor olduğu bu kaldırımlarda kimseye rahatsızlık vermeden yavaşça bisiklet sürmek de mümkün değildir. Aşırı kalabalık toplu taşıma araçlarına bisikletle binmek imkânsızdır. Her gün biraz daha genişleyen bu şehirde bir yerden bir yere bisikletle gitmek zorlu bir mücadele becerisini, yüksek form düzeyini ve çelik gibi bir sinir sistemini gerektirir.
Peki, ne yapmalı?
Bugün dünyanın gelişmiş ülkelerinde insanın mutluluğuna yapılan yatırımlara şahit oluyor, sosyal devlet ilkesinin doğru uygulandığını görüyoruz. Tüm yaşamı kapitalist üretim biçimine dayalı düzenleyen anlayışın ise, tam tersine, insanları refaha ulaştıramadığı görülüyor. Otomobil alımını özendirip maddi getiri sağlamayı amaç edinen bizimki gibi ülkeler, uzun vadede cari açık ve bunun sonucunda fakirleşmeyle başbaşa kalıyor. Hareketsiz yaşam hastalıkların artmasına sebep oluyor. İnsanın mutluluğunu değil maddiyatı önemseyen devlet yapısı, maddi hedeflerine kısa vadede ulaşmış gibi gözükse de, uzun vadede borçlu, sağlıksız ve mutsuz bir nüfusun sorunlarıyla baş etmek zorunda kalıyor.
Yaşanan süreç, 1950’lerdeki Hollanda ile aynı görünüyor. Önce otomobilin teşvik edilmesi, ardından yol yapmak için şehirlerin bozulması, otoparklar için şehir parklarının işgal edilmesi, enerjide dışa bağımlılığın artması ve artan trafik kazalarında yaygın ölümler. Peki, sonrasında ne oluyor? Stop de kindermood (Çocuk Ölümlerini Durdurun) hareketi başlıyor. Özellikle bisikletçilerin öncülük ettiği bu hareket yol işgalleri yapıyor, çevreci kurumlar destekleniyor, belediyeleri bisikletli yaşam için adım atmaya zorluyor. Sonuçta bisiklet yolları yapılıyor, şehir merkezlerine otomobil girişleri kısıtlanıyor, hatta haftanın belli günlerinde şehir merkezlerine otomobil girişi tamamen yasaklanıyor. Bugün Hollanda, insanların işe bisikletle gidip geldiği, sağlığını koruduğu, huzur bulduğu, çevreci ve gürültüsüz bir ülke.
Bunu biz de başarabiliriz. Öncelikle, insanların hakları olduğunu, belediyelerin bu hakları insanlara vermekle yükümlü olduğunu anlatarak işe başlayabiliriz. Bisikletlerin sadece parklarda gezinmek için var olmadığını, ulaşım için en sağlıklı, en ekonomik, en mutluluk verici araç olduğunu anlatarak insanları bisiklet edinmeye özendirebiliriz. Belediyeleri bisikletli ulaşımı teşvik etmek için altyapı hazırlıklarına zorlamalı, bunun için sosyal medyada örgütlenmeliyiz. Kafe, lokanta, okul, kültür-sanat merkezi vb. yerlerde bisiklet parkı yapımasını talep etmeli, bisiklet dostu mekânları öne çıkarmalıyız.
Ankaralılar bisikleti seviyor. Bir gün Ankara’nın da bir bisiklet şehri olması mümkün. Yeter ki örgütlü bir şekilde örnek olalım.
Ahmet Yeşil
Kaynak: (link)