Jordanred Bisiklet Forması, Bisiklet Taytı ve Bisiklet Giyimine Dair Her Şey

Genç olamamak

Ben bisiklete -uzun yıllar sonra yeniden- başladığımda yol gösterecek birilerine ihtiyaç duyuyordum. Mesela bir köpekten kaçmak mı gerekir, yoksa onun gıdısını okşayıp -söylediklerimi anlamayacağını bile bile- onunla konuşmak mı? Yağmur yağarken saçak altlarında onun dinmesini beklemek mi, yoksa damlalarla sırılsıklam olup yağmurun tadını çıkarmak mı? (burada bir parantez açıp Sarı Mercedes filmindeki çılgın Alman'ı örnek vermem gerekiyor. Karambolde filmi de izlersiniz belki. İşte oradaki Alman, benim özendiğim ilk insanlardan biriydi. Hele o yağmur altında kollarını açıp ıslandığı sahne, her yağmur yağdığında aklıma gelir.)

9551 dosyayı görüntüle

Neyse, Alman'ın fotoğrafını bulamadım, kamyoncuyla idare edin.

Bisiklet, hayatımdaki çoğu şeye farklı gözle bakmamı sağladı. Saç kurutma makinesi gereksizmiş, İnternet olmadan da olurmuş, bir yerlerde hiç hiç görünce seveceğim şehirler varmış, tipim ecnebilere benziyormuş, hayatı bizim düşündüğümüz şekilde yaşamayanlar da varmış... Bunların hepsini, bisiklet turlarında öğrendim. Her bisiklet turuna "haydi binlerce kilometre sürelim!" diyerek çıksam da asıl amacımın görmem, öğrenmem gereken şeylere tanımam gereken insanlara doğru ağır ağır seyahat etmek.

İşte böyle şeyler. Lâfı olması gerektiği gibi bağlayamadım, idare edin. Güzel bir konu ayrıca. Gereken ilgiyi görür inşallah.

Bir de şu tur yazısı, bana yol gösterdi senelerce. Okursanız seversiniz belki.

http://1.bp.blogspot.com/-EZeWop0vDWo/VA4NYAKcvmI/AAAAAAAABFo/3geWdo4riSA/s1600/PTDC0001.JPG

http://1.bp.blogspot.com/-xNCMicmgqQU/VA4NYLadFkI/AAAAAAAABFg/7am-UPDZ5DE/s1600/PTDC0002.JPG

http://4.bp.blogspot.com/-L1QmEyNIEWA/VA4NYFCx-hI/AAAAAAAABFk/arpRl0cKCvo/s1600/PTDC0003.JPG

http://2.bp.blogspot.com/-brsE5fC0Bcs/VA4NaJL5liI/AAAAAAAABF4/Ok8CQu9S1MU/s1600/PTDC0006.JPG
 
Scudo
(link)

Bak babacığım şimdi yukardaki herif bisiklet hız rekorunu kırdığında 50 yaşında imiş. Yani senin açından enseyi karartmayı gerektirecek bir durum yok. En azından şimdilik.
 
  • Beğen
Tepkiler: Gökhan BİROL
Yusuf Yılmazvural'a teşekkürler. Eklediği yazı etkileyici gerçekten. Doğanın içinde olmak, kalabalık şehirlerde yaşayanlar için, hepimiz için daha başka bir anlam taşıyor. Bir düre sonra çimenlik bir alanı, boş bir arsadaki çiçek açmış eriği, usul usul yağan güzelim yağmuru fark edemez oluyoruz.
 
Parklarda yazılar görürsünüz " çimlere basmayın " diye, ben hayatımda bu kadar saçma bir uyarı daha görmedim. Oysaki ben çimlerin üstüne basınca insan olduğumu hatırlarım. Hayatlarımızı sıkıştırdığımız bu beton blokların arasındaki küçük çimenlikleri de görsel olarak tutma ve koruma niyetindeyiz. Eğer siz çimene ve doğaya bu gözle bakmaya alıştırılırsanız tabiatta sizin üstünüzden geçer. Böcekten korkan adamlar var lan bu memlekette. Adam tiksiniyor falan. Halbuki kendi eli böcekten daha tiksinçtir. Beethoven gibi yapmak lazım, çıkacaksın doğaya kulağını dayayıp sadece dinleyeceksin. Emin olun benliğinizi çok uzun süre alıkoyacaksınız. Bak yine kızdım ...
 
@Atilla Gobel Öğrenci olarak 4 ayımı yurtdışında geçirdim ve hiçbir yerde bu tarz saçma bir uyarı görmedim. İnsanlar çimlere basıyor, üzerinde oynuyor, yeri geliyor yatıyor kitap okuyor veya uyuyor... Çok hoşuma gitmişti açıkçası. Ancak böcek konusunda şöyle bir şey söyleyeyim; fobi bambaşka bir şey. Görmeye bile dayanamayan arkadaşlarım var.

Doğa güzeldir. Dediğiniz gibi gidip dinlemek lazım bazen.
 
  • Beğen
Tepkiler: Gjankrow
_Yoldaki insan nedir?
_Zaman.
E. Galeano_Zamanın Ağızları

Sadece adım atmak, bütünüyle bir yürüyüş felsefesidir. Çünkü, her ne kadar, bir adım, küçücük, basit bir eylemmiş gibi görünse de, derinlemesine, analitik düşünüldüğünde, içerisinde pek çok durumu(bulunulan mekan-mekanın terk edilmesi-yol bilgisi-hedef mekan veya durumlar) içerisinde barındırır.

Bazen de önümüzde geniş ağaçlık, sık bir orman, sessizce uzayan toprak bir yol, olduğu için yürürüz. O, önümüze çıkmıştır, bilinmezliği, ıssızlığı, sessizliği ve kayıtsızlığıyla oradadır, bizim de olmamız gerekir, gibi gelir, ondan yürürüz. Bize bir anlam, bir yanıt önermez. Soru sormaz, yokmuşz gibi yapar. Bizi bilir, tanır, belli etmez.
Yemyeşil, şen bir kayın, güzel dökümlü bir şelale, alabildiğince uzanan, puslu bir vadinin güzelliği için yürünmez. Keyif almak, yürümenin keyfi için yürünür.

Adı olan bir yerde yürümek ilgilendirmiyor beni. Dünyanın her parçası haritaya yerleştirilip, sınırları renkli kalemlerle çizilip, özel bir dilin simgeleriyle damgalanıp, adlandırılmış, birisinin, birilerinin iradına eklenmiştir. Bu nedenle adı olan her yer, özgürlüğünden eksiktir bir parça. Paris’te, Londra’da, Viyana’da, Kaz dağlarında, Yedigöller’de yürümek, değil, yol ilgilendiriyor beni.Belki de bundan hep, Yürümeye Övgü, Mor Bir Serserinin Gezi Notları, Yürümek, Yalnızgezerin Düşleri gibi adları olan kitaplara gidiyor elim.

Yürümenin insanı başkalaştırdığı, değiştirdiği yer, arkada bırakılan, insanın kendi mekanıdır. Yerleşik mekana isyan, bir karşıkoymadır bir yanıyla. Yersizyurtsuz, sorumsuz olmayı istemenin tarafındadır.
 
Bunca güzel paylaşımı okuyunca Richard Brautigan'ında bir alıntı yapasım geldi. Abimizin dili biraz rahattır, rahatsızlık vermez umarım kimseye :)

"Kulübenin biraz yukarısında, kapısı ardına kadar açık bir baraka vardı. Barakanın içi bir insan yüzü gibi meydandaydı ve sanki: "Beni inşa eden kişi buraya 9745 defa sıçtı. O, şimdi ölü ve bir başkasının bana dokunmasını istemiyorum. İyi bir insandı. Beni sevecenlikle, itinayla inşa etti. Beni yalnız bırak. Şimdi toprak altında bulunan iyi bir göt için bir anıtım ben. Burada gizem yok. Kapı bu yüzden açık. Sıçman gerekiyorsa, geyik gibi çalıların arasına git" diyormuş gibiydi.
S..tir git! dedim, barakaya. Tek ihtiyacım nehir boyunca bir otostop."
 
  • Beğen
Tepkiler: Uğur S.
Alttaki yazı, geçtiğimiz yıllarda, Kapıdağı'nda çadırda kaldığım günlerden birinde yazıldı.
Özledim yine o günleri.
" Zamanı, saatin kaç olduğunu, bilmiyorum. Güneşin konumundan yaklaşık bir zaman kestirmeye çalışıyorum. Sonra umursamıyorum. Nasıl olsa karanlık geleceğini çok önceden haber veriyor. Bazen, rüzgarın şiddetiyle azalıp çoğalan çınar ağaçlarının sesleri, bezen gevşeyen elimin arasından kayıp düşen kitap, çıplak tenime konan sineklerin ısırıkları uyandırıyor beni. Tanımayan, nerede, hangi zamanda olduğunu bilmez gözlerle bakıyorum zeytin dallarının süzgün yeşiline. Ağustosböceklerinin arsız, arasız sesleri uzaklardan gelen dalga seslerine karışıyor. Zeytinin süzgün yeşilinden, dalların aralarına oradan boşluğa kayıyor bakışlarım. Hiçbir şey düşünmüyorum. Işık huzmeleri, erik dallarının, yaprakların arasından süzülüp, yüzüme, önümdeki kitaba düşüyor. Hafif esen rüzgârla sallanan dalların, yaprakların arasından süzülen ışık defalarca parıldayıp sönüyor. Işık şeritleri oynaşırken, beyaz sayfaların üzerinde dalgalı hipnotize edici desenler geziniyor. Çan sesleri kah yakınlaşırken, kah ıraklaşıyor. Erğin dalına ufacık bir kuş konuyor. Ardından bir diğeri. Elimi uzatsam tutacağım yerde. Benden ürkmüyorlar. Hareketsiz kaldığım sürece. Havalanıyorlar. Havalandıkları dal bir iki sallanırken, arasından ince, sararıp kurumuş küçük bir yaprak, kitabımın arasına düşüyor. Anlıyorum. Uyku gelmiş. Dal aralarından ayraçlar atıyor anlarıma. Ben neyim ki direneyim ona. Kitabı kapatıyorum. Geldiğini fark edemiyorum."
 
Öyle ya, hepimiz için aynı şeyi ifade etmiyor bazı şeyler. Bunlardan birisi de bisiklet. Kimisi hız yapmayı, kimisi hoplamayı, kimisi dağa tepeye tırmanmayı benimsiyor ve keyif alıyor bundan. Oysa sakinleştiren yanını seviyoruz hepimiz. Ancak, yaş geçtikçe insan olgunlaşıyor ve olgunlaştığında kendinde aradığı gücü bulamıyor. Gençler sizden daha uzun mesafeler giderken, etrafına baktığında sizin gördüğünüzü göremiyor, buna bende dahilim. Hep söylemiştik, bisiklet özgürlük diye. Alıp başınızı gidebilmeniz için ve yönü gözlerinizle belirlemeniz için en zevkli yol bu olsa gerek. Çantanıza iki üç tane kitap koyup gezmeye başladığınızı düşünün. Yaz havalarının vazgeçilmezi olan yeşil alanlarda, yorgunluğunuzu bir ağaca yaslanıp kitap okumakla attığınızı düşünün. Bunun gençlikle bağdaşır bir tarafı yok bence. Ruhu genç kalanlardan olduğunuzu hisseder gibiyim. Genç olamamayı bilemem ama, konu kafaya gelince en büyük dezavantajdır genç olmak . . .
 
Aslında uzun mesafelere pedal çevirmeye güç bulma, bulamam değil demeye çalıştığım. Daha çok düzensiz, 50 km gidip, güzel bir dere kenarında konaklayıp, "amaaan boşver, üç gün daha kalayım şu küçük düzlükte" sistemi. Tembellik de değil bu(yerli yersiz tembellik yapmak da güzeldir bence), belki avarelik denilebilir. Bir çadırım, bir uyku tulumum varsa neyi dert edeyim ki?
 
Okunmasi cok keyifli bir muhabbet olmakta.

Ben de daha ilk yazilanlari okurken aklima gelen -meshur- bir alintiyi paylasmak isterim:
"It is by riding a bicycle that you learn the contours of a country best, since you have to sweat up the hills and coast down them."
Hemingway

Asagi yukari soyle cevirebiliriz sanirim:
"Bir ülkenin hatlarini(kivrimlarini/detaylarini) en iyi bisiklet sürerek anlarsiniz, cunku tepelerinde ter doker ve yokuslarindan inersiniz."

Bu kesifci ruhu tasimak da genc olmaktir bence.
 
Bu felsefenin doruk noktası ''walking Earth'' tür.Bağlardan kurtulup en yavaş şekilde yaşamak.
 
  • Beğen
Tepkiler: MeSu
Yürümenin(bisikletle pedal çevirmeyi de bu sınıfa koyuyorum) felsefesi ile ilgili güzel-doğru-düşündürücü şeyler söylendi.
Alttaki alıntılar Oruç Aruoba'nın Yürüme adlı kitabından. Bunların içerisinde uzun uzun düşünülüp tartışılacak olanları var. mesela özgürlüğü yersiz olmakla ilişkilendiren söz. Çekip gitmek hep gönülleri kemiren bir kurtçuk. Zaman zaman ıssız doğaya kaçan insanları anlatan filmleri izlemeyi seviyor, izlerken moral buluyoruz. Yine böyle bir film var önereceğim; Wild adlı. Yönetmeni Jean-Marc Vallée. Bir romandan uyarlanmış. İzleyin derim.

(link)

"-Özgürlük budur belki de – sürekli bir yersizlik; sürüp giden bir yol.
-Kişi, yaşamı boyu, bir yerde takılıp kalıp, yolda olduğunu sanabiliyor; yada, ters taraftan, sürekli yürüdüğü halde bir yerde durduğunu....
-Önemli olan, bir yerde bulunmak değil, bulunduğu yerin bilincinde olmaktır; aynı şekilde, yolda olmak değil, yürüdüğü yolun bilincinde olmak.
-Yer de, yön de, yol da, bilinçtir.
-Bir adım; yere basan iki ayak arasındaki uzaklık değildir, gövdeyi taşıyan bir ayak, ileten öteki ayak - ve, bir önceki ile bir sonrakilerde hep yer değiştiren ayaklar arasında sağlanan sürekli devinimdir.
-Yürüdüğümüz yoldaki yerler, yolumuzun yönüne katılır.
- Kişinin yükü olmasaydı, yürümeyi de seçebilirdi - Yolun dışına çıkıp gitmeyi...
-Yola çıkan kişi, yerle bir olmazsa, bir yere varır sonunda.
-Yol, iki yer arası değildir - yer, iki yol arasıdır.
-Kişiler yan yana yürümesini bilmiyorlar ki - hep birbirlerinin üstüne üstüne yürüyorlar.
-Homeros’un deyimi hala geçerli: Çoğunluk, insanların neredeyse hepsi, ”bir”(er) yük olarak yaşıyorlar yeryüzün(d)e.
-Özgürlük yürümekse, açılmamış belirsiz yollarda yürümektir.
-Sahici yürüme, yol açmadır.
-Yürünmemiş yol, yol değildir.
-İnsan durup dinelme bilmez bir gezgin olduğunu (Erek karanlıkta durur) onu bilmez. Olsun varsın, önemli olan: yolu bilir.!
-Kendi yönünü bulamayan kişi için “yol” yoktur. - bir sürüklenmedir bütün “yürüme”si
-Yola bir kez çıkmış kişi, dursa bile artık, hep, yolda kalacaktır.
– Yön de yoldur, yer de.
– Yerlerimiz, hep yeni yollarımızın başları; yollarımız da,hep yeni yerlerimizin sonları ola.
– Dünyasını kendi çevresinde kendisi kurmuş, kendine varan her yolun sonuna yalnızca kendisinde bulunan bir yer koymuş kişi kendi yerinden dışarıya çıkan yolu nasıl bulsun ki?
– Yeri yalnız kendi yeri, yolu yalnız kendi yolu olan kişi, ne yerinde ne yolunda başka kişilere rastlamayacaktır – rastladıkları da hep, onun ne yerini, ne yolunu anlayanlar olacaktır.
– Sahici yerini bilmeyen kişi için, yön de yoktur, yol da – meğer ki, kendi yersizliğinden bir yön ve bir yol çıkara, edine.
– Bir yola çıkan kişi, bir yerden bıkandır; bir yerde konaklayan ise, bir yolda yorulan – bu iki konum böylesine farklı.
– Kendine yeni bir yol arayan kişinin yönünü, eski yerinin koşulları ile kendi güdüleri, yönelimleri, el birliği ile hazırlarlar.
– Çünkü yollar bulunmaz: yürünür, yerlerde ise olsa olsa, durulur – onlar, bulunur artık, yürünmez....
– Kişi, yoldaş diye, ancak kendi ulaşabildiği yerlere varabilecek, daha ileriye yürüyemeyecek kişiler seçiyorsa, kendisi de duruyor demektir.
– Bir yerde ( “ Bir süre için” diyerek ) dinelen kişi için en büyük tehlike o yere yakınlık duyması; o yeri, bütün yollarının sonu, bütün yönlerinin ereği sanması; yerleşebileceği bir yer saymasıdır – en büyük tehlike huzurlu yerlerdir – mezardır orası.
– Her bir yorgun yolcunun dineldiği yer, dinelmiş bir yolcunun yola çıktığı yerdir.
– Yol, kendine bir yer bulamamış kişinin özlemidir.
– Neyse - varsın sen; ve ben, elbet bulacağım bir yol - varsa eğer bir yol - yada benim varsa, bir yol bulma yeteneğim – yetersem buna.
– Problem:YOL Yol’u arayan kişi, ne olduğunu bilmiyor. . Goethe"
 
  • Beğen
Tepkiler: Barış TURAN
Einstein tüm evreni tek bir formülle özetlemeyi hayal ediyordu. Onun izinden gidenler formülü sadelestirmeyi neredeyse başarmak üzereler. Şimdi bu formülde artık zaman değişkeni yok. Zaman yok. An lar var. Bakın kedim de saat mevhumu yok. Beş dakikalığına bakkala da gitsem ya da 9 saat işe de gitsem kapıdan girdiğim An var onun için. Bu Mehmet'in kızım i oksadigi an demek. Kapıdan ne zaman girersem gireyim kedi için oksanacagini bildiği an. Zamandan soyutlamak ve anda varolmak için size takvim yaşınizi unutmanizi öneririm. Yoga gibi faaliyetler ile de bedeninizin sınırlarını arttırma şansınız var.
 
  • Beğen
Tepkiler: Yusuf Z. Şipal
Buraya yazılanlar dahilinde şunu söylemeden geçemeyeceğim. İnsanoğlunun yazılı tarihi (link) ile başlar. Okumaya heves ederseniz sizde şunu fark edeceksiniz, İnsanoğlu sürekli olarak medeniyetten uzaklaşmakta ve ruhsuzlaşmaktadır, bu arada medeniyet çok göreceli bir kavramdır, benim buradaki medeniyet tasavvurum veya medeniyetten kastım insan ilişkileri ve onu olumsuz etkileyen tasavvurlar üzerinedir. Sümer medeniyetinden ve kil tabletlerden bulunan bir örneği sizinle paylaşayım. Bir erkek iki kadınla evlenebilir. Bunu ilk hanımının rızası ile yapabilir. Eğer ikinci hanımını boşamaya kalkarsa ilk eşi, ikinci hanımını koruma altına almaya ve erkeği kapı dışarı etme hakkına sahiptir. Konjonktür olarak ülkemizde resmi iki evlilik söz konusu değildir. Fakat bundan tahminen 6000 sene önce yaşamış Sümerler'de bu serbestlikten doğacak sorunların önüne geçen kanunlar kaleme alınmıştır. Kimse kalkıp bana medeniyetten bahsetmesin. Akif'in dediği gibi " Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar ". Bizi bu toplu hayattan dışarı iten şey aslında teknolojik medeniyettir. O kahredici, pis, riyakar batının emperyal medeniyeti.

Ben hep söylerim " insanoğlu acizdir, fazla artistlik yapmamalıdır " yerinde bir laftır bu. Sonra aklıma güzel bir Cüneyt Arkın repliği gelir ve boşuna konuştuğumu düşünürüm ;

https://muhend1sbey.files.wordpress.com/2013/04/dublc3b6rc3bcn-dilemmasc4b1-2.png
 
Bir film tavsiye edeceğim.I Am- Ben Tom Shadyac yönetmen.Aslında belgesel-araştırma da diyebiliriz.Yönetmenin başından yaralanması ,öleceği düşüncesi sonrası arayışa girmesini anlatıyor.Bireyselliğin nelere yol açtığını ve çoğulculuğun neden gerekli olduğunu anlatıyor.Robin Williams ın palyaço burnu takıp oynadığı doktorun yönetmeniymiş ayrıca.
 
Geri