Punctum
Forum Demirbaşı
- Kayıt
- 1 Ekim 2017
- Mesaj
- 452
- Tepki
- 1.228
- Yaş
- 55
- Şehir
- Ankara
- İsim
- Mehmet O.
(link)
Ali bey,
Hem konu başlığındaki mesajınızı hem de blog yazınızı üşenmeden sonuna kadar okudum. Aklımda yer edenleri yazayım;
Meseleye maalesef biraz demagojik, biraz popülist hani biraz aranjman sosyalist gözüyle baktığınızı düşünüyorum. İster yarış, ister amatör organizasyon olarak tanımlansın, şu sportif kısırlık içinde kıvranan memlekette yine de değerli bir katkı olarak görüyorum Gran Fondoları. Kusura bakmayın ama, bu yarışlara/organizasyonlara katılan sporcuların da hiç öyle ağzı kokan fakirlere benzediğini sanmıyorum. Bisiklet camiası, pek de öyle yoksunluğun egemen olduğu varoluşsal bir problem altında kıvranmıyor benim gördüğüm. Bisiklet biraz da, teknik-duygu birlikteliğinden türeyen katkısız bir öykü gibidir aslında. Sadece önsözünü okuyarak ana fikrini özümsemek pek de caiz değildir Bu anlamda arkaik elitizm eleştirinizi hafif abartılı bulduğumu söylemeliyim...
Her iki yazınızı da ölçüsüz bir ideolojik sosla tatlandırmaya çalıştığınızı görüyorum. Özellikle blog yazınızda, bisiklet sporcularını çağdaş bir gladyatör veya tutsak edilmiş bir köle olarak betimleyip bir de üzerine kan , gözyaşı, acı, işkence metaforlarını boca etmeniz bana oldukça abartılı bir eleştiri olarak göründü. Günümüz dünyasında ister beğenelim, ister beğenmeyelim; ister kabullenelim isterse red edelim, spor camiası devasa bir endüstriye dönüşmüştür ve hemen hemen hiç bir spor dalı bundan muaf olmamıştır. Siz sanıyor musunuz ki kayakçılar çok daha az efor sarf ederek güle oynaya madalyalar kazanıyorlar. Veya yüzücüler hiç yorulmadan milyonlarca dolar kazanıyorlar. Veya motor yarışçıları hep güneşli havalarda yarış koşup, geri kalan zamanlarında sosyal yaşamlarına kaldıkları yerden devam ediyorlar...
Demem o ki, tüm spor dallarında başarı ve ödül, pek de öyle imgesel romantizmle açıklanması mümkün olmayan dinamiklerdir. Sportif kuram, birbiriyle uyumsuz gibi görünen paradigmaları bir araya getiren normlar bütünüdür (acı içinde kıvranan bisikletçinin milyonlar kazanması). Bizlerin bunu kendine göre önceliklemesi pek de mühim değildir. Kendi tercihlerimizi maksimize ederek, sportif branşlarda içsel bir tutarlılık modeli oluşturmak olası da değildir.
Yani yaptığınız formal tanımlar biraz hükümsüzdür bu anlamda. Bizi, bisikletçilerin (genel manada sporcuların) neyi tercih etmeleri gerektiği hakkında öznel farazalara teşvik eder ki, maazallah normatif tutarsızlıklara sebep olur
Ali bey,
Hem konu başlığındaki mesajınızı hem de blog yazınızı üşenmeden sonuna kadar okudum. Aklımda yer edenleri yazayım;
Meseleye maalesef biraz demagojik, biraz popülist hani biraz aranjman sosyalist gözüyle baktığınızı düşünüyorum. İster yarış, ister amatör organizasyon olarak tanımlansın, şu sportif kısırlık içinde kıvranan memlekette yine de değerli bir katkı olarak görüyorum Gran Fondoları. Kusura bakmayın ama, bu yarışlara/organizasyonlara katılan sporcuların da hiç öyle ağzı kokan fakirlere benzediğini sanmıyorum. Bisiklet camiası, pek de öyle yoksunluğun egemen olduğu varoluşsal bir problem altında kıvranmıyor benim gördüğüm. Bisiklet biraz da, teknik-duygu birlikteliğinden türeyen katkısız bir öykü gibidir aslında. Sadece önsözünü okuyarak ana fikrini özümsemek pek de caiz değildir Bu anlamda arkaik elitizm eleştirinizi hafif abartılı bulduğumu söylemeliyim...
Her iki yazınızı da ölçüsüz bir ideolojik sosla tatlandırmaya çalıştığınızı görüyorum. Özellikle blog yazınızda, bisiklet sporcularını çağdaş bir gladyatör veya tutsak edilmiş bir köle olarak betimleyip bir de üzerine kan , gözyaşı, acı, işkence metaforlarını boca etmeniz bana oldukça abartılı bir eleştiri olarak göründü. Günümüz dünyasında ister beğenelim, ister beğenmeyelim; ister kabullenelim isterse red edelim, spor camiası devasa bir endüstriye dönüşmüştür ve hemen hemen hiç bir spor dalı bundan muaf olmamıştır. Siz sanıyor musunuz ki kayakçılar çok daha az efor sarf ederek güle oynaya madalyalar kazanıyorlar. Veya yüzücüler hiç yorulmadan milyonlarca dolar kazanıyorlar. Veya motor yarışçıları hep güneşli havalarda yarış koşup, geri kalan zamanlarında sosyal yaşamlarına kaldıkları yerden devam ediyorlar...
Demem o ki, tüm spor dallarında başarı ve ödül, pek de öyle imgesel romantizmle açıklanması mümkün olmayan dinamiklerdir. Sportif kuram, birbiriyle uyumsuz gibi görünen paradigmaları bir araya getiren normlar bütünüdür (acı içinde kıvranan bisikletçinin milyonlar kazanması). Bizlerin bunu kendine göre önceliklemesi pek de mühim değildir. Kendi tercihlerimizi maksimize ederek, sportif branşlarda içsel bir tutarlılık modeli oluşturmak olası da değildir.
Yani yaptığınız formal tanımlar biraz hükümsüzdür bu anlamda. Bizi, bisikletçilerin (genel manada sporcuların) neyi tercih etmeleri gerektiği hakkında öznel farazalara teşvik eder ki, maazallah normatif tutarsızlıklara sebep olur