delibalta
Forum Bağımlısı
- Kayıt
- 24 Eylül 2004
- Mesaj
- 691
- Tepki
- 2.735
- Şehir
- kuzeyli
- Başlangıç
- 1997—98
- Bisiklet
- Bisan
- Bisiklet türü
- Dağ bisikleti
23 Ağustos 2011
(link)
Güne enerjik ve keyifli uyanıyorum. Çocukken yaylada uyandığımda doğuya bakan camın pervazına güneş vuruyorsa çok sevinirdim çünkü bu havanın cam gibi olduğunu gösterirdi. Loş bir aydınlık varsa ve pervaz renksiz duruyorsa canım sıkılırdı çünkü bu duman var demekti ki sabah duman olması demek havanın uzun süre açmayacağını gösterirdi. Eğer pervaz ıslaksa hiç yataktan çıkmasam daha iyi olurdu. Bugün de işte o yataktan çıkmamalık günlerden biriydi. Ama ben uzun bir yoldaydım ve hava durumu sadece bir detaydı. Kahvaltıya inip depoyu iyi bir doldurdum bir taraftan da Hazindak'a giden yolla ilgili tüyolar aldım. Ayı karşılaşmaları ve yabani hayatla ilgili konuştuğumuzu hatırlıyorum ama üzerinden çok zaman geçti net hatırlamıyorum. Sonuç olarak yol son derece bozuk ve ıssızdı, bol bol da yabani hayvan vardı.
Yola çıkmadan buraya nasıl geldik bir hatırlayalım ki mistik manzaraları görünce kendimizi rüyada sanmayalım.
ilk gün; Ardeşen, Ayder, Avusor, Ayder. 63km, 2400m tırmanma.
Her damlasına değer; Kaçkarlar'da ter, gözyaşı ve yağmur 1/6: Ardesen-Avusor-Ayder (2011)
ikinci gün; Ayder, Yukarı Kavrun, Çamlıhemşin, Pokut. 63km, 2750m tırmanma.
Her damlasına değer; Kaçkarlar'da ter, gözyaşı ve yağmur 2/6: Ayder Kavrun ve Pokut (2011)
hac
ve detaylar. 2000m civarı bir tırmanma var bugün. mapmyride ile hac arasında tutarsızlık oluşabiliyor. En büyük sebepleri yolun google earth'ten net görünmemesi veya uydudan bölgenin fotoğrafı çekildikten sonra açılmış olması. Bu durumda mapmyride üzerinde tahminen işaretleme yapıyorum. hac ise hava durumu aniden değişirse irtifayı şaşırıp tutarsızlık yaratabiliyor. Bugün geçtiğim Pokut-Hazindak yolu ben rotayı işaretlerken google earth'de görünmüyordu ama şimdi görünüyor mesela. Bir de rotanın bir kısmını Şenyuvadan aşağıya Haluk beyin evine gidiş dönüşü işaretlemediğimden hem mesafe hem irtifada tutarsızlık arttı. Pek bir önemi yok ama nedenini bilmekte fayda var.
Yeri gelmişken rota planlaması özellikle böyle birkaç gün süren ve her gün uzun süreler bisiklete binilen turlar için önemli. Hergün küçük bir yanılma payıyla hava kararırken hedefime ulaşabilmeyi bu rotaları çıkarıp ben burayı motoru yakmadan nasıl geçerim diye düşünmeme de borçluyum. Oturup saatlerce yol işaretlemiyorum ama kısıtlı zamanı en iyi şekilde kullanmak için plan yapıyorum, öyle ne çıkarsa diye de yola çıkmıyorum. Ama gideceğim yerleri seçerken fotoğraflara vb bakmam, sadece önce haritadan şu dağlar iyi diye geçeceğim yerleri seçerim sonra yol var mı diye bakma aşamasında google earth devreye girer. Bir tek kalacak yer ararken sitelere vb bakarım. Yoksa heyecanı kaçıyor. Gündüz kendime acımam akşam ayırdığım bütçeye; saçma seviyeler hariç en iyi otelde kalıp yine saçmalamadan bulduğum en iyi yemeği yerim. Yoksa bir de gece sıkıntı çeksem bu tempoda 3 günde olayım biter. Tabii bundan Hilton'da yatıp tavacı Recep'te yediğim anlamı çıkmasın. Sıcak bir duş, rahat ve tek kalabileceğim bir oda, sessizlik ve temiz hava yeterli iyi otel olması için. Balık, patates haşlaması, bölgeye özgü kahvaltılık, taze bahçe ürünleri en iyi yemektir benim için. Sonraki sabah dinlenmiş hissederek uyanayım tamamdır.
Pokut Hazindak arasındaki yol ancak tam 4x4'lerin geçebileceği kadar bozuk bir yol ve de ıssız, mesafe 9km olması lazım. Çoğunlukla ormanın içinden geçiyor, onun dışında çevresinde ne var, yoldan etraf nasıl görünüyor bilmiyorum. Geçilen yolları daha iyi anlamak için google earth'den incelemenizi öneririm.
odaya girer girmez ilk yaptığım şeylerden biri eşyaları boşaltıp kontrol etmek, ıslakları asmak, kirlileri yıkamak, çöpleri ayırmak. Sabahta toplama zamanı tabii.
yol tam bataklık, kenardan fazla batmadan ilerliyorum. Duman tise oldukça yoğun, görüş mesafesi en fazla 10 metre.
biraz ilerledikten sonra ormana girdim. burada sis apayrı bir ortam yaratıyor. Açık arazideki sıkıcı görüntü yok ormanda.
ne diyeyim ben şimdi.
sadece benden kaynaklanan sesler ve ara ara duyulan çisenin ağaç yapraklarına hızla çarparken çıkardığı incecik ses.
yıkılmış arkadaşlarının yanına. parça parça onların hücrelerine taşınıyor.
her viraja aha şimdi yolun ortasında kahverengi büyük bir kütle göreceğim ve o aniden kımıldayacak diye yaklaşıyorum.
transa geçtim, ses çıkararak gitme vb gibi tüm kuralları unuttum gitti. sessizce süzülüp oranın bir parçasıymışım gibi yapıyorum.
ne var orada.
iyice kafa kaydı.
aklıma village filminden sahneler geliyor. orada bir şeyler var ve beni izliyorlar.
yol inişe geçti, orman seyreldi. gerilim filmi reklama girmiş gibi silkinip etrafa baktım.
çeşme, burası yolun en alçak yeri. Pokut Hazindak arası V şeklinde diyebileceğim bir profildeki yolla geçiliyor. Lastiklerin çamurunu yıkadım, kendimi zorlayarak biraz su içtim. Hava böyleyken susuzluk hissedilmiyor genelde ama vücut çok büyük sıcaklık üretiyor o esnada. 10-12 derece ve son derece nemli bir ortamda tek bir forma ve yağmurlukla bisiklet sürerken terleyebiliyor insan.
bu aradaki dik ve çamurlu yokuşlarda epey zorlandım.
ve Hazindak. yol burada bitiyor.
taş kaldırım çok hoşuma gitti, girdim ben de.
patika Hazindak'tan çıkıp ormana daldı, ben de ileride sürülebilir olması umuduyla girdim.
ara ara umut verici ölçüde düzelse de epey dar ve kaygan.
bırak bisiklet sürmeyi ayakta zor duruyorum. Taşlar çok kaygan.
bitki örtüsü sıklaştı, ciddi ıslandım yarıp geçerken.
yine de çok güzel bir tecrübe.
keyfim yerinde. Çat'a zamanında dönebileceğimi düşünüyorum. Pokut'tan sonra iniş ve sadece 800m tırmanacağım Çat'a doğru. Üstelik orası anayol, yani geceye de kalabilirim. Bugün dinlenmek amacıyla nisbeten kolay bir gün olarak planlanmıştı zaten.
yolun Hazindak'a ulaştığı son çıkış. Sağ tarafta büyük bir ahşap bina inşaatı var, sanırım otel.
yolda mini heyelanlarla daralan bölümler var. Görünmüyor ama yukarısı fazla ormanlık değil sanıyorum.
ve yine orman.
birşeyler yemek için ayaküstü mola. yoldaki su birikintilerine girerek bisikleti epey yıkadım.
mistik bölüme giriyorum.
kazara normal arabayla gelenin hali duman.
kahverengi bir şey... kahverengi bir şey... kahvereng..
iki üç tanesi hızla birbiri etrafında dönüyordu.
yağış yağmura döndüğünden duman dağılıyor. herkes bilirki hem yağmur hem duman aynı anda olmaz.
aşağıda şenlik var. bulutların nerede başlayıp nerede bittiği belli değil.
ölüm ve yaşam.
keskin ve dik virajlar birbiri ardına geliyor. büyük zevkle dönüyorum her birini. düz yoldan ve memleketten hep uzak durmak istemişimdir. Başım dönüyor ovada.
bulut denizinde timsah sırtları belirip kayboluyor. av kim olacak?
Pokut'taki evler gibi sırta sırayla dizilmişler.
çok uzakta sahilde hava parlak. sıcaktan yanıyordur orada millet. bulutlar sakinleşmiş görünüyor.
diyordum ki yukarıdaki bulutlar yine eğildiler aşağıya doğru.
aşağıdakiler de. Kısa sürede şarıltılı bir yağış başladı tüm vadide ve beni de içine aldı. hadi bakalım.
virajlara devam. böyle bir virajda az daha Unimogla çarpışıyordum. daha doğrusu beni eziyordu. Sesini duydum ama o kadar hızlı tırmanabileceğini tahmin etmedim. 40-50 km/s hızla geliyordu en az.
inişin bitimine az bir yol varken biraz önce fotoğrafladığım sıralı evlere ayrılan yolun başındaki çeşmede mola verdim. Su içerken disklerin ve frenlerin kupkuru olduğunu farkettim. İnişte ciddi ısınarak kendilerini ve çevrelerini kurutmuşlardı. Üzerlerine düşen damlalar da kısa sürede buharlaşıyordu.
ıslanmadık, çamura bulanmadık yer kalmadı bisiklette ve bende de tabii. Tüm sudan zarar görebilecek eşyaları torbayla çantaya koymuştum. Sadece telefonu yine poşette ama cebimde taşıyorum. Pokut Hazindak arasında ne zaman baksam telefon çekmiyordu.
o köşedeki odada neler yapılır neler. şiir yazılır, roman yazılır, uçak tasarlanır, aşık olunur, camdan bakılır, sarhoş olunur, radyo dinlenir, saçmalanır, faturaya küfredilir, çocuğa kızılır...
bugün konaklar ince bir tülün ardında.
ve yaklaşık 24 saat sonra yol ayrımına geri döndüm. ee ne anladık bu işten.
neler anlamadık ki..
Sabah Haluk bey'e teslim ettiğim bir kısım eşyamı almak için Çamlıhemşin yönüne gidip dönüyorum, dilimin ucunda ama mahallenin adını unuttum. Şenyuva mıydı yoksa farklı bir mahalle miydi.. O arada dünkü köprüleri tekrar görüyorum. dereye kadar uzanan şu sarmaşıklara bakın.
diğerleri kadar şanslı olamamış bir köprünün ayakları. Ölümde ayağın ayrı bir yeri vardır, neden bilmem. Filmler de bile morgda numara takılmış ayakları gösterirler.
yukarıdan yola kayalar yuvarlanmış. birine bisikleti yaslayıp çantamı tırmanış için daha dengeli düzenledim, bir şeyler yedim.
bölgede sıradan bir olay yola taş vb yuvarlanması. Yıllar önce böyle bir mini taş heyelanının altından son anda kurtulmuştum. Apennin bisikletimle Ziganaya tırmanıyordum. Önümde iki yüklü tanker tırmanıyordu ben de onlardan kopmamak için mücadele veriyordum. hızım 20 km/s, nabzım 180'di. Tam o sırada sağımdan bir hışırtı duydum ve yukarıdan düşen ufak taşları gördüm. Ardından gittikçe daha büyük taşlar düşmeye başladı. Ben çoktan sprinte kalkmıştım, taşlar etrafımda asfalta vurup patlıyordu. Bütün gücümle basıyordum ön büyük aynakoldaydı, ayaktaydım. Bittiğinde 3 şerit olan dağ yolunda en son şeritteydim. hızım 40 km/s'ti, nabzım 198'di. kamyonları sollamıştım.
bu sefer olay yerine geç kalmanın sakinliğiyle geçip gittim.
başka ayaklar.
o bulutların içinde Çat bizi bekliyor. ulaşmak istediğim yere bir özlem duyduğumu hissettim. uzun inişten sonra uyuşan vücudum yorgunluk çekiyordu. tekrar tırmanmaya başlayınca canım epey acımaya başlamıştı.
hımmm. kestane. şimdi şöyle sıcak bir ateşin başında kavuracaksın bunları. üşümüşüm yahu.
barracuda adını verdiğim bulut formu. yağış sonrası dağılan bulutlardan kopuk hızlı bir hava akımıyla ok gibi ilerleyen ince uzun ilginç bulutsular. Üzerinde ilerledikleri arazinin şeklini alarak ilerlediklerinden çok ilginç görünüyorlar. Nadiren bozulmadan uzun süre kalanını görüyorum. Yıllar önce dağın güney yamacındayken fırtına olan kuzey taraftan böyle bir barracuda gelmiş güneşin altında kaybolana kadar 2-3 tepeyi ine çıka geçmiş ağzımı açık bırakmıştı. Kamera veya fotoğraf makinam olmadığına çok üzülmüştüm görmek yetmiyormuş gibi.
aşağıda bir yerde kaldı dere.
yükselmemizin nedeni yolun vadiye tepeden bakan bir noktaya çıkması. Ve bu hakim noktada hayalet gibi sisler arasında dikilen Zilkale.
işte karşımızda. onca fotoğrafını gördüğüm ünlü Zilkale. Fotoğraflarındaki haline hiç benzemiyor bugün. Polis olsam ve bu herifi arıyor olsam farketmezdim.
çok ama çok sevdim bu görüntüyü. kuş olup böyle vadiye doğru dalasım geldi.
az bir yükseklik yok.
yüksekten pek korkmam ama üşümüş bünyemle hareketlerim sarsaklaştığından ve ayağımda ördeklerinki gibi yürümeye ters ayakkabılar olduğundan dikkatli hareket ediyorum.
sanırım kalenin ahşap çatısı vardı ve zaman dayanamayarak veya kızgın bir düşman ordusu veya sakar bir aşçı tarafından yok edildi. Yoksa onca duvarı yapıp bu iklimde açıkta durmak çok sinir bozucu olurdu.
kalenin her tarafını gezdim, kimseler yok.
mantığını anlamadım ama masanın manzarası harika. işçiler yemekleri için kullanıyor olabilir.
pek zafer sonrası içip oynanacak kale değil. askerin yarısının telef olması işten bile değil.
duvarların üstünde içim ürpererek gezdim epey. ancak iyice üşüyünce indim aşağı.
çayır kamyonu. ufakken yüklü kamyon sırtında böyle yollarda gitmek çok heyecanlı olurdu. her çukurda araba uçuruma veya dereye doğru yalpalar içimiz giderdi.
bulunduğum noktaya kuş uçuşu belki de en yakın yayla Amlakit. Yol çok uzun bir mesafeyi dolaşıp indiğinden en son ona ulaşıyor. Vadiden yeni bir yol yapılıyor ve ulaşmak üzereymiş ama benim planımda onu denemek olmadığından hiç düşünmedim. Rotaya bakarken google earth'te görünmeyen yolları dikkate almıyorum çoğunlukla. Yol şimdiye kadar çoktan kavuşmuştur Amlakit'e.
böyle bir kaleyi almanın tek yolu kuşatıp içerdekileri açlıktan yamultmak. susuzluktan demeye dilim varmıyor.
yeniden yola devam, titriyorum resmen. ileride beyaz birşey dikkatimi çekiyor ormanın içinde.
dev bir ağaç gövdesiymiş.
bir örneğini torul artebel yolunda gördüğüm eski köprü üzerine yeni beton köprü yapma yöntemini burada da görüyoruz. çok güzel olmuş, dev bir fil boku gibi çökmüş oraya.
yolda Palovit şelalesi levhasını görünce durup geri dönüyorum. Aklıma duyduğum methiyeler geliyor, Palovit çok uzakta olduğundan şelalenin buralarda olabileceğine ihtimal vermemiştim. Dediğim gibi fazla detaya girmem tur planlarken.
Levhada mesafe falan yazmıyor ama çok uzakta olmayacağını düşünüyorum ve saat 16:30 gibi görece geç bir saat olmasına rağmen yola giriyorum.
Yol Pokut Hazindak arası gibi ormanın içinden gidiyor ama dere kenarını izliyor. Palovit deresi bembeyaz akıyor yanımda.
her taraf su ve yeşil. tırmanmaya başladım.
sürekli aha geldim, şu virajı dönünce, şu kayanın arkası diye diye 6 km yol geldim. İşte karşınızda Palovit Şelalesi. Aklımda yer eden özelliği ise sesi.
geç çekeyim.
görüşmek üzere. burada gece gündüz, yaz kış gürlemeye devam et. ben bu cümleyi yazarken sen orada gürlemeye devam edeceksin. Arkadaşlarım bu cümleyi okurken de gürlemen devam edecek. Ben dünyayı son defa görürken de sesin bu yamaçlarda yankılanıyor olacak. Senin için farketmez ama o zamandan önce seni görüp dinlediğime sevindim.
derin oyuklar göğe yükseliyor.
çok sevdim bu yolu.
ses olmadan derenin çoşkusunu anlatmak zor. bir de ara ara yukarı sıçrayan küçük su fıskiyelerini gösteremeden.
derenin içindeki kayalar kimbilir ne zaman düştüler oraya. suyun içinde duranı resmen cilalanmış gibi kaygan ve parlak duruyor.
ve anayoldayım. tomruk kamyonu ağır ağır iniyor. Çat'a yaklaşık 12 km kaldı, 600 metre de tırmanma var. Saat 17:30 ve ufak bir payla zamanım yeterli. Şelale gezisi 1 saat sürdü aşağı yukarı.
zemin yer yer kaldırım taşı döşeli.
hava durumunda en ufak değişiklik yok. Umarım içini döker de yarın açar. Zira yarın turun en zor etabı, üstüne hava da kötü olmamalı.
Hava kararırken otele ulaştım. Yanımda havlu taşımayıp oteldekileri kullanmayı planlamıştım ama bu sefer kaldığım yerde havlu yoktu. Sanki herkes arabayla geliyor, çantaya beni kurutacak bir havlu koysam geri yer kalmaz ki. Nasıl kurutacağım hem o havluyu bu şartlarda. Neyse ortak banyoda duşumu aldıktan sonra havlu olmadığını farkedip bir şekilde (!) odama koşup boştaki kıyafetlerimle kurulandım. ısıtma sistemi olmayan odada hava 10 derece falan tabii. Hızla kurulanıp üstümü sıkıca giydim. Saç kurutma makinası da yoktu diye hatırlıyorum. Böylece otel ile pansiyon arasındaki farkı da bir kere daha görmüş oldum. Akşam yemeğimi yedikten sonra keyfim biraz kaçıktı ama harika bir başka insanla daha tanışıp sohbet etme şansı yakalayınca yerine geldi. Hasan abi 30 senedir bu dağlarda geziyor, rehberlik yapıyor. Kendisine takılan Gezgin lakabını hakedecek kadar gezmiş bir insan; hindistan ormanlarından avrupa zirvelerine gitmediği yer yok. Uzun ve verimli bir sohbet oldu, yöredeki ayılarla ilgili çok ilginç hikayeler de dinledim ondan. Ayılar diyince şu belgeseli mutlaka izleyin. Daha önce paylaşılmıştı forumda.
Gece ağır uykumun arasında bazı tıkırtılar duydum ama tam kendime gelemedim. Sabah farenin yandaki yatağın üzerine bıraktığım çikolatamın kenarını kemirdiğini farkettim. Giden varsın çikolata olsun.
(link)
Güne enerjik ve keyifli uyanıyorum. Çocukken yaylada uyandığımda doğuya bakan camın pervazına güneş vuruyorsa çok sevinirdim çünkü bu havanın cam gibi olduğunu gösterirdi. Loş bir aydınlık varsa ve pervaz renksiz duruyorsa canım sıkılırdı çünkü bu duman var demekti ki sabah duman olması demek havanın uzun süre açmayacağını gösterirdi. Eğer pervaz ıslaksa hiç yataktan çıkmasam daha iyi olurdu. Bugün de işte o yataktan çıkmamalık günlerden biriydi. Ama ben uzun bir yoldaydım ve hava durumu sadece bir detaydı. Kahvaltıya inip depoyu iyi bir doldurdum bir taraftan da Hazindak'a giden yolla ilgili tüyolar aldım. Ayı karşılaşmaları ve yabani hayatla ilgili konuştuğumuzu hatırlıyorum ama üzerinden çok zaman geçti net hatırlamıyorum. Sonuç olarak yol son derece bozuk ve ıssızdı, bol bol da yabani hayvan vardı.
Yola çıkmadan buraya nasıl geldik bir hatırlayalım ki mistik manzaraları görünce kendimizi rüyada sanmayalım.
ilk gün; Ardeşen, Ayder, Avusor, Ayder. 63km, 2400m tırmanma.
Her damlasına değer; Kaçkarlar'da ter, gözyaşı ve yağmur 1/6: Ardesen-Avusor-Ayder (2011)
ikinci gün; Ayder, Yukarı Kavrun, Çamlıhemşin, Pokut. 63km, 2750m tırmanma.
Her damlasına değer; Kaçkarlar'da ter, gözyaşı ve yağmur 2/6: Ayder Kavrun ve Pokut (2011)
hac
ve detaylar. 2000m civarı bir tırmanma var bugün. mapmyride ile hac arasında tutarsızlık oluşabiliyor. En büyük sebepleri yolun google earth'ten net görünmemesi veya uydudan bölgenin fotoğrafı çekildikten sonra açılmış olması. Bu durumda mapmyride üzerinde tahminen işaretleme yapıyorum. hac ise hava durumu aniden değişirse irtifayı şaşırıp tutarsızlık yaratabiliyor. Bugün geçtiğim Pokut-Hazindak yolu ben rotayı işaretlerken google earth'de görünmüyordu ama şimdi görünüyor mesela. Bir de rotanın bir kısmını Şenyuvadan aşağıya Haluk beyin evine gidiş dönüşü işaretlemediğimden hem mesafe hem irtifada tutarsızlık arttı. Pek bir önemi yok ama nedenini bilmekte fayda var.
Yeri gelmişken rota planlaması özellikle böyle birkaç gün süren ve her gün uzun süreler bisiklete binilen turlar için önemli. Hergün küçük bir yanılma payıyla hava kararırken hedefime ulaşabilmeyi bu rotaları çıkarıp ben burayı motoru yakmadan nasıl geçerim diye düşünmeme de borçluyum. Oturup saatlerce yol işaretlemiyorum ama kısıtlı zamanı en iyi şekilde kullanmak için plan yapıyorum, öyle ne çıkarsa diye de yola çıkmıyorum. Ama gideceğim yerleri seçerken fotoğraflara vb bakmam, sadece önce haritadan şu dağlar iyi diye geçeceğim yerleri seçerim sonra yol var mı diye bakma aşamasında google earth devreye girer. Bir tek kalacak yer ararken sitelere vb bakarım. Yoksa heyecanı kaçıyor. Gündüz kendime acımam akşam ayırdığım bütçeye; saçma seviyeler hariç en iyi otelde kalıp yine saçmalamadan bulduğum en iyi yemeği yerim. Yoksa bir de gece sıkıntı çeksem bu tempoda 3 günde olayım biter. Tabii bundan Hilton'da yatıp tavacı Recep'te yediğim anlamı çıkmasın. Sıcak bir duş, rahat ve tek kalabileceğim bir oda, sessizlik ve temiz hava yeterli iyi otel olması için. Balık, patates haşlaması, bölgeye özgü kahvaltılık, taze bahçe ürünleri en iyi yemektir benim için. Sonraki sabah dinlenmiş hissederek uyanayım tamamdır.
Pokut Hazindak arasındaki yol ancak tam 4x4'lerin geçebileceği kadar bozuk bir yol ve de ıssız, mesafe 9km olması lazım. Çoğunlukla ormanın içinden geçiyor, onun dışında çevresinde ne var, yoldan etraf nasıl görünüyor bilmiyorum. Geçilen yolları daha iyi anlamak için google earth'den incelemenizi öneririm.
odaya girer girmez ilk yaptığım şeylerden biri eşyaları boşaltıp kontrol etmek, ıslakları asmak, kirlileri yıkamak, çöpleri ayırmak. Sabahta toplama zamanı tabii.
yol tam bataklık, kenardan fazla batmadan ilerliyorum. Duman tise oldukça yoğun, görüş mesafesi en fazla 10 metre.
biraz ilerledikten sonra ormana girdim. burada sis apayrı bir ortam yaratıyor. Açık arazideki sıkıcı görüntü yok ormanda.
ne diyeyim ben şimdi.
sadece benden kaynaklanan sesler ve ara ara duyulan çisenin ağaç yapraklarına hızla çarparken çıkardığı incecik ses.
yıkılmış arkadaşlarının yanına. parça parça onların hücrelerine taşınıyor.
her viraja aha şimdi yolun ortasında kahverengi büyük bir kütle göreceğim ve o aniden kımıldayacak diye yaklaşıyorum.
transa geçtim, ses çıkararak gitme vb gibi tüm kuralları unuttum gitti. sessizce süzülüp oranın bir parçasıymışım gibi yapıyorum.
ne var orada.
iyice kafa kaydı.
aklıma village filminden sahneler geliyor. orada bir şeyler var ve beni izliyorlar.
yol inişe geçti, orman seyreldi. gerilim filmi reklama girmiş gibi silkinip etrafa baktım.
çeşme, burası yolun en alçak yeri. Pokut Hazindak arası V şeklinde diyebileceğim bir profildeki yolla geçiliyor. Lastiklerin çamurunu yıkadım, kendimi zorlayarak biraz su içtim. Hava böyleyken susuzluk hissedilmiyor genelde ama vücut çok büyük sıcaklık üretiyor o esnada. 10-12 derece ve son derece nemli bir ortamda tek bir forma ve yağmurlukla bisiklet sürerken terleyebiliyor insan.
bu aradaki dik ve çamurlu yokuşlarda epey zorlandım.
ve Hazindak. yol burada bitiyor.
taş kaldırım çok hoşuma gitti, girdim ben de.
patika Hazindak'tan çıkıp ormana daldı, ben de ileride sürülebilir olması umuduyla girdim.
ara ara umut verici ölçüde düzelse de epey dar ve kaygan.
bırak bisiklet sürmeyi ayakta zor duruyorum. Taşlar çok kaygan.
bitki örtüsü sıklaştı, ciddi ıslandım yarıp geçerken.
yine de çok güzel bir tecrübe.
keyfim yerinde. Çat'a zamanında dönebileceğimi düşünüyorum. Pokut'tan sonra iniş ve sadece 800m tırmanacağım Çat'a doğru. Üstelik orası anayol, yani geceye de kalabilirim. Bugün dinlenmek amacıyla nisbeten kolay bir gün olarak planlanmıştı zaten.
yolun Hazindak'a ulaştığı son çıkış. Sağ tarafta büyük bir ahşap bina inşaatı var, sanırım otel.
yolda mini heyelanlarla daralan bölümler var. Görünmüyor ama yukarısı fazla ormanlık değil sanıyorum.
ve yine orman.
birşeyler yemek için ayaküstü mola. yoldaki su birikintilerine girerek bisikleti epey yıkadım.
mistik bölüme giriyorum.
kazara normal arabayla gelenin hali duman.
kahverengi bir şey... kahverengi bir şey... kahvereng..
iki üç tanesi hızla birbiri etrafında dönüyordu.
yağış yağmura döndüğünden duman dağılıyor. herkes bilirki hem yağmur hem duman aynı anda olmaz.
aşağıda şenlik var. bulutların nerede başlayıp nerede bittiği belli değil.
ölüm ve yaşam.
keskin ve dik virajlar birbiri ardına geliyor. büyük zevkle dönüyorum her birini. düz yoldan ve memleketten hep uzak durmak istemişimdir. Başım dönüyor ovada.
bulut denizinde timsah sırtları belirip kayboluyor. av kim olacak?
Pokut'taki evler gibi sırta sırayla dizilmişler.
çok uzakta sahilde hava parlak. sıcaktan yanıyordur orada millet. bulutlar sakinleşmiş görünüyor.
diyordum ki yukarıdaki bulutlar yine eğildiler aşağıya doğru.
aşağıdakiler de. Kısa sürede şarıltılı bir yağış başladı tüm vadide ve beni de içine aldı. hadi bakalım.
virajlara devam. böyle bir virajda az daha Unimogla çarpışıyordum. daha doğrusu beni eziyordu. Sesini duydum ama o kadar hızlı tırmanabileceğini tahmin etmedim. 40-50 km/s hızla geliyordu en az.
inişin bitimine az bir yol varken biraz önce fotoğrafladığım sıralı evlere ayrılan yolun başındaki çeşmede mola verdim. Su içerken disklerin ve frenlerin kupkuru olduğunu farkettim. İnişte ciddi ısınarak kendilerini ve çevrelerini kurutmuşlardı. Üzerlerine düşen damlalar da kısa sürede buharlaşıyordu.
ıslanmadık, çamura bulanmadık yer kalmadı bisiklette ve bende de tabii. Tüm sudan zarar görebilecek eşyaları torbayla çantaya koymuştum. Sadece telefonu yine poşette ama cebimde taşıyorum. Pokut Hazindak arasında ne zaman baksam telefon çekmiyordu.
o köşedeki odada neler yapılır neler. şiir yazılır, roman yazılır, uçak tasarlanır, aşık olunur, camdan bakılır, sarhoş olunur, radyo dinlenir, saçmalanır, faturaya küfredilir, çocuğa kızılır...
bugün konaklar ince bir tülün ardında.
ve yaklaşık 24 saat sonra yol ayrımına geri döndüm. ee ne anladık bu işten.
neler anlamadık ki..
Sabah Haluk bey'e teslim ettiğim bir kısım eşyamı almak için Çamlıhemşin yönüne gidip dönüyorum, dilimin ucunda ama mahallenin adını unuttum. Şenyuva mıydı yoksa farklı bir mahalle miydi.. O arada dünkü köprüleri tekrar görüyorum. dereye kadar uzanan şu sarmaşıklara bakın.
diğerleri kadar şanslı olamamış bir köprünün ayakları. Ölümde ayağın ayrı bir yeri vardır, neden bilmem. Filmler de bile morgda numara takılmış ayakları gösterirler.
yukarıdan yola kayalar yuvarlanmış. birine bisikleti yaslayıp çantamı tırmanış için daha dengeli düzenledim, bir şeyler yedim.
bölgede sıradan bir olay yola taş vb yuvarlanması. Yıllar önce böyle bir mini taş heyelanının altından son anda kurtulmuştum. Apennin bisikletimle Ziganaya tırmanıyordum. Önümde iki yüklü tanker tırmanıyordu ben de onlardan kopmamak için mücadele veriyordum. hızım 20 km/s, nabzım 180'di. Tam o sırada sağımdan bir hışırtı duydum ve yukarıdan düşen ufak taşları gördüm. Ardından gittikçe daha büyük taşlar düşmeye başladı. Ben çoktan sprinte kalkmıştım, taşlar etrafımda asfalta vurup patlıyordu. Bütün gücümle basıyordum ön büyük aynakoldaydı, ayaktaydım. Bittiğinde 3 şerit olan dağ yolunda en son şeritteydim. hızım 40 km/s'ti, nabzım 198'di. kamyonları sollamıştım.
bu sefer olay yerine geç kalmanın sakinliğiyle geçip gittim.
başka ayaklar.
o bulutların içinde Çat bizi bekliyor. ulaşmak istediğim yere bir özlem duyduğumu hissettim. uzun inişten sonra uyuşan vücudum yorgunluk çekiyordu. tekrar tırmanmaya başlayınca canım epey acımaya başlamıştı.
hımmm. kestane. şimdi şöyle sıcak bir ateşin başında kavuracaksın bunları. üşümüşüm yahu.
barracuda adını verdiğim bulut formu. yağış sonrası dağılan bulutlardan kopuk hızlı bir hava akımıyla ok gibi ilerleyen ince uzun ilginç bulutsular. Üzerinde ilerledikleri arazinin şeklini alarak ilerlediklerinden çok ilginç görünüyorlar. Nadiren bozulmadan uzun süre kalanını görüyorum. Yıllar önce dağın güney yamacındayken fırtına olan kuzey taraftan böyle bir barracuda gelmiş güneşin altında kaybolana kadar 2-3 tepeyi ine çıka geçmiş ağzımı açık bırakmıştı. Kamera veya fotoğraf makinam olmadığına çok üzülmüştüm görmek yetmiyormuş gibi.
aşağıda bir yerde kaldı dere.
yükselmemizin nedeni yolun vadiye tepeden bakan bir noktaya çıkması. Ve bu hakim noktada hayalet gibi sisler arasında dikilen Zilkale.
işte karşımızda. onca fotoğrafını gördüğüm ünlü Zilkale. Fotoğraflarındaki haline hiç benzemiyor bugün. Polis olsam ve bu herifi arıyor olsam farketmezdim.
çok ama çok sevdim bu görüntüyü. kuş olup böyle vadiye doğru dalasım geldi.
az bir yükseklik yok.
yüksekten pek korkmam ama üşümüş bünyemle hareketlerim sarsaklaştığından ve ayağımda ördeklerinki gibi yürümeye ters ayakkabılar olduğundan dikkatli hareket ediyorum.
sanırım kalenin ahşap çatısı vardı ve zaman dayanamayarak veya kızgın bir düşman ordusu veya sakar bir aşçı tarafından yok edildi. Yoksa onca duvarı yapıp bu iklimde açıkta durmak çok sinir bozucu olurdu.
kalenin her tarafını gezdim, kimseler yok.
mantığını anlamadım ama masanın manzarası harika. işçiler yemekleri için kullanıyor olabilir.
pek zafer sonrası içip oynanacak kale değil. askerin yarısının telef olması işten bile değil.
duvarların üstünde içim ürpererek gezdim epey. ancak iyice üşüyünce indim aşağı.
çayır kamyonu. ufakken yüklü kamyon sırtında böyle yollarda gitmek çok heyecanlı olurdu. her çukurda araba uçuruma veya dereye doğru yalpalar içimiz giderdi.
bulunduğum noktaya kuş uçuşu belki de en yakın yayla Amlakit. Yol çok uzun bir mesafeyi dolaşıp indiğinden en son ona ulaşıyor. Vadiden yeni bir yol yapılıyor ve ulaşmak üzereymiş ama benim planımda onu denemek olmadığından hiç düşünmedim. Rotaya bakarken google earth'te görünmeyen yolları dikkate almıyorum çoğunlukla. Yol şimdiye kadar çoktan kavuşmuştur Amlakit'e.
böyle bir kaleyi almanın tek yolu kuşatıp içerdekileri açlıktan yamultmak. susuzluktan demeye dilim varmıyor.
yeniden yola devam, titriyorum resmen. ileride beyaz birşey dikkatimi çekiyor ormanın içinde.
dev bir ağaç gövdesiymiş.
bir örneğini torul artebel yolunda gördüğüm eski köprü üzerine yeni beton köprü yapma yöntemini burada da görüyoruz. çok güzel olmuş, dev bir fil boku gibi çökmüş oraya.
yolda Palovit şelalesi levhasını görünce durup geri dönüyorum. Aklıma duyduğum methiyeler geliyor, Palovit çok uzakta olduğundan şelalenin buralarda olabileceğine ihtimal vermemiştim. Dediğim gibi fazla detaya girmem tur planlarken.
Levhada mesafe falan yazmıyor ama çok uzakta olmayacağını düşünüyorum ve saat 16:30 gibi görece geç bir saat olmasına rağmen yola giriyorum.
Yol Pokut Hazindak arası gibi ormanın içinden gidiyor ama dere kenarını izliyor. Palovit deresi bembeyaz akıyor yanımda.
her taraf su ve yeşil. tırmanmaya başladım.
sürekli aha geldim, şu virajı dönünce, şu kayanın arkası diye diye 6 km yol geldim. İşte karşınızda Palovit Şelalesi. Aklımda yer eden özelliği ise sesi.
geç çekeyim.
görüşmek üzere. burada gece gündüz, yaz kış gürlemeye devam et. ben bu cümleyi yazarken sen orada gürlemeye devam edeceksin. Arkadaşlarım bu cümleyi okurken de gürlemen devam edecek. Ben dünyayı son defa görürken de sesin bu yamaçlarda yankılanıyor olacak. Senin için farketmez ama o zamandan önce seni görüp dinlediğime sevindim.
derin oyuklar göğe yükseliyor.
çok sevdim bu yolu.
ses olmadan derenin çoşkusunu anlatmak zor. bir de ara ara yukarı sıçrayan küçük su fıskiyelerini gösteremeden.
derenin içindeki kayalar kimbilir ne zaman düştüler oraya. suyun içinde duranı resmen cilalanmış gibi kaygan ve parlak duruyor.
ve anayoldayım. tomruk kamyonu ağır ağır iniyor. Çat'a yaklaşık 12 km kaldı, 600 metre de tırmanma var. Saat 17:30 ve ufak bir payla zamanım yeterli. Şelale gezisi 1 saat sürdü aşağı yukarı.
zemin yer yer kaldırım taşı döşeli.
hava durumunda en ufak değişiklik yok. Umarım içini döker de yarın açar. Zira yarın turun en zor etabı, üstüne hava da kötü olmamalı.
Hava kararırken otele ulaştım. Yanımda havlu taşımayıp oteldekileri kullanmayı planlamıştım ama bu sefer kaldığım yerde havlu yoktu. Sanki herkes arabayla geliyor, çantaya beni kurutacak bir havlu koysam geri yer kalmaz ki. Nasıl kurutacağım hem o havluyu bu şartlarda. Neyse ortak banyoda duşumu aldıktan sonra havlu olmadığını farkedip bir şekilde (!) odama koşup boştaki kıyafetlerimle kurulandım. ısıtma sistemi olmayan odada hava 10 derece falan tabii. Hızla kurulanıp üstümü sıkıca giydim. Saç kurutma makinası da yoktu diye hatırlıyorum. Böylece otel ile pansiyon arasındaki farkı da bir kere daha görmüş oldum. Akşam yemeğimi yedikten sonra keyfim biraz kaçıktı ama harika bir başka insanla daha tanışıp sohbet etme şansı yakalayınca yerine geldi. Hasan abi 30 senedir bu dağlarda geziyor, rehberlik yapıyor. Kendisine takılan Gezgin lakabını hakedecek kadar gezmiş bir insan; hindistan ormanlarından avrupa zirvelerine gitmediği yer yok. Uzun ve verimli bir sohbet oldu, yöredeki ayılarla ilgili çok ilginç hikayeler de dinledim ondan. Ayılar diyince şu belgeseli mutlaka izleyin. Daha önce paylaşılmıştı forumda.
Gece ağır uykumun arasında bazı tıkırtılar duydum ama tam kendime gelemedim. Sabah farenin yandaki yatağın üzerine bıraktığım çikolatamın kenarını kemirdiğini farkettim. Giden varsın çikolata olsun.
Dosyalar
Son düzenleme: