Taygun Kon
Forum Demirbaşı
- Kayıt
- 12 Temmuz 2018
- Mesaj
- 591
- Tepki
- 1.486
- Şehir
- istanbul
- İsim
- Taygun K.
- Başlangıç
- 2018—19
- Bisiklet
- Giant
- Bisiklet türü
- Şehir - Tur
Neredeyse on yılı aşkın bir hayaldi benim için bisiklet ile şehirlerarası uzun tur yapmak.
Hayalini kurdum kurdum ve geçen yıl da yine 22 senelik hayalim olan bisikletimi aldıktan sonra tur hayalimi hayata geçirmeye karar verdim.
Hatta bir kısmımız hatırlar bile burada onlarca soru sordum, öneriler aldım bir cok seyi okuyup fikir geliştirdim ve nihayetinde geçtiğimiz 10 temmuzda yola koyuldum.
Bu turu yaparken bir amacım vardı. Dünyanın ilk tarihçisi olan Herodot'un kitabında bahsi geçen yerleri gezecektim. Rotamı da buna göre çizdim.
İstanbul ve trakya üzerinden çanakkale, oradan boğazı geçip Truva Asos ayvalık derken İzmir'den sonra çok merak ettiğim Lidya başkenti Sardes ve tekrar kıyı şeridine dönüp Antwlya'ya kadar sürme planım vardı.
Hiç yüklü bisiklet ile sürüş denemesi yapmamıştım. Keza Antalya'ya taşınıyor olduğumdan bunu yapacak vaktim de olmamıştı. Ilk yüklü bisiklete bindim ve sürerken gerçekten garipsedim. Daha 30 metre gittim ki heybelerimden birisi jant tellerime takılmaya başladı. Kalk düzelt filan derken Metrobüs durağına kadar gittim.
İstanbul içinde fazla vakit harcamamak için beylikdüzü ne kadar metrobüsle gittim. Sonrasında ise heyecanlı maceram başlamış oldu.
İstanbul çıkışında çektiğim ilk fotoğraf.
...
Yüklü bisiklet ile sürmeye çabuk adapte oldum. İstanbul - Tekirdağ yolunda hiç zorluk yaşamadım. Hatta karşıma çıkan rampalarda hiç tıkanma bile yaşamdım. O gün amacım Marmara Ereğlisi'ne varmak ve orada bir camping'te kalmaktı. İlk günkü kamp tecrübemi tek basima, hem de hic bilmedigim bir yerde ücretsiz bir köşede yapmaya cesaret edemedim.
Sonradan düşünsem bile bir yer bulamadım açıkçası.
Bu da ilk il sınırı tabela fotoğrafım. Heyecanlıymış
Yolda bir kaç kez mola verdim. Özellikle de su içmek ve küçük bir şeyler atıştırmak için. Tabi şehirlerarası yolda hiç bu kadar uzun sürmemiştim. Şehirden kaçmak kesinlikle çok güzelmiş daha ilk saatlerde bunu anladım.
Ama her şey böyle hoş güzel giderken kader ağlarını örüyordu ve güneşin altında terleyen ben ilk çiseleyen yağmur damlaları altında kendini çok ferahlamış ve hoşnut hissediyordum.
...
Silivri'den çıktım. artık Marmara ereğlisi'ne iyice yaklaşıyordum. O gün amacım Herakleia - Perinthos antik kenti buluntularını görmek, Marmara ereğlisi deniz feneri karşısında kahve içip çadırımda uyumaktı. Hatta Marmara ereğlisi girişinde kamp yapan bir grup gördüm, alana para vermemişlerdi. Yolu 3 5 kilometre uzatacak olsam da oraya dönmeyi düşünmüştüm. Ama marmara ereğlisi'ne girdim ve yağmur şiddetini arttırmaya başladı.
Bir parkta konserve yiyeceklerimi hızlıca yiyerek kalktım. Yağmur öyle arttı ki ne deniz feneri ne antik park' ı gözüm görür oldu. Doğruca belirtmediğim ücretli camping'e gittim.
Açıkçası küçük bir kazık yedim diyebilirim. Normalde google da 25 lira yazıyordu ama benden 30 lira istediler. Yağmurda gözüm bir şeyi görmediğinden ve 5 tl için kıyamet kopartmayacağimdan parayı verdim.
Kuru bir yerde çadırımı yardımla kurdum. Ha bu 5 liralık şeye rağmen gerçekten bana yardımsever davrandıklarını söyleyebilirim. Akşama çay kahve vs.ikram ettiler. Telefonum o bölgede nedense çekmiyordu, evdekiler ile iletişim kurmama yardım ettiler vs.
O gece yağmur altında çadırımda uyudum. Nispeten az yağmur alan zula bir köşede de olsam çadırım oldukça ıslandı. Sabah 7 gibi kalktım. Kamp yaptığım yer otoyolun hemen kenarında olduğu için gece araba gürültüsünden çok iyi uyuyamamıştım. Hala yorgundum. Ama acele etmem gerektiğinden çadırın suyunu atıp ıslak şekilde topladım.
2.Gün - Merhaba Uçmakdere
Beni bu güzel yollar mahvetti/Böyle güzel yollarda vazgeçtim yollara düşmekten.
...
Aslında bu güne başlarken yağmura ned3n bu kadar vurgu yaptığımdan söz etsem fena olmayacak diye düşünüyorum.
Yağmur altında korunaksız kalmak bana hep kötü duygular hissettirmiştir. Çaresizlik, sefalet, umutsuzluk ve bilimum tanımlayamadığım negatif duygu. Çocukluğumdan beri hiç sevmedim yağmur altında kalmayı. Evet evin penceresinden kahve eşliğinde sevgilinin saçlarını okşayıp izlemek ne kadar güzelse, sokakta tek başına iliklerine kadar ıslanmakta o kadar iğrenç. İşte hep bu psikoloji altında olmak beni zorlayan en büyük etken oldu.
Gelelim şimdi bir sonraki güne.
...
Çadırı toplayıp yola koyuldum. Hafif hafif çözemeyen bir yağmur vardı. Ama yol etrafındaki dokuntülerden geceki yağmurun şiddetini anlamak mümkündü.
Son iki haftadır istanbulun cavcav sıcağını ve google'ın hava durumu tahminlerine bakınca bunun bir nimet olduğunu düşünüp seviniyordum. Lastiklerimin her iki yana atarak yardığı suyu izleye izleye Marmara ereğlisi merkezine geri gittim. Nispeten yağmursuz bir havada antik kent buluntularını dolaştım.
Hoş bölgeye zaten antik park diyorlar. Bir kentten çok taşların sergilendiği bir park. Ama herodot buradan çok bahsediyor ve Roma tarihi içerisinde de oldukça önemli bir yere sahip. Bu sebeple görmemek olmaz.
Ben bu parkı gezip bir şeyler yemeye niyetlendigimde yeniden bir yağmur dalgası geldi. Parktaki çardağa sığındım. Oturacak bir yer yoktu. Muz ve kuru yemişle kahvaltı yaptıktan sonra biraz daha bekledim. Yağmur hafif yavaşladı ancak duracak gibi değildi.
Daha fazla beklemek istemediğim için tekrar yola çıktım. Yağmur altında süre süre deniz fenerini aramaya başladım. Ancak yağmur yine şiddetlendi ve büyük bir su birikintisi içerisinde heybelerimden birisi yeniden jant tellerine takılmaya başladı. O sırada arkadan da bir arada çok süratli şekilde yanımdan geçti ve hooop hem sırılsıklam oldum, hem de bisikleti durdurup yere basınca ayağım gölete dönen suyun içine dalıverdi.
Yeni güne ne harika bir başlangıç ama !
Küfür ede ede yola devam ettim. Bu arada feneri aramaktan vazgeçtim. Lanetler okuya okuya nakit icin ATM aramaya başladım. Bir de ne göreyim? Oradaki tek ATM çalışmıyor. Ne harika !
Çaresiz ana yola çıktım yeniden ve Tekirdağ merkeze doğru sürmeye başladım. Yağmur yer yer şiddetini arttırdı, yer yer azaldı. Saat 12'ye doğru ise güneş açtı ve ben bu sefer kavurucu sıcak için yalvarır oldum.
Tekirdağ'a girince nispeten kuru bir alan bulup bir şeyler atıştırdım.
Tekirdağ merkezinden çıkana kadar yine hava sıcaktı. Şehir çıkışında polisler durdurdu. Biraz sohbet ettik. Kolaylıklar dileyip yol verdiler.
Amacım olabildiğince kıyı şeridinden gitmek ve "Hellespontos"un her yanını izlemekti. Uçmakdere'nin nağmını da okumuştum okumasina ama tecrube gercekten bir başka şeymiş.
Şu an adını hatırlayamadığım bir yere vardım. Uçmakdere kamp alanına harita üzerinde çok Uzun olmayan bir yol vardı ve mezarlığın sol tarafında da dimdik bir yokuş.. Yokuşu bir miktar çıktım. Sonra durup fotoğraf makinam ile manzarayı fotoğrafladım. Biraz daha sürüce sağım solum orman bir yere girdim. Manzarayı hayran hayran seyrederek sürerken bacaklarımdaki enerji elveda nidalarına başlamış ama hayranlığım da iyiden iyiye artmıştı.
Ne kadar güzel yollar diye diye biraz daha çıktım ve nefesim pes etti. İşte kondisyonsuzluk böyle bir şeymiş. Bundan sonra bisiklet manifestosundaki gibi onu taşıma sırası bana gelmişti. Ve bu pekte kısa olmayacaktı.
Kardeş kardeş el ele tutuşmuş yolu çıkarken haritadan uçmakdere köyüne ne kadar kaldığına da bakıyordum. Ha bitti ha bitecek ama neredeee !
İleride bir çardak ve çay satan birisini gördüm. Beni davet ettiler biraz oturup dinlendim. Biraz sohbet ettik ve ben tekrardan yola koyulmadan önce "Yokuşun ne kadar kaldığını" sordum. Son bir rampa daha olduğunu ve sonrasının iniş olduğunu söylediler ama ah ah ! İşte Uçmakdere gerçeği !
Az pedal çok taban baya mesafe aldım. En düşük viteste sürmesine sürüyordum ama yürümek bana daha hızlıymışım hissi veriyordu. Biraz daha tırmandıktan sonra yol sonuna kadar birlikte süreceğimiz başka bir arkadaşla karşılaştım.
Söyleyeyim Davut'un kondisyonu kesinlikle benden daha iyiydi. Biraz konuşup ayrıldık. Bu arada yağmur yine gel git ara ara yağıyordu. Saat 4'ü geçmiş ben az çok etrafa bakıyor Uçmakdere kamp alanına ulaşamazsam şurada biryerde çadır atılır mı diye düşünüyordum.
Biraz daha pedala kuvvet kendimi zorladım ama bilmemkaçıncı dik rampada nefes nefese bisikletten yine indim. Bu sırada arkamdan bir başka bisikletli geldi. Yol bisikleti ile şakır şakır tırmanıyordu. Selamlaştık, köyde buluşuruz diyerek ayrıldık ama köye benim için çoook zaman vardı. Nitekim bir saatin sonunda dönüş yolunda tekrar karşılaştık. Bu sefer ben oturuyordum. Durdu bisküvi verebileceğini iyi olup olmadığımı sordu. - Belki o arkadaş forumda da olabilir ha Yalnız ismini öğrenmeyi ihmal ettim.
Biraz daha çıktıktan sonra ileride Davut ile tekrar karşılaştım. O da çok yorulmuştu. Ağaçlardan meyve topladık ve biraz atıştırdıktan sonra beraber sürmeye başladık. Tek sorunumuz onun harita hakkında yanlış bir bilgisi olmasıydı. Şu an olduğumuz yerin Uçmakdere değil de başka bir yer olduğunu, köyden sonra ise Uçmakdere'yi çıkacağımızı ve buradan çok daha beter olduğunu söylüyordu. Nasıl olsa dedim bu yol gidilecek gerekirse yürürüm hiç önemli değil. Halbuki biz uçmakderenin tam kabinindeydik.
Hava gitgide kapanırken uçmakdere kamp alanına vardık. Oraya inmemiz de biraz meşakatli olsa da yağmur bastırmadan aşağıya vardık. Uygun bir nokta seçip çadırlarımızı kurduk. Benim kamp tecrübesizliğim tabi ki kendini gece gösterecekti lakin çok acele etmeliydik çünkü Zeus her neye kızdıysa yeri göğü inletecekti.
Acele bir şekilde çadırlarımıza girdik ve makarnalarımızı pişirdik. Burada da aksilik peşimi bırakmadı. Dışarısı kızılca kıyamet olduğundan çadırın içinde yemek yapıyorduk ama benim ocağının vanası sıkıştı ve harlı ateşle başbaşa kaldım.
Davut'a ulaştım, o havada çadırdan çıktık ve ocağı su dökerek söndürmek zorunda kaldık.
Ben tüp gibi şeylerden çok korkarım bu yüzden denize atmayı bile düşündüm. Evet şiddetli yağmur aklımı başımdan alıyor doğru. Neyse ki Davut sayesinde söndürmeyi başardık. Tekrar çadıra girdiğimde sırılsıklam haliseydim ve çadırın içi de bir miktar su doluydu. Suyu boşaltım. Bir kenara geçip çay içip uyudum.
Uyudum.diyorum ama ne uyku ! Tüm gece çadır bir o yana bir bu yana sallandı. Sabah 5'e kadar aralıksız fırtına, sırılsıklam kıyafetler ve çadırın içinde bile olsam sırılsıklam bir gece.
...
3. gün - Büyük bir sınav: Elveda güzel yollar
Sırılsıklam bir sabaha merhaba demiş oldum. Pek uyuyamadım gece yağmur durmuştu saat 5 civarıydı ama çadırdan çıkmak gelmedi içimden. Ayaklarımın ucuna çamur birikmiş, her yan ıslak olsa da dışarıya adım atmak istemiyordum. Keza Davut'ta ayni saatte kalkmış ama beni kaldırmak istememiş. Biz bundan dolayı iki saat sonra pişman olacaktık belki ama yatmak kesinlikle daha güzeldi.
Nitekim saat 8'e doğru çadırdan çıktık. Yola devam etmeliydik. Lakin benim gece tüm direncin kırıldı. Çadırdan çıktığımızda başlayan fırtına eşyalarımızı tek tek denize çekiyor, biz ise her seferinde peşinden koşup yakalamaya çalışıyorduk. Zar zor her şeyi topladık. Taytımı değiştirip şort giydim. En son toplanacak benim çadırın kalmıştı. Öyle sert bir rüzgâr esti ki çadır mat poller hepsi uçtu. Çadır hariç her seyi camura bulanmış halde tuttum ama sonra şalter attı bende ve bırak gitsin allah kahretsin bırak gitsin yeter dedim. Yağmur başlamıştı yine. Davut koşup çadıri son anda yakaladı ve katladık. Yola koyulduğumuzda yağmur iyice bastırmıştı.
- Kamp alanından çıkarken -
...
Kamp alanından çıktık. Nispeten yollar inişli sayılırdı. Yağmur bi aniden bastırıyor bi çiseliyor saçma sapan şekilde yağıyordu. Ancak yolumuz artık nispeten inişliydi ve daha hızlıydı. Tabi ki az sonraya kadar.
Hayatimda rüzgâra karşı çok sürdüm. Düz yolda rüzgârın beni zorladığı çok an oldu. Ama böylesine Juliana Buhring'in kitabında bile rastlâmadım. Dağdan aşağıya iniyoruz yokuş çok dik vitesleri yükseltmişim ama yok bisiklet gitmiyor. Öyle sert öyle şiddetli bir rüzgârdı ki bu bisikletin yokuş yukarı geri geri çıktığını hissettim. Kesinlikle hayal görmedim. Gücüm bisikleti yokuş aşağı sürmeye yetmedi. Bir yanda yağmur bir yanda rüzgâr böyle bir zorluk asla görmedim. Dağın etrafında döndükçe rüzgârın yönü değişiyor, farklı tehlikelere maruz kalıyorduk.
Bir bölgede sağ şeride düşen koca taşlar yüzünden sol şeritten sürmek zorunda kaldık. hani öyle böyle değil kocaman kayalar gibi. Hem üstümüze gelmesin diye hızlıca oradan geçmemiz gerekiyordu, hem de yol dönüşlü olduğundan araba altında kalmamamız. Şükur ki bu hayati tehlikeden de sağ salim kurtulduk ve köye kadar varmayı başardık.
- Çok isterdim o yolun taşlarla dolu fotoğrafını cekebilmeyi ama malesef sonsuza dek beynimde bir anı olarak kalacaklar.
Köye varıp çorba içecek bir yer arıyorduk ama her yer fırtına nedeniyle kapalıydı. Biraz dolaştıktan sonra bir mekân gördük kapısındaki amca bizi içeri davet etti. Sırılsıklam olmuş biz de hemen girdik. Korunaklı bir köşede oturup birer ıhlamur içince tur hikâyemizi anlatmaya başladik.
Sonra durumumuzu gören Ulaş abi bize kıyafetler getirdi. Üzerimdeki sırılsıklam ne varsa çıkardım. Temmuzun ortası görüldüğü üzere kışlık eşofmanlar giyerek oturmaya başladık. Soba yakıldı - Evet evet temmuzda soba yakıldı ! Soba başında çay içip sohbet ettik. Bu arada başka köylülerde oraya gelmeye başladı.
Öğrendik ki son 10 yılın en şiddetli fırtınasını yaşıyormuşuz. Çevredeki her yer bu nedenle kapalıymış. Ulaş abi de oraya bir şeyler sağlam mı diye bakmaya gelmiş. Sanırım o gün orada o insanlar olmasa kim bilir halim ne olurdu. Daha köye varmadan yoldan inmeye çalışırken, Akut, ajandama, itfaiye, ördü aklınıza ne geliyorsa aramak geçiyordu içimden.
Biz içeride ısınırken yagmur ve rüzgâr adeta ortalığı kırıp geçti. İyice dinmesini bekledik ve vakti gelene kadar heybelerimi düzenledim.
Sem Çanta baykuş heybe ve gidon çantası kullanıyorum. Baykuş heybeler gerçekten hiç su almadılar ama gidon çantamdan yarım litre boşaltım. İyi ki DSLR makinamı oradan çıkartmışım.
Bütün ıslak eşyalarımı gidon çantasına sıkışırdım. Heybeleri güzelce düzenleyip içlerine poşet döşedim ve güzelce oturttum.
Ka poşet demişken son moda tasarımı ayakkabılarımı da paylaşmadan edemeyeceğim
Çok şık değil mi ? Daha yeni giydiğim eşofmanın çamur lekeleri de çok yakışmış bence ?
Velhasıl yağmur azaldı ve tekrar yola koyulma vakti geldi.
Bu güzel anı ile yola koyulduk. Bir ara koylüler kendi aralarında bizi bir misafirhanede ağırlayıp ağırlayamayacaklarını konuştular. Ama ben artık moral ve psikoloji olarak bitmiştim. Davut'un ise zaten vakti dardı ve eve dönecekti. Böylece yola koyulduk. Keza ben gece dönmeye karar vermiştim.
Köyden ayrıldık. Yine yağmur geldi geçti. Sonrasında bu turun en sevdiğim fotoğraflarından birini çektiğimiz yere geldik. Dumdum çeşmesi.
Eğer buraya yolunuz düşer ise muhakkak suyundan için. Biz şişe şişe doldurduk
Biraz daha sürdükten sonra uçmakderenin bittiğini öğrendik. Evet Davut bu konuda yanılıyordu ama birlikte iyi ya da kötü efsane olmuş bir yeri katetmiş olduk. Beni otobüse bindirmek için Şarköy terminaline kadar beraber sürdük.
Son sürprizimizle de burada karşılaştık. Daha doğrusu benim son süprizimle. Antalyaya Şarköy'den giden herhangi bir otobüs yoktu ve Gelibolu'ya gitmemiz gerekliydi. Bu da en az 50km demekti ve ben bu yolda tura son vermek ve vermemek arasında çokça gidip gelecektim.
Davut o gün Ecebat'a varmak istiyordu. Bu benim için de bir hayal olmakla beraber psikolojik yorgunluğum had safhadaydı. Bu sebeple Gelibolu'dan öteye gitmemeye karar verdim ve bir süre daha pedallayip ayrıldık. Ama şanssızlık onun da yakasını bırakmadı ve cüzdanını kaybedip onu aramak icin geri dönünce Gelibolu da kamp yaptı.
Ben Şarköy'den çıkıp Gelibolu yoluna girince güneş açtı. Neredeyse Gelibolu'ya kadar hep bitirsem mi devam mi etsem şeklinde gelgit yaşadım. Tabi ki ikinci il sınırı tabelâmı da bu gelgitler içerisinde geçtim.
Bakmayın böyle güldüğüme harap ve bitaptım ben.
Çok güzel bir manzara seyrettim. Uçmakdere'nin intikamı gibi tüm rampa aşağı yollarda pedallara asıldım. Bir ara kendimi yola devam etmek için gazlamak adına şarjımı feda edip müzik bile açtım. Ama:
Tabelâ her şeyi ifade ediyor.
Manzara Demirci Göleti denilen bir yere ait. Gerçekten hayran kaldım. Etrafı da sanki kamp yapılabilir bir yermiş gibi geldi bana. Şahsen bir daha oradan geçersem muhakkak deneyeceğim.
Belki tek başınıza değil ama grupla geçerken kesinlikle kamp atılabilir. Aklınızda bulunsun.
Az gittim uz gittim, dere tepe bayır geçtim ve sonunda Gelibolu'ya vardım. Bu arada Davut'un cüzdanını kaybettiğini öğrenmiştim ve burada kamp yapacaktı. Son kez düşündüm Taygun git ya da kal. Sonra ıslak bir çadırı açıp gece onun içinde yatmak felaketini hatırlayınca tümden vazgeçtim. Evet belki çadır kuruyabilirdi, hava açmıştı ama ya gece tekrar yağmur yağarsa ?
Beni daha önce yanıltan google tahminleri bu sefer doğru çıkacak ve ben otobüsteyken yağmur yağacaktı.
Ve final fotoğrafı:
Hep söylenirdi. Uzun tura çıkmak sabır ve irade işi diye. Aslında bunu hep kulağıma küp yapmışımdır. Ancak benim için gerçekten biraz fazla sarsıcı oldu.
Deniz - kum - güneş görmek için çıktığım yolda gerçekten kışı yaşamak zorunda kaldım ve buna kesinlikle hazır değildim. Nitekim hazır olmakta istemiyorum çünkü öyle bir havayı sevmiyorum.
Başıma bunun geleceğini bilsem kesinlikle yola daha geç çıkardım.
Öte yandan benim için büyük bir tecrübe oldu. Ilk fırsatta bunu yeniden deneyeceğim. Belki buraya biraz geç yazdım ama anca kafamı toplayıp yazacak vakit buldum.
Edindiğim onemli düşunceler oldu.
- İlk olarak çadırınız olabildiğince kaliteli olsun. En azından bir Husky taşıyın yanınızda. Bana çok tavsiye geldi ama yaz turuna çıkıyorsan asfaltta süreceksen hele çadıra çok para verme diye. Boşverin siz bunu almışken bütçenizin en iyisini alın. Hiçbirşey kaybetmezsiniz.
2 - Eğer asfalt turu yapacaksanız ve ıssız yerlere girmeyecekseniz, hele ki tek başınıza iseniz kamp ocağı yemek seti filan hiç uğraşmayın. O yorgunlukla yemek yapmak zaten hiç eğlenceli değil. Eğer grup halimdeyseniz orası başka ama makarna yapmaya vereceğiniz zamanı gezip etrafı görmeye harcamak çok daha güzel bence.
3 - Benim yağmurluğum yoktu. Üzerimdeki Davut'a aitti. Aman zaten hava sıcak temmuz demeyin yağmurluğunuz muhakkak olsun.
4 - Bir dahaki sefere heybe filan kullanmayacağım. Geniş bir gidon çantası ve yine geniş bir sele altı tur çantası asfalt turları için yeterli bence. Fazla yük iyi değilmiş.
5 - Tabi ki çadırınızın içerisine kamp lambanızi asabiliyor olun. Decathlon çadırlarında öyle. Çadırın içini aydınlatmakta çok zorlandım. Çadırı aydınlatmak candır.
6 - Google'ın hava tahminlerine güvenmeyin.
7 - Çantalarınız ne kadar sağlam olursa olsun şu geçirmemesini istediğiniz şeyleri poşetleyin.
Yanıma neler almıştım ?
AndOutdoor'a ait 2 kişilik çadır. Görece sağlamdı ama ben memnun kalmadım. Carrefour'dan 150 liraya almıştım. Fotoğraflardaki sarı çadır. Şu an iki tane polü de kırıldı. Tur dışında da kullandım tabi ki antalyaya gelince.
Decathlon'un en ucuz uyku tulumu. Hem küçük hem de yaz için ideal. Kesinlikle çok memnun kaldım.
Yine decathlon kamp lambası. 3 modlu. Ondan da çok memnunum.
Kamp ocağı ve yemek seti. Decathlon'dan aldım. Yemek setinin kapağı sıcakta eriyor. tencerenin üstünü kapatamıyorsunuz yemek pişerken.
Heybelerim Sem çanta baykuş heybe. Evet o havayı sapasağlam çıkardılar. Ancak bağlantı noktaları güçlendirilip bir destek yapılmalı. Çünkü sürekli sağa sola gerilip jant tellerine girmesi beni bıktırmıştı.
Gidon çantam da sem çanta. Ancak bu kesinlikle geliştirilmeli. Ben içerisine poşetsiz bir şey koyamıyorum artık.
Lastiklerim: Vittoria Randaneour 700x28c, bisikletinizin lastik kapasitesini bilmem ama 700x35'i de Decathlon'da var. 700x28'i de. Kesinlikle yağmur tutuşu harika. Benden tam puan aldılar. O havada sürat bile yaptım bana mısın demedi. Ayrıca 1800 kilometredir patlak görmedim. Kesinlikle tavsiye ediyorum.
son olarak önümüzdeki sene tekrar ddeneyeceğim uzun bir tur. Buradan çok ders çıkardım. Her tur sonunda hedefe varacağız diye bir kaide de yok. Çok güzel bir anı biriktirdim tüm psikolojik zorlanmama rağmen. Eğer sizler de benzer bir şey yaşarsanız bilin ki bu işin doğasında bu var.
Her şeye güzellikle bakın ve bisikletle kalın
Hayalini kurdum kurdum ve geçen yıl da yine 22 senelik hayalim olan bisikletimi aldıktan sonra tur hayalimi hayata geçirmeye karar verdim.
Hatta bir kısmımız hatırlar bile burada onlarca soru sordum, öneriler aldım bir cok seyi okuyup fikir geliştirdim ve nihayetinde geçtiğimiz 10 temmuzda yola koyuldum.
Bu turu yaparken bir amacım vardı. Dünyanın ilk tarihçisi olan Herodot'un kitabında bahsi geçen yerleri gezecektim. Rotamı da buna göre çizdim.
İstanbul ve trakya üzerinden çanakkale, oradan boğazı geçip Truva Asos ayvalık derken İzmir'den sonra çok merak ettiğim Lidya başkenti Sardes ve tekrar kıyı şeridine dönüp Antwlya'ya kadar sürme planım vardı.
Hiç yüklü bisiklet ile sürüş denemesi yapmamıştım. Keza Antalya'ya taşınıyor olduğumdan bunu yapacak vaktim de olmamıştı. Ilk yüklü bisiklete bindim ve sürerken gerçekten garipsedim. Daha 30 metre gittim ki heybelerimden birisi jant tellerime takılmaya başladı. Kalk düzelt filan derken Metrobüs durağına kadar gittim.
İstanbul içinde fazla vakit harcamamak için beylikdüzü ne kadar metrobüsle gittim. Sonrasında ise heyecanlı maceram başlamış oldu.
İstanbul çıkışında çektiğim ilk fotoğraf.
...
Yüklü bisiklet ile sürmeye çabuk adapte oldum. İstanbul - Tekirdağ yolunda hiç zorluk yaşamadım. Hatta karşıma çıkan rampalarda hiç tıkanma bile yaşamdım. O gün amacım Marmara Ereğlisi'ne varmak ve orada bir camping'te kalmaktı. İlk günkü kamp tecrübemi tek basima, hem de hic bilmedigim bir yerde ücretsiz bir köşede yapmaya cesaret edemedim.
Sonradan düşünsem bile bir yer bulamadım açıkçası.
Bu da ilk il sınırı tabela fotoğrafım. Heyecanlıymış
Yolda bir kaç kez mola verdim. Özellikle de su içmek ve küçük bir şeyler atıştırmak için. Tabi şehirlerarası yolda hiç bu kadar uzun sürmemiştim. Şehirden kaçmak kesinlikle çok güzelmiş daha ilk saatlerde bunu anladım.
Ama her şey böyle hoş güzel giderken kader ağlarını örüyordu ve güneşin altında terleyen ben ilk çiseleyen yağmur damlaları altında kendini çok ferahlamış ve hoşnut hissediyordum.
...
Silivri'den çıktım. artık Marmara ereğlisi'ne iyice yaklaşıyordum. O gün amacım Herakleia - Perinthos antik kenti buluntularını görmek, Marmara ereğlisi deniz feneri karşısında kahve içip çadırımda uyumaktı. Hatta Marmara ereğlisi girişinde kamp yapan bir grup gördüm, alana para vermemişlerdi. Yolu 3 5 kilometre uzatacak olsam da oraya dönmeyi düşünmüştüm. Ama marmara ereğlisi'ne girdim ve yağmur şiddetini arttırmaya başladı.
Bir parkta konserve yiyeceklerimi hızlıca yiyerek kalktım. Yağmur öyle arttı ki ne deniz feneri ne antik park' ı gözüm görür oldu. Doğruca belirtmediğim ücretli camping'e gittim.
Açıkçası küçük bir kazık yedim diyebilirim. Normalde google da 25 lira yazıyordu ama benden 30 lira istediler. Yağmurda gözüm bir şeyi görmediğinden ve 5 tl için kıyamet kopartmayacağimdan parayı verdim.
Kuru bir yerde çadırımı yardımla kurdum. Ha bu 5 liralık şeye rağmen gerçekten bana yardımsever davrandıklarını söyleyebilirim. Akşama çay kahve vs.ikram ettiler. Telefonum o bölgede nedense çekmiyordu, evdekiler ile iletişim kurmama yardım ettiler vs.
O gece yağmur altında çadırımda uyudum. Nispeten az yağmur alan zula bir köşede de olsam çadırım oldukça ıslandı. Sabah 7 gibi kalktım. Kamp yaptığım yer otoyolun hemen kenarında olduğu için gece araba gürültüsünden çok iyi uyuyamamıştım. Hala yorgundum. Ama acele etmem gerektiğinden çadırın suyunu atıp ıslak şekilde topladım.
2.Gün - Merhaba Uçmakdere
Beni bu güzel yollar mahvetti/Böyle güzel yollarda vazgeçtim yollara düşmekten.
...
Aslında bu güne başlarken yağmura ned3n bu kadar vurgu yaptığımdan söz etsem fena olmayacak diye düşünüyorum.
Yağmur altında korunaksız kalmak bana hep kötü duygular hissettirmiştir. Çaresizlik, sefalet, umutsuzluk ve bilimum tanımlayamadığım negatif duygu. Çocukluğumdan beri hiç sevmedim yağmur altında kalmayı. Evet evin penceresinden kahve eşliğinde sevgilinin saçlarını okşayıp izlemek ne kadar güzelse, sokakta tek başına iliklerine kadar ıslanmakta o kadar iğrenç. İşte hep bu psikoloji altında olmak beni zorlayan en büyük etken oldu.
Gelelim şimdi bir sonraki güne.
...
Çadırı toplayıp yola koyuldum. Hafif hafif çözemeyen bir yağmur vardı. Ama yol etrafındaki dokuntülerden geceki yağmurun şiddetini anlamak mümkündü.
Son iki haftadır istanbulun cavcav sıcağını ve google'ın hava durumu tahminlerine bakınca bunun bir nimet olduğunu düşünüp seviniyordum. Lastiklerimin her iki yana atarak yardığı suyu izleye izleye Marmara ereğlisi merkezine geri gittim. Nispeten yağmursuz bir havada antik kent buluntularını dolaştım.
Hoş bölgeye zaten antik park diyorlar. Bir kentten çok taşların sergilendiği bir park. Ama herodot buradan çok bahsediyor ve Roma tarihi içerisinde de oldukça önemli bir yere sahip. Bu sebeple görmemek olmaz.
Ben bu parkı gezip bir şeyler yemeye niyetlendigimde yeniden bir yağmur dalgası geldi. Parktaki çardağa sığındım. Oturacak bir yer yoktu. Muz ve kuru yemişle kahvaltı yaptıktan sonra biraz daha bekledim. Yağmur hafif yavaşladı ancak duracak gibi değildi.
Daha fazla beklemek istemediğim için tekrar yola çıktım. Yağmur altında süre süre deniz fenerini aramaya başladım. Ancak yağmur yine şiddetlendi ve büyük bir su birikintisi içerisinde heybelerimden birisi yeniden jant tellerine takılmaya başladı. O sırada arkadan da bir arada çok süratli şekilde yanımdan geçti ve hooop hem sırılsıklam oldum, hem de bisikleti durdurup yere basınca ayağım gölete dönen suyun içine dalıverdi.
Yeni güne ne harika bir başlangıç ama !
Küfür ede ede yola devam ettim. Bu arada feneri aramaktan vazgeçtim. Lanetler okuya okuya nakit icin ATM aramaya başladım. Bir de ne göreyim? Oradaki tek ATM çalışmıyor. Ne harika !
Çaresiz ana yola çıktım yeniden ve Tekirdağ merkeze doğru sürmeye başladım. Yağmur yer yer şiddetini arttırdı, yer yer azaldı. Saat 12'ye doğru ise güneş açtı ve ben bu sefer kavurucu sıcak için yalvarır oldum.
Tekirdağ'a girince nispeten kuru bir alan bulup bir şeyler atıştırdım.
Tekirdağ merkezinden çıkana kadar yine hava sıcaktı. Şehir çıkışında polisler durdurdu. Biraz sohbet ettik. Kolaylıklar dileyip yol verdiler.
Amacım olabildiğince kıyı şeridinden gitmek ve "Hellespontos"un her yanını izlemekti. Uçmakdere'nin nağmını da okumuştum okumasina ama tecrube gercekten bir başka şeymiş.
Şu an adını hatırlayamadığım bir yere vardım. Uçmakdere kamp alanına harita üzerinde çok Uzun olmayan bir yol vardı ve mezarlığın sol tarafında da dimdik bir yokuş.. Yokuşu bir miktar çıktım. Sonra durup fotoğraf makinam ile manzarayı fotoğrafladım. Biraz daha sürüce sağım solum orman bir yere girdim. Manzarayı hayran hayran seyrederek sürerken bacaklarımdaki enerji elveda nidalarına başlamış ama hayranlığım da iyiden iyiye artmıştı.
Ne kadar güzel yollar diye diye biraz daha çıktım ve nefesim pes etti. İşte kondisyonsuzluk böyle bir şeymiş. Bundan sonra bisiklet manifestosundaki gibi onu taşıma sırası bana gelmişti. Ve bu pekte kısa olmayacaktı.
Kardeş kardeş el ele tutuşmuş yolu çıkarken haritadan uçmakdere köyüne ne kadar kaldığına da bakıyordum. Ha bitti ha bitecek ama neredeee !
İleride bir çardak ve çay satan birisini gördüm. Beni davet ettiler biraz oturup dinlendim. Biraz sohbet ettik ve ben tekrardan yola koyulmadan önce "Yokuşun ne kadar kaldığını" sordum. Son bir rampa daha olduğunu ve sonrasının iniş olduğunu söylediler ama ah ah ! İşte Uçmakdere gerçeği !
Az pedal çok taban baya mesafe aldım. En düşük viteste sürmesine sürüyordum ama yürümek bana daha hızlıymışım hissi veriyordu. Biraz daha tırmandıktan sonra yol sonuna kadar birlikte süreceğimiz başka bir arkadaşla karşılaştım.
Söyleyeyim Davut'un kondisyonu kesinlikle benden daha iyiydi. Biraz konuşup ayrıldık. Bu arada yağmur yine gel git ara ara yağıyordu. Saat 4'ü geçmiş ben az çok etrafa bakıyor Uçmakdere kamp alanına ulaşamazsam şurada biryerde çadır atılır mı diye düşünüyordum.
Biraz daha pedala kuvvet kendimi zorladım ama bilmemkaçıncı dik rampada nefes nefese bisikletten yine indim. Bu sırada arkamdan bir başka bisikletli geldi. Yol bisikleti ile şakır şakır tırmanıyordu. Selamlaştık, köyde buluşuruz diyerek ayrıldık ama köye benim için çoook zaman vardı. Nitekim bir saatin sonunda dönüş yolunda tekrar karşılaştık. Bu sefer ben oturuyordum. Durdu bisküvi verebileceğini iyi olup olmadığımı sordu. - Belki o arkadaş forumda da olabilir ha Yalnız ismini öğrenmeyi ihmal ettim.
Biraz daha çıktıktan sonra ileride Davut ile tekrar karşılaştım. O da çok yorulmuştu. Ağaçlardan meyve topladık ve biraz atıştırdıktan sonra beraber sürmeye başladık. Tek sorunumuz onun harita hakkında yanlış bir bilgisi olmasıydı. Şu an olduğumuz yerin Uçmakdere değil de başka bir yer olduğunu, köyden sonra ise Uçmakdere'yi çıkacağımızı ve buradan çok daha beter olduğunu söylüyordu. Nasıl olsa dedim bu yol gidilecek gerekirse yürürüm hiç önemli değil. Halbuki biz uçmakderenin tam kabinindeydik.
Hava gitgide kapanırken uçmakdere kamp alanına vardık. Oraya inmemiz de biraz meşakatli olsa da yağmur bastırmadan aşağıya vardık. Uygun bir nokta seçip çadırlarımızı kurduk. Benim kamp tecrübesizliğim tabi ki kendini gece gösterecekti lakin çok acele etmeliydik çünkü Zeus her neye kızdıysa yeri göğü inletecekti.
Acele bir şekilde çadırlarımıza girdik ve makarnalarımızı pişirdik. Burada da aksilik peşimi bırakmadı. Dışarısı kızılca kıyamet olduğundan çadırın içinde yemek yapıyorduk ama benim ocağının vanası sıkıştı ve harlı ateşle başbaşa kaldım.
Davut'a ulaştım, o havada çadırdan çıktık ve ocağı su dökerek söndürmek zorunda kaldık.
Ben tüp gibi şeylerden çok korkarım bu yüzden denize atmayı bile düşündüm. Evet şiddetli yağmur aklımı başımdan alıyor doğru. Neyse ki Davut sayesinde söndürmeyi başardık. Tekrar çadıra girdiğimde sırılsıklam haliseydim ve çadırın içi de bir miktar su doluydu. Suyu boşaltım. Bir kenara geçip çay içip uyudum.
Uyudum.diyorum ama ne uyku ! Tüm gece çadır bir o yana bir bu yana sallandı. Sabah 5'e kadar aralıksız fırtına, sırılsıklam kıyafetler ve çadırın içinde bile olsam sırılsıklam bir gece.
...
3. gün - Büyük bir sınav: Elveda güzel yollar
Sırılsıklam bir sabaha merhaba demiş oldum. Pek uyuyamadım gece yağmur durmuştu saat 5 civarıydı ama çadırdan çıkmak gelmedi içimden. Ayaklarımın ucuna çamur birikmiş, her yan ıslak olsa da dışarıya adım atmak istemiyordum. Keza Davut'ta ayni saatte kalkmış ama beni kaldırmak istememiş. Biz bundan dolayı iki saat sonra pişman olacaktık belki ama yatmak kesinlikle daha güzeldi.
Nitekim saat 8'e doğru çadırdan çıktık. Yola devam etmeliydik. Lakin benim gece tüm direncin kırıldı. Çadırdan çıktığımızda başlayan fırtına eşyalarımızı tek tek denize çekiyor, biz ise her seferinde peşinden koşup yakalamaya çalışıyorduk. Zar zor her şeyi topladık. Taytımı değiştirip şort giydim. En son toplanacak benim çadırın kalmıştı. Öyle sert bir rüzgâr esti ki çadır mat poller hepsi uçtu. Çadır hariç her seyi camura bulanmış halde tuttum ama sonra şalter attı bende ve bırak gitsin allah kahretsin bırak gitsin yeter dedim. Yağmur başlamıştı yine. Davut koşup çadıri son anda yakaladı ve katladık. Yola koyulduğumuzda yağmur iyice bastırmıştı.
- Kamp alanından çıkarken -
...
Kamp alanından çıktık. Nispeten yollar inişli sayılırdı. Yağmur bi aniden bastırıyor bi çiseliyor saçma sapan şekilde yağıyordu. Ancak yolumuz artık nispeten inişliydi ve daha hızlıydı. Tabi ki az sonraya kadar.
Hayatimda rüzgâra karşı çok sürdüm. Düz yolda rüzgârın beni zorladığı çok an oldu. Ama böylesine Juliana Buhring'in kitabında bile rastlâmadım. Dağdan aşağıya iniyoruz yokuş çok dik vitesleri yükseltmişim ama yok bisiklet gitmiyor. Öyle sert öyle şiddetli bir rüzgârdı ki bu bisikletin yokuş yukarı geri geri çıktığını hissettim. Kesinlikle hayal görmedim. Gücüm bisikleti yokuş aşağı sürmeye yetmedi. Bir yanda yağmur bir yanda rüzgâr böyle bir zorluk asla görmedim. Dağın etrafında döndükçe rüzgârın yönü değişiyor, farklı tehlikelere maruz kalıyorduk.
Bir bölgede sağ şeride düşen koca taşlar yüzünden sol şeritten sürmek zorunda kaldık. hani öyle böyle değil kocaman kayalar gibi. Hem üstümüze gelmesin diye hızlıca oradan geçmemiz gerekiyordu, hem de yol dönüşlü olduğundan araba altında kalmamamız. Şükur ki bu hayati tehlikeden de sağ salim kurtulduk ve köye kadar varmayı başardık.
- Çok isterdim o yolun taşlarla dolu fotoğrafını cekebilmeyi ama malesef sonsuza dek beynimde bir anı olarak kalacaklar.
Köye varıp çorba içecek bir yer arıyorduk ama her yer fırtına nedeniyle kapalıydı. Biraz dolaştıktan sonra bir mekân gördük kapısındaki amca bizi içeri davet etti. Sırılsıklam olmuş biz de hemen girdik. Korunaklı bir köşede oturup birer ıhlamur içince tur hikâyemizi anlatmaya başladik.
Sonra durumumuzu gören Ulaş abi bize kıyafetler getirdi. Üzerimdeki sırılsıklam ne varsa çıkardım. Temmuzun ortası görüldüğü üzere kışlık eşofmanlar giyerek oturmaya başladık. Soba yakıldı - Evet evet temmuzda soba yakıldı ! Soba başında çay içip sohbet ettik. Bu arada başka köylülerde oraya gelmeye başladı.
Öğrendik ki son 10 yılın en şiddetli fırtınasını yaşıyormuşuz. Çevredeki her yer bu nedenle kapalıymış. Ulaş abi de oraya bir şeyler sağlam mı diye bakmaya gelmiş. Sanırım o gün orada o insanlar olmasa kim bilir halim ne olurdu. Daha köye varmadan yoldan inmeye çalışırken, Akut, ajandama, itfaiye, ördü aklınıza ne geliyorsa aramak geçiyordu içimden.
Biz içeride ısınırken yagmur ve rüzgâr adeta ortalığı kırıp geçti. İyice dinmesini bekledik ve vakti gelene kadar heybelerimi düzenledim.
Sem Çanta baykuş heybe ve gidon çantası kullanıyorum. Baykuş heybeler gerçekten hiç su almadılar ama gidon çantamdan yarım litre boşaltım. İyi ki DSLR makinamı oradan çıkartmışım.
Bütün ıslak eşyalarımı gidon çantasına sıkışırdım. Heybeleri güzelce düzenleyip içlerine poşet döşedim ve güzelce oturttum.
Ka poşet demişken son moda tasarımı ayakkabılarımı da paylaşmadan edemeyeceğim
Çok şık değil mi ? Daha yeni giydiğim eşofmanın çamur lekeleri de çok yakışmış bence ?
Velhasıl yağmur azaldı ve tekrar yola koyulma vakti geldi.
Bu güzel anı ile yola koyulduk. Bir ara koylüler kendi aralarında bizi bir misafirhanede ağırlayıp ağırlayamayacaklarını konuştular. Ama ben artık moral ve psikoloji olarak bitmiştim. Davut'un ise zaten vakti dardı ve eve dönecekti. Böylece yola koyulduk. Keza ben gece dönmeye karar vermiştim.
Köyden ayrıldık. Yine yağmur geldi geçti. Sonrasında bu turun en sevdiğim fotoğraflarından birini çektiğimiz yere geldik. Dumdum çeşmesi.
Eğer buraya yolunuz düşer ise muhakkak suyundan için. Biz şişe şişe doldurduk
Biraz daha sürdükten sonra uçmakderenin bittiğini öğrendik. Evet Davut bu konuda yanılıyordu ama birlikte iyi ya da kötü efsane olmuş bir yeri katetmiş olduk. Beni otobüse bindirmek için Şarköy terminaline kadar beraber sürdük.
Son sürprizimizle de burada karşılaştık. Daha doğrusu benim son süprizimle. Antalyaya Şarköy'den giden herhangi bir otobüs yoktu ve Gelibolu'ya gitmemiz gerekliydi. Bu da en az 50km demekti ve ben bu yolda tura son vermek ve vermemek arasında çokça gidip gelecektim.
Davut o gün Ecebat'a varmak istiyordu. Bu benim için de bir hayal olmakla beraber psikolojik yorgunluğum had safhadaydı. Bu sebeple Gelibolu'dan öteye gitmemeye karar verdim ve bir süre daha pedallayip ayrıldık. Ama şanssızlık onun da yakasını bırakmadı ve cüzdanını kaybedip onu aramak icin geri dönünce Gelibolu da kamp yaptı.
Ben Şarköy'den çıkıp Gelibolu yoluna girince güneş açtı. Neredeyse Gelibolu'ya kadar hep bitirsem mi devam mi etsem şeklinde gelgit yaşadım. Tabi ki ikinci il sınırı tabelâmı da bu gelgitler içerisinde geçtim.
Bakmayın böyle güldüğüme harap ve bitaptım ben.
Çok güzel bir manzara seyrettim. Uçmakdere'nin intikamı gibi tüm rampa aşağı yollarda pedallara asıldım. Bir ara kendimi yola devam etmek için gazlamak adına şarjımı feda edip müzik bile açtım. Ama:
Tabelâ her şeyi ifade ediyor.
Manzara Demirci Göleti denilen bir yere ait. Gerçekten hayran kaldım. Etrafı da sanki kamp yapılabilir bir yermiş gibi geldi bana. Şahsen bir daha oradan geçersem muhakkak deneyeceğim.
Belki tek başınıza değil ama grupla geçerken kesinlikle kamp atılabilir. Aklınızda bulunsun.
Az gittim uz gittim, dere tepe bayır geçtim ve sonunda Gelibolu'ya vardım. Bu arada Davut'un cüzdanını kaybettiğini öğrenmiştim ve burada kamp yapacaktı. Son kez düşündüm Taygun git ya da kal. Sonra ıslak bir çadırı açıp gece onun içinde yatmak felaketini hatırlayınca tümden vazgeçtim. Evet belki çadır kuruyabilirdi, hava açmıştı ama ya gece tekrar yağmur yağarsa ?
Beni daha önce yanıltan google tahminleri bu sefer doğru çıkacak ve ben otobüsteyken yağmur yağacaktı.
Ve final fotoğrafı:
Hep söylenirdi. Uzun tura çıkmak sabır ve irade işi diye. Aslında bunu hep kulağıma küp yapmışımdır. Ancak benim için gerçekten biraz fazla sarsıcı oldu.
Deniz - kum - güneş görmek için çıktığım yolda gerçekten kışı yaşamak zorunda kaldım ve buna kesinlikle hazır değildim. Nitekim hazır olmakta istemiyorum çünkü öyle bir havayı sevmiyorum.
Başıma bunun geleceğini bilsem kesinlikle yola daha geç çıkardım.
Öte yandan benim için büyük bir tecrübe oldu. Ilk fırsatta bunu yeniden deneyeceğim. Belki buraya biraz geç yazdım ama anca kafamı toplayıp yazacak vakit buldum.
Edindiğim onemli düşunceler oldu.
- İlk olarak çadırınız olabildiğince kaliteli olsun. En azından bir Husky taşıyın yanınızda. Bana çok tavsiye geldi ama yaz turuna çıkıyorsan asfaltta süreceksen hele çadıra çok para verme diye. Boşverin siz bunu almışken bütçenizin en iyisini alın. Hiçbirşey kaybetmezsiniz.
2 - Eğer asfalt turu yapacaksanız ve ıssız yerlere girmeyecekseniz, hele ki tek başınıza iseniz kamp ocağı yemek seti filan hiç uğraşmayın. O yorgunlukla yemek yapmak zaten hiç eğlenceli değil. Eğer grup halimdeyseniz orası başka ama makarna yapmaya vereceğiniz zamanı gezip etrafı görmeye harcamak çok daha güzel bence.
3 - Benim yağmurluğum yoktu. Üzerimdeki Davut'a aitti. Aman zaten hava sıcak temmuz demeyin yağmurluğunuz muhakkak olsun.
4 - Bir dahaki sefere heybe filan kullanmayacağım. Geniş bir gidon çantası ve yine geniş bir sele altı tur çantası asfalt turları için yeterli bence. Fazla yük iyi değilmiş.
5 - Tabi ki çadırınızın içerisine kamp lambanızi asabiliyor olun. Decathlon çadırlarında öyle. Çadırın içini aydınlatmakta çok zorlandım. Çadırı aydınlatmak candır.
6 - Google'ın hava tahminlerine güvenmeyin.
7 - Çantalarınız ne kadar sağlam olursa olsun şu geçirmemesini istediğiniz şeyleri poşetleyin.
Yanıma neler almıştım ?
AndOutdoor'a ait 2 kişilik çadır. Görece sağlamdı ama ben memnun kalmadım. Carrefour'dan 150 liraya almıştım. Fotoğraflardaki sarı çadır. Şu an iki tane polü de kırıldı. Tur dışında da kullandım tabi ki antalyaya gelince.
Decathlon'un en ucuz uyku tulumu. Hem küçük hem de yaz için ideal. Kesinlikle çok memnun kaldım.
Yine decathlon kamp lambası. 3 modlu. Ondan da çok memnunum.
Kamp ocağı ve yemek seti. Decathlon'dan aldım. Yemek setinin kapağı sıcakta eriyor. tencerenin üstünü kapatamıyorsunuz yemek pişerken.
Heybelerim Sem çanta baykuş heybe. Evet o havayı sapasağlam çıkardılar. Ancak bağlantı noktaları güçlendirilip bir destek yapılmalı. Çünkü sürekli sağa sola gerilip jant tellerine girmesi beni bıktırmıştı.
Gidon çantam da sem çanta. Ancak bu kesinlikle geliştirilmeli. Ben içerisine poşetsiz bir şey koyamıyorum artık.
Lastiklerim: Vittoria Randaneour 700x28c, bisikletinizin lastik kapasitesini bilmem ama 700x35'i de Decathlon'da var. 700x28'i de. Kesinlikle yağmur tutuşu harika. Benden tam puan aldılar. O havada sürat bile yaptım bana mısın demedi. Ayrıca 1800 kilometredir patlak görmedim. Kesinlikle tavsiye ediyorum.
son olarak önümüzdeki sene tekrar ddeneyeceğim uzun bir tur. Buradan çok ders çıkardım. Her tur sonunda hedefe varacağız diye bir kaide de yok. Çok güzel bir anı biriktirdim tüm psikolojik zorlanmama rağmen. Eğer sizler de benzer bir şey yaşarsanız bilin ki bu işin doğasında bu var.
Her şeye güzellikle bakın ve bisikletle kalın