Çocukken kullandığım, kemik jantlı, tek vitesli bir bisikletim vardı. Özellikle yokuş aşağı sürmek çok hoşuma gidiyordu. Bir gün bir arkadaşıda bisiklete aldım, ben seleye otururken oda orta demire oturuyordu. Ben pedal çevirip giderken oda gidonu kullanıyordu.
(İlla bu şekilde bisiklet süren olmuştur, bir kişi seleye otururken bir kişide orta demire yan oturur ve gidonu tutup destek alır.Seleye oturanda arkadaşın omuzundan destek alır, şimdi tuhaf gelmesin.)
Neyse yokuş aşağıya doğru iniyoruz, arkadaşa dedim, viraja gelirken yavaşla, bisiklet ağır fren tutmaz, diye. O mu yavaşlamadı yoksa bisiklet mi yavaşlamadı bilmiyorum, viraja girerken hızı görünce -ahanda ayvayı yedik- dedim. Gidon arkadaşta, frene müdehale de edemiyoruz yani. Sonra virajı alamayıp direklemesine gittiğimizi hatırlıyorum ama o anda film kopuyor, gözümü açtığımda kendimi bisikletten 3-4 metre ileride bahçede yerde buldum. Bisiklet yolun kenarındaki çamura saplanmış kalmıştı. Ben ne ara buraya uçtum, nasıl uçtum bir şey hatırlayamadım. Uçtumda uçmadım mı dedim, düştümde düşmedim mi dedim.Bunlar hem halkın uydurması...
Allahtan sıyrık dahi almamıştık oradaki bahçenin sayesinde. Ama bu bize bir ders oldu mu?
Hayır tabi, yine aynı şekilde yine aynı şöfor arkadaşın sayesinde bir virajda daha bisikletten uçmuştuk. Ama bu sefer bahçe yoktu ve düz topraklı bir arazide baya yuvarlandık. Tabi bu sefer, kollar, bacaklar her taraf yara bere içinde kalmıştı.
Ondan sonra bırak beraber bisiklete binmeyi, bisikleti bile tutturmamıştım arkadaşa.
O zamanlarda arkadaşın beceriksizliğine bağlıyordum ama daha sonra merkez kaç kuvveti, momentumdan haberim olunca biraz daha anlayışla anıyorum.
Ha yine o arkadaşa bisikleti vermiyorum, orası başka.