22 Haziran'da, bisiklet siparişi vereceğimi yazdıktan sonra bir anda ortadan kayboluvermişim. Günler ne çabuk geçiyormuş meğer bisiklete kavuşunca...
Siyah beyaz bir Kron XC 1000 aldım. Üçküsur kilometre mesafedeki işyerime bisikletle gidip geliyorum ve bu durumdan çok memnunum. Her akşam eve bir çocuk mutluluğuyla giriyorum. İlk gün sabah 17 dakikada katettiğim yolu, 3. haftanın sonunda 12 dakikada almaya başladım. Daha da iyi olacağını biliyorum. Mesafe konusunda da, yaklaşık 3 kilometre diyorum çünkü bir gün 3.218 metre çıkıyor, ertesi gün 3.514, ve daha ertesi gün 3.485. ynı yolun uzunluğu nasıl olur da her gün değişir... Bunun sebebi konusundaki mistik ve doğaüstü yorumlarıma birazdan değineceğim.
Henüz kask alamadım, Türkiye'dekinin üçte biri fiyatına satış yapan bir mağaza buldum, bir yakınımın ABD'ye seyahat etmesini bekliyorum zira amcamlar uluslararası kurye mefhumunun varlığından habersizler. Yaptığımın tehlikeli olduğunun farkındayım. Şirket müdürlerinden birisinin "acil mi lazım?" sorusuna, "Allah koruduğu müddetçe lazım değil, ama Allah korumazsa aciliyet kazanacak" cevabı vermem de bu farkındalılığın bir sonucu olsa gerek...
İşe ilk gittiğim gün, garipseyen bakışları üzerimde hissettim. Hevestir geçer dediler. Üçüncü haftanın sonunda benimsediler. Hatta garipseyen bakışlar imrenme bakışlarına dönüşmeye başladı. En güzelini sen yapıyorsun aslında dediler. E o zaman siz de aynısını yapın dediğimde hıklar mıklar başladı. İmrenme bakışlarının arkasına saklanmış olan şimdiki argümansa, göbeğimin hiç erimemiş olması. İyi de kardeşim, ben göbek eritmek için bisiklete binmiyorum ki... Daha doğrusu, bisiklet bir göbekyağıergitmealeti değildir. Gel de anlat bunu şimdi servis statükocusu çalışanlara. Ben şimdilik bu arkadaşlara, ne derlerse desinler "size de günaydın" veya "size de iyi akşamlaaar" demekle yetiniyorum.
Ha bir de, ulaşım için patrondan "motosiklet alımı karşılıksız kredi desteği" isteyen ustabaşları var... Kendileri patrondan "Boşver motoru, bak Gökhan bisikletle gidip geliyor, hem daha sağlıklı. Sana bisiklet alayım" sözünü duydukça üzerimde baskı oluşturmaya çalışıyorlar. Arabanın rahatlığı hiçbi' şeyde yok, sen gene arabanla gelsene klimalı klimalı diyorlar ama ben yemiyorum. Cevap belli "sana da iyi akşamlaaar".
Altmışküsur yaşlarındaki amcamız, bir akşam iş çıkışı bisikleti kapıyor elimden, böyle mi biniliyordu buna diyor ve sekiz çize çize pedallıyor şirketin bahçesinde. Arkadan bir ses duyuyorum "Ben gündüz daha güzel sürmüştüm". O anda işyerinden eve giden yolun her gün neden mesafe değiştirdiğini anlıyorum. Bekçinin her gün kaç metre turladığını artık çözebiliyorum. Kah 200 metre, kah 250...
Mesafe çok kısa olmasına rağmen, yol boyunca güzel bakışlar alıyorum. Servisinin kalkmasını bekleyen, bazen de içinde memnuniyetsizce oturduğu servisten dışarıyı izleyen işyorgunu ve yüzü düşük insanlar, özgür hayatı seyreden tellerin arkasındakiler bakışı atıyorlar bana. Ne düşünüyor olduklarını bilmiyorum ama izlendiğimi farkediyorum. Hergün aynı saatte karşılaşıyorum aynı insanlarla...
Hergün aynı saatte başkalarıyla da karşılaşıyorum:
Giyimleri, işyerinde giydikleri kıyafetler, herhangi bir bisiklet donanımları yok.
Belki servisleri yok, belki de olduğu halde binmiyorlar.
Tempolarından ve ifadelerinden anladığım kadarıyla yakın mesafe sürüyorlar benim gibi... Hatta belki benden daha yakın.
Benim gittiğim yönün tersinde işe giden 4 veya 5 bisikletliyle karşılaşıyorum her sabah.
Önceleri işe giden her sıradan İstanbullu gibi geçip gidiyorduk birbirimizin yanından. Bu sabah, yaptığım eşşekliğin farkına vardım ve düzeltmeye karar verdim.
Gülümseyerek günaydın dedim ilkinin yanından geçerken; şaşırdı. Geçtikten sonra kafamı çevirip baktığımda onun da bana baktığını gördüm. "Acaba tanıyor muyum" bakışıydı muhtemelen. Belki de şaşkınlık bakışıydı. İkincisi, üçüncüsü, hep aynı tepkiler. Sonuncusunda artık elimi kaldırıp selam bile verdim günaydın derken. O da beklemiyor olacak ki şaşırdı, başıyla selam verdi.
Yarın selamımı alacaklar, eminim.
Keşke aynı yönde giden birileri de olsaydı da peşlerine takılıp "yolculuk ne tarafa" diye soruverebilseydim. E kısmet artık...
Bu üç hafta içinde en çok zevk aldığın anlar hangileriydi diye sorarsanız da... Gerçi buraya kadar okumuş olmanız bile mucize; bir de kalkıp soru mu soracaksınız.. Benimkisi de laf işte...
İşyerinden aynı anda çıktığımız şirket müdürünü trafik ışıklarında geçmem, akabinde onun beni tekrar geçmesi, sonra benim ileride göbekteki sıkışıklıkta tekrar ona yetişip geçmem... Yani evime bilmemkaçbin motor bir lüks araçtan daha önce varmış olmamdı...
Kendisine de buradan selam ederim. "Size de iyi akşamlaaaar"