şehirden uzaklarda, bir bisikletliye rastlama ihtimalinin düşük olduğu bir yerde, dağda bayırda falan, benim gibi gezintiye çıkan birini görsem, aynı şeyi yaptığımız için bir şekilde selam vermek ve almak, belki iki satır sohbet etmek bile isteyebilirim. ama şehrin ortasında günlük kıyafetlerimle aheste aheste işime gücüme giderken karşılaştığım bisikletlilere selam vermek için bisiklet dışında başka bir gerekçe ararım.
bisikletli selamını kural hâline getirmeye çalışanlar bir kısım likralılar. kendilerine benzemeyenleri kategorize eden, yaftalayanlar da genellikle onlar. hobi bisikletçisiymiş, hizmet bisikletiymiş, laylaylomcuymuş... işi daha ileri götürüp selam vermeyeni mimlemeye bile başlamışlar.
yukarıda güzelce söylenmiş, ben de hep söylerim bunu, insan günlük hayatta nasılsa sele üstünde de aynıdır, çok doğru, bisiklete biniyor olmak insanı kendiliğinden değiştirmez, değişim bisikletle değil, bisikletin kültürü üzerine düşünmekle olur ancak. o kültür de selamı kural hâline getirmekle, selam veren ile vermeyeni birbirine kırdırmakla inşa edilmez.
ben şehirde günlük giysileriyle bisiklet süren yetmişlik seksenlik abiler, işine alışverişine gezintisine giden kadınlar, okuluna bisikletle giden çocuklar, çocuğunu terkisine almış anneler babalar görünce içimden selam veriyor, bazen hafifçe tebessüm ediyor, bazen de "saygı duruşu"na geçiyorum. çünkü yaşadığımız şehri yaftacı likralılar değil onlar güzelleştiriyorlar.
kendini bisiklet kültürünün efendisi zanneden o likralılarda azıcık akıl varsa, bisiklet üzerine ahkâm kesmekten vazgeçip etraflarına daha mütevazı bakışlarla bakar ve sağa sola veryansın etmeyi bırakarak şehrin doğallığını ve çok renkliliğini keşfederler, çünkü şehrin içinden bakınca bu tavır ve söylemleriyle hiç sevimli görünmüyorlar.