Bunu da yaptırdınız bana ya, Allah müstahakınızı versin. Daha da gelmem Davos'a
Antik Çağın Koku Dünyası
Tarihin başlangıcında parfüm kadınların değil, erkeklerin ilgi alanına giriyordu. Parfüm, tanrılara adak olarak sunuluyordu. Eski Mısır'da parfüm, sunaklarda, kuğu ya da yuvarlak hap biçimine sokulmuş baharatlar ve aromalar halinde, güneş tanrıçası Ra'ya sunuluyordu. Parfüm, bulgulanışını bir rastlantıya borçluydu: atalarımızdan birisi, ağaçları yakarken, bir gün, bu ağaçların hoş bir koku yaydıklarını ayrımsamış olmalı. Bu yüzden, parfüm sözcüğünün etimolojik kökenini latince per fumum "buharla" deyimi oluşturur. Bu sözcük ancak 18. yüzyıldan sonra, güzel koku anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Eski çağların insanları mistik düşünceyle yüklüydüler, tapınılarına, gökyüzüne "mavi çelenklerin üzerinden süzülür gibi", daha çabuk ulaşan kokular eşlik ediyordu. Ayrıca parfüm tanrıçaların kokusuydu. Antik çağ yazınında Afrodit'e "gül kokulu kremlerin göksel güzel kokusu" eşlik eder.
Kutsal ritüeller zamanla can sıkıcı gelmeye başladılar ve parfüm de dünyevi göreneklerde yerini almaya başladı. Eski çağlar araştırmacısı ve parfümcü Eugène Rimmel'in 1864'te yayınlanan ünlü Parfüm Kitabı'nda belirttiği gibi, parfüm, "egemen uygarlıklar kuran tüm değişik halklarca" ciddiyetle araştırıldı. Mısırlılar, Yahudiler, Asurlular, Yunanlılar, Romalılar ve Araplar — tümü de parfümü çok erkenden, kendilerine özgü incelmiş biçimlerde kullanmaya başlamışlardı.
Mısır'da Osiris-biçimi diye de anılan, birinci sınıf (ölümden sonra) merhemlenmenin parasını ödeyebilenler, toplumun zirvesindekilerdi. Parfümün bol bol kullanılmasıyla gerçekleştirilen bu ritüel, doğrusu öyle korkunç ve tüyler ürperticidir ki, adeta dehşet uzmanı Clive Barker tarafından tasarlanmış gibidir.
Bu işlemlerde, cansız gövde önce içeriden kokulu maddelerle doldurulurdu. Sonra beyin, burun deliklerinden dışarı çekilir ve kafatası droglarla doldurulurdu. Sonra, ölünün gövdesi, keskin bir taşla yan tarafından yarılır, iç organlar dışarı alınır ve boşluk mürver ve başka kokulu maddelerle doldurulurdu. Gövde dikilir ve 70 gün boyunca natron içinde bekletilirdi, sonra kauçuk sürülmüş keten sargılarla sarılır ve sonunda, insan gövdesi biçimindeki bir tabuta konulurdu. Toplumun en yüksek kesimlerindeki kişilerin iç organları, kokulu maddelerle doldurulmuş sandıklar içinde gömülürdü.
2. sınıf merhemleme ritüelinde cesede son olarak sedir yağı şırıngalanırdı. Parfüm, cenaze töreninin öyle önemli bir unsuruydu ki, yoksulların cenazelerinde, gerçek maddelerin yokluğunu duyumsatmamak için, tabutların üzerine parfüm şişeleri resmedilirdi.
Yeni Zelanda yerlileri arasında da, benzer dehşet vericilikte bir merhemleme ritüeli yaygındı. Soylu kişilerin cesetlerinin kafaları, beyinleri çıkartıldıktan sonra çiçeklerle doldurulur, fırınlarda pişirilir ve sonunda güneşte kurutulurdu. Kafalar, kokulu yağlar sürülmüş sepetlerde saklanıldı. Önemli günlerde, bu kafalar sepetlerden çıkartılır, tüylerle süslenir ve üzerlerine şarap dökülürdü.
Ama biz yine antik çağa dönelim ve parfümün çok geçmeden ölüler ülkesinden alınıp, katıksız hedonist kullanıma sokulduğunu görelim. Dazlak tıraşlanmış kafaları ve sinek kaydı tıraşlı çeneleriyle Mısırlılar, peruklarına parfüm sürmeyi severlerdi. Esans olarak, değerli safranı tercih eden Romalılar ise, ellerine geçen her şeyi parfümlendirirlerdi. Banyolarını, giysilerini, yataklarını, evlerini ve hatta bayraklarını kokularla sıvarlardı. Bazıları bu işi öyle ileri götürürlerdi ki, atlarına ve köpeklerine bile parfümlü kremler sürerlerdi. Bazen şaraba bile koku katılırdı, böylece üzüm suyu, mayalanmış üzümden çok, tütsü tadında olurdu.
Eski Yunanlılar, nurlandırma eğilimindeydiler ve kokuyu bir kutsallık kademesine yükselttiler. Güzel koku tanrılar katından geliyor, tanrıların tüm bilinmez yollarında onlara eşlik ediyor ve duruma göre, büyü malzemesi olarak da kullanılabiliyordu. Lesbos'lu dümenci Phaon, bir defasında, gizem dolu bir kadın yolcuyu taşımış ve yolcusu tekneden ayrılırken, kendisine teşekkür borcunu ödemeyi unutmamıştı. Bu yolcu, aşk tanrıçası Venüs'tü ve Phaon'a harika kokulu bir esans hediye etmişti. Bu esans, Phaon'un gövdesinin kaba çizgilerini inceltmiş ve ona öyle güzel bir görünüm vermişti ki, Sappho bu dümenciye, sırılsıklam aşık olmuştu.
Eski Yunanlılarda, parfümleri hazırlamakla görevli kişilere —bunlar çoğunlukla kadınlardı— büyü sanatçıları gözüyle bakılması boşuna değildi. Onlar, bugünkü anlamda parfümler üretmiyorlardı, ancak bitkisel kökenli aromatik maddeleri ezerek, yağ haline getiriyorlardı.
Koku maddelerinin, söylenler dünyasına kadar yüceltilmiş olan dünyevi işlevleri, şifa vermekti. (Yüzyıllar boyunca bu işlevlerini korudular: Ortaçağ Avrupasında, kokuların veba salgınına karşı kullanılabileceği düşünülüyordu.) Anakreon, yüreğin yeri olan göğsü merhemlerle ovmayı öneriyordu. Yunanlılar kokuları, içki mahmurluğuna karşı etkili bir çare olarak görüyorlardı. Böylelikle, büyük ölçeklerde şarap içmenin kötü sonuçlarını önleyebileceklerine inanıyorlardı. Xenefon'un anlattığına göre, zengin şölenlerde davetlilerin üzerinde, parfüm sürülmüş güvercinler uçuşuyordu.
Toplumda yüksek yerlerde bulunan Romalılar, çok kibirli kimselermiş. Sueton'un bildirdiğine göre, Roma İmparatoru Otho, parfüm sanatının öyle koyu bir izleyicisiymiş ki, sefere çıktığında bile yanında, tenini güzelleştirmek için eksiksiz bir esans ve kozmetik cephaneliği götürürmüş. Neron'un, karısı Poppea'nın cenaze töreninde, Arabistan'ın 10 yılda üretebildiğinden daha çok tütsü yaktırmış olması, parfüm tarihinin en çarpıcı söylenleri arasında yer almaktadır.
Romalılar güzel kokulu merhemleri sadece saçlarına değil, ayak tabanlarına da sürerlerdi. Ancak bu işlem bir özgünlük değil, Romalıların çoğu kez yaptıkları gibi, eski Yunan kültürünün bir taklidiydi. Daha Epiküıctiler Yunanlıların, gövdenin her bölümü için ayrı bir koku hazırladıklarını biliyorlardı. Antifanes, böyle karmaşık bir parfümleme işleminin ayrıntılı bir betimlemesini verir. "Ayaklarını ve bacaklarını koyu Mısır merhemlerine daldırıyor; çenesine ve göğsüne, ağdalı palmiye yağını sürüyor ve iki koluna nane kokan bir esans, kaşlarına ve saçlarına mercanköşk esansı, dizlerine ve ensesine ezilmiş kekik sürüyor."
Parfümcülük sanatının asıl büyük devrimcileri Araplardı, çünkü, sonunda günümüzün modern parfümcülük sanatına götüren belirleyici adımı onlar attılar. Arabistan'dan Kokular Ülkesi diye söz edilmesi, Kutsal Arabistan'ın Kokuları'nın övülmesi, eski çağın en yaygın efsanesiydi. Felix Arabia, bugünkü Yemen, tütsü üretimi bakımından, antik çağın en zengin bölgelerinden biriydi. Bu gelenek, o zamanlardan başlayarak, büyük Halifelikler dönemine dek geldi. M.S. 1000 yılı dolaylarında Araplar baharat ve kokulu madde ticaretinde adeta tekel durumundaydılar.
Araplar, bu alanda devrimci işler yapmış olma ününü, paradoksal bir biçimde, kutsal kitapları Kur'an'ın kesinlikle yasakladığı bir maddeye, alkole borçludurlar. Alkolün çözücü gücü, daha önce Mısırlılar ve Bizanslılar tarafından kısmen biliniyorduysa da, modern anlamdaki ilk parfümü, 10. yüzyılda yaşamış olan ve o zamanki Arap dünyasının en büyük kişilerinden biri olan tıp doktoru İbni Sina üretti. Kokulu yağı çiçeklerden damıtarak gül suyunu elde eden ilk kişi İbni Sina'ydı.
Kaynak: Andrea Hurton, Parfümün Erotizmi; Güzel Kokuların Tarihi, Kabalcı Yayınevi, 1995, s. 25-29.