@Ahmetgitar Hadi size bir soru sorayım. Nasıl oluyor da milyarlarca insan, dünyanın kaynaklarını sömüren (insan kaynakları da dahil) bu %1'lik zengin kesime karşı gelmiyor ve ayaklanmıyor? Madem bu insanlar bu kadar kötü, ve geri kalan "emekçiler" bu kadar güçlü? Nedir bu insanları tutan? Ve nedir %1'lik kesimi bu kadar "kötü" yapan?
Hadi kendi soruma kendim cevap vermeye çalışayım.
Hiç kimse zenginleri sevmek zorunda değil elbette. Fakat bu insanlar bizden ne kadar farklı? Ya da onlar kötü biz iyi diye bir ayrım yapmak ne derece doğru acaba? Bence asıl ayrım, bu insanların hayatla ilgili endişelerinin ve gelecek kaygılarının biz fakirlerden çok çok daha az olması. Şu anda sahip olduğunuz şeyler sizin için yeterli olabilir, hatta kendi hayatınızın bu zenginlerinkinden çok daha iyi olduğunu iddia edebilirsiniz, ancak bu tadına hiç bakmadığınız bir yemekle ilgili yorum yapmaktan farksız olur. Demek istediğimi tam anlamı ile size aktarabiliyor muyum emin değilim, ancak biraz daha açmaya çalışayım. Şöyle ki...
Mesela, "eski ben", feminist bir kimliğe bürünüp "ortanca hanım" lafına çok kızar, kadınların aşağılandığını düşünürdü. "Bugünki ben" ise insanoğlunun evrimsel varoluş hikayesine ve kadın-erkek ilişkilerinin sosyal dinamiklerine vakıf olduğu için, "ortanca hanım" lafına gülüp "helal olsun" diyor içinden. Çünkü bu "en az" üç hanımlık küçük bir harem demek (muhtemelen hepsi de güzel hanımlar). Ve insanı aslında gerçekten olduğu hayvansal tabana indirgerseniz (indirgemek burada aşağılamak anlamında değil, basitleştirmek anlamında), bir erkeğin erişebildiği "güzel" kadın sayısı onun evrimsel başarısının en bariz göstergelerinden birisidir.
Burada bahsettiğim "başarı", tamamen hayatta kalma ve soyunu bir sonraki nesle aktarabilme, ve o bir sonraki nesle aktardığınız genetik kopyalarının geleceğini de garanti altına alabilme başarısıdır (onlara hayatta kalabilmeleri için mümkün olduğunca fazla kaynak bırakabilmeyi kastediyorum). İnsanın en temel içgüdüsü budur, yani "sonsuzluğa erişmek". Bu dünyada yaptığımız, yapmak zorunda olduğumuz ya da zevk alarak yaptığımız her şey ama her şey (direkt ya da dolaylı olarak), bu sonsuzluğa erişmek için yaptığımız şeylerdir. Kadınların eşlerini nasıl seçtiği ile ilgili bilimsel yayınları (özellikle psikolojik ve sosyopsikolojik) ve teorileri okursanız eğer, güzel kadınların neden sizin/benim gibi yakışıklı arkadaşları değil de
, Ali Ağaoğlu gibi nispeten daha az yakışıklı birini (ancak bu kadar diyebiliyorum) tercih ettiğini anlayabilirsiniz. Çünkü o kadınlar da tıpkı Ali Ağaoğlu gibi doğacak olan çocuklarının hayatta kalabilmesi, yani "sonsuzluklarının" derdindeler son tahlilde. Ve asla küçüksemeyin bu kadınları. Emin olun bir çoğumuzdan daha vasıflı/okumuş olmaları işten bile değil. Kadınların eş seçimi tamamen oportunist yaklaşımlar dahilinde gerçekleşir ve içgüdüseldir (tıpkı bizdeki gibi). Biz erkekler olarak nasıl ki güzel kadınlara çekiliyor isek (güzel kadın (simetrik bir vücut) = sağlıklı genler = sağlıklı/başarılı çocuklar), kadınlar da doğacak çocuklarına ve kendilerine en fazla kaynağı sağlayabilecek erkekleri tercih ederler. Bu erkekleri elde tutmak aslında kadınlar için çok zordur (başarılı erkeğin arzına daha fazla kadın talep gösterir nitekim), fakat bu çabanın ödülü büyüktür. Aşk ise bütün bu tercihlerin sonucunda ortaya çıkan doğanın çöpçatanlık aracıdır. Bu kadınlar bir beta ile ömürlerini çürütmek yerine alfa erkeği paylaşmayı tercih ediyorlarsa bu onların seçimidir. Ve bu seçimin ne denli başarılı bir strateji olduğunu zaman gösterecektir. Nitekim boşanma avukatı arkadaşınız var ise bunun aslında son derece akıllı bir strateji olduğunu öğrenebilirsiniz.
Ha şimdi bize dönelim. Hadi bi düşünün, ay sonunu nasıl getireceğinizi düşünmüyorsunuz, tam tersine ay sonunda hangi tropik adaya seyahat edeceğinizi düşünüyorsunuz, ya da hayalinizdeki bisikleti nasıl satın alacağınızı düşünmek yerine, gidip parayı basıp şak diye alabildiğinizi düşünün, hatta beğenmediğiniz yerini modifiye ettirip öyle imal ettiriyorsunuz bisikleti, "custom" bisiklet sahibi oluyorsunuz. Bir tane değil, almışken üç tane birden alıyorsunuz, farklı renklerde. Bisikleti özel uçağınıza atıp bilmemne ülkesinin bilmemne trailine gidiyorsunuz. Bi hayal edin bunu. Ya da oturduğunuz kafedeki güzel kıza bakıp iç geçirmek yerine, yanına gidiyorsunuz, üstünüzde İtalyan bir tasarımcının özel dikim kıyafeti, Türkiye'de satılmayan ayakkabılar, "merhaba" diyorsunuz, lüks güneş gözlüklerinizi çıkartıp "oturabilir miyim" diyorsunuz. Kızın size hayır demesi ne mümkün? E oturunca elinizdeki lüks arabanızın anahtarını da masaya bırakınca verdiğiniz mesajın çoktan alındığını ve kabul edildiğini bilmenin o dayanılmaz hafifliğini bi düşünün.
Zenginler insanlığın bir "bug"ı değil malesef. Keşke öyle olsaydı. İnsanı idealize etmenin bize bir yararı yok. İnsanlık bir gün "parayı iptal ediyoruz, artık herkes eşit, zenginlerin mal varlığını fakirlere pay edicez" demeyecek asla. Star Trek gerçek olmayacak. Hepimiz görece "birazcık" daha akıllı primatlarız, hepsi bu. Bütün eylemlerimiz, yaptığımız her şey içgüdülerimizin güdümünde. Bazılarımız sadece sosyal ahlak anlayışından sıyrılıp kendini serbest bırakıyor ve biraz daha bencil oluyor. Bencillik bireysel başarıyı da beraberinde getiriyor. Zenginler bizden daha başarılı olan insanlar, ister servetleri ailelerinden kalmış olsun (başarılı genetik miras), ister kendileri yapmış olsun (bireysel başarı). Zenginleri ben de sevmiyorum. Ama zengin olsaydım kendimi çok severdim heralde
Her insanın genlerinde daha fazla kaynağa sahip olmak içgüdüsü var. Ve bu doyumsuz bir içgüdü. Bu gerçekler ışığında dünyada her zaman zenginlerin ve fakirlerin olacağını görmek lazım. Eğer siz bu içgüdünüzü tatmin etmek için sonsuz bir açlıkla çabalar çalışırsanız zengin oluyorsunuz. Tembelseniz zaten fakir kalıyorsunuz. Ve genetik mirasınızın da bu başarıyı elde etmenizdeki rolü oldukça büyük.
Yani malesef devrim asla gelmeyecek