Temmuz sonunda Litvanya'dan Monika'yı misafir ettik.
Kendisi dünyayı 30.500 kilometre kendi başına bisikletle gezmeye karar vermiş bir turcu.
En fazla zamanı ve mesafeyi Türkiye'de geçirdi bildiğim kadarıyla. Samsun'dan sonra Doğu tarafına geçip sonra Güney tarafına inerek tüm Türkiye'nin etrafını dolanacaktı ve bunu başardı diye hatırlıyorum. Instagram adresinden detaylara bakabilirsiniz: overlingyt
Monika maalesef duyduğumda nasıl bir tepki vereceğimi, ne diyeceğimi bilemediğim ve Türkiye'de başına gelen kötü bir anısını da paylaştı. Bunu kendi ağzından evirmeden, çevirmeden aktarmak için röportaj da yaptım.
Fotoğrafta her ne kadar gülümsüyor gibi görünse de Amasra - Samsun arasında bir yerde maalesef kendini bilmez sapıklar turcu arkadaşı yolda sağa çekip taciz etmişler; bacaklarına dokunmuşlar. Bu konuyu şimdi burada uzatmak istemiyorum fakat kızcağız birkaç gün kendine gelememiş ve yola devam edememiş.
Son gün Monika'ya 10 kilometre kadar yolcularken yolumuzun üstündeki sanayide bulunan arkadaşım Yılmaz bizi kahvaltıya davet etti. Yol üzerinde sıcak simitleri biz aldık; kahvaltılıkları o hazırladı. Monika'nın da çok hoşuna giden güzel bir kahvaltı oldu. Bu kahvaltı sırasında kendisinin asker olduğunu ve izin alarak bu tura başladığını öğrendik. Sonrasında Doğu'ya doğru devam etti.
***
Geçtiğimiz hafta ise Almanya'nın Kiel şehriden yola çıkan Bim ve Isi misafirimizdi. İkisi de 30 yaşında, Bim inşaat mühendisi, Isi ilkokul hayat bilgisi öğretmeni. İkisi de aynı zamanda sörfçü, biraz Türkçe de konuşabiliyorlar ve son derece cana yakın ve pozitifler.
Türkiye'ye Dereköy Sınır Kapısı, Kırklareli'nden girmişler ve sahil hattını takip edip Güney'e inmişler. Tur bisikletlerinin çantasız hâli aşağıdaki gibi.
Daha sonra Antalya, Konya, Kapadoka, Çorum ve Samsun diye Kuzey'e çıkmışlar. Pandemiden dolayı kapıların durumları belli olmadığı için belli bir planları yok. Bu yüzden gün gün duruma göre gidiyorlar. Bizdeyken tek hedefleri ve sadece 2 gece kalmalarına yol açan şey Noel akşamı yemek yapabilecekleri ve aileleriyle rahatça görüşebilecekleri bir ev kiralamaktı; zira bunu da airbnb aracılığıyla Trabzon'da ayarladılar.
Geldikleri gün akşam yemeğini yiyip önceden bilet aldığımız Stefan Zweig'in the Royal Game kitabından uyarlanan "Satranç" isimli Almanca filme gittik. Avusturya'nın film boyu Almanya'yı eleştirmesi dışında bir sorun yoktu (tabii ki dert etmediler bu arada)
Pandemiden beri ilk defa sinemaya gitmeleri, Türkiye'de Almanca film izlemeleri tuttukları günlüklere not edilecek cinstendi.
Ertesi gün deniz havası almaları için sahile indik.
Denizi görür görmez denize koştular; rüzgârı ve dalgaları özlemişler.
Ailesinin Almanya'dan Antalya'ya gönderdikleri kargodan PTT 650 TL gümrük vergisi talep etmiş ve Almanya DHL'de böyle bir ödeme yapmışlar zaten; biraz bunu araştırdık. Neyse, Antalya'da denk gelemedikleri kargoyu Trabzon'da kiraladıkları eve göndertmişler; en bekledikleri şey detaylı Türkiye haritasıymış fakat Türkiye turları neredeyse bitmesine rağmen ellerine geçmemesi biraz tatsız olmuş...
Bu arada, Instagram adreslerini ve gerçekten güzel fotoğraflar çektikleri bloglarını yeri gelmişken paylaşayım: zweiradgefluester - (link)
Akşam yollarının üzerindeki tüneller, kamp atılacak yerler, yiyilecek içilecek şeyler, görülecek yerler hakkında konuşuyoruz ve sonrasında İrlanda'ya göç edecek 3 arkadaşım İngilizce pratik yapabilsin diye bir pubda buluşuyoruz ve gece boyu milli içecekleri bira yudumlamaktan keyif alıyorlar
Ertesi sabah kahvaltından sonra, öğlene doğru ilk 15 kilometresi beraber olacak şekilde soğuk ve ıslak bir havada Ünye'ye doğru yola devam ediyoruz: