Kayıtsız şartsız, "önce köpek, sonra insan" yaklaşımını çokça görüyorum.
Şehirleşmiş hayat tarzı, beğenilsin veya beğenilmesin, "insan" odaklı bir düzendir. Doğa-insan terazisinde, doğanın elden geldiğince korunmaya çalışıldığı, fakat son tahlilde insan için kurulu olan bir düzendir. Beğenmeyenler vahşi doğada yaşamayı tercih edebilirler, saygı duyarım. Şehir hayatını tercih edenler içinse, şehir hayatında insan sağlığını veya emniyetini tehdit eden şeylere müsade edilemez.
Doğa ve hayvan sevgisi ile insan emniyeti arasındaki teraziyi kurabilmek için vasat zeka kafi bence. Bunu anlayamayanlar, ya bir tarafa aşırı gidip lüks için doğayı katlediyorlar, veya diğer tarafa aşırı giderek "önce hayvan" ideolojisini benimseyebiliyorlar. İnsan emniyeti ile hayvan haklarını, insana saygı ile hayvana sevgiyi bir arada götürebilmek bu kadar mı zor? Bunu anlayabilmek bu kadar mı zor?
Tehlikeli hayvanların şehir hayatında yeri yoktur. Çözüm ise çok basittir ve aklı olan her medeni milletin uyguladığı bir şeydir. Etkin kısırlaştırma (yarı kısırlaştırma değil) köpeklerin çoğunun saldırganlığını giderir. Ayrıca sahipsiz ve zor hayat süren köpek nüfusunu kontrol altında tutarak bu tür köpeklere de bir iyiliktir. Öte yandan kısırlaştırma her köpeğin saldırganlığını almaz. Bunun için de standart köpek saldırganlık testleri vardır.
Sahipsiz köpeklerin kısırlaştırılmaları, saldırganlık testine tabi tutulmaları, testten geçemeyenlerin barınaktan sokağa salınmamaları gerekir. Çözüm bu kadar basit bir şeydir. Ve bunu her medeni ülke uygulamaktadır.
Fakat bizim bazı "üçüncü dünya yarı-aydını" yarım akıllı belediyelerimiz var. Bunlar her ne hikmetse "önce köpek" sloganını "önce insan"a tercih etmekte ve bunu çağdaşlık zannetmektedirler. Zaten ilkel yarı-aydınların ortak noktaları da budur: Cahil, kafasız, medeniyetten habersiz, taklit etmeye çalışmak. Oysa saldırgan başıboş köpeklerin insana tercih edilmesinin medeni olmakla bir alakası yoktur.
Hayvan sevgisi ile insana saygı arasındaki çizgiden bihaber yarım akıllı belediyelerimiz...