Scudo Sports

Vegan beslenme

@Enver Hoxha çok güzel bir yere değiniyorsunuz, siz tüm örneklerinizi sizin tabirinizle hayvan öldürme merkezlerini baz alarak veriyorsunuz, bende diyorum ki hayatın birde diğer tarafı var, neden sadece buraları örnek alıyorsunuz kendinize, hayvanların ölmesine mi karşısınız, yoksa sistemin kendisine mi, sadece gelişmiş ülkeler mi cinayet işliyor yada? Ülkemizin ve dünyanın büyük kısmı sadece metropol çevresindeki üretim tesisleri ile sınırlı değil, kendi ekip kendi biçen, hayvanlarını kendi arazisinde otlatan milyonlar var. Bazılarının beğenmediği kurban bayramında büyükşehirlerde satılan hayvanların kaçı acaba sizin belirtiğiniz şekilde besleniyor, çoğu köylü garibanların otla bile zor beslediği hayvanlar. Yılın tosunu seçilen bir kaç hayvanı saymazsak :)
 
Scudo
@hashus1099 evcil hayvanına vegan mama aramak neden kötü olsun ? benim şimdiye kadar kedime köpeğime etli mama vermedim.Kediye yemek sulu ekmek veririsin ,kendi ineğinden sağdığın sütü ekmekle karıştırıp verirsin yer, canım köpeğim zaten ekmek ve bizim yal dediğimiz buğday kepeğinin su veya süt ile karıştırılmış olanından başkasını görmez ha arada çevredekilerin attığı tavuk kemiği ve kurban kemiğinden yediği oldu fakat o evcil hayvanlar kedi ve köpekse gayet güzel ekmek ve türevleri ile yaşayabiliyor.
 
Konuyla pek alakam yok lakin anladığım kadarıyla kendi görüşümü söyleme gereği hissettim :)
ben vegan veya vejeteryan değilim, ama hayvanları çokmu çok severim, kümes hayvanları besliyorum bayağıda cins tavuklarım var hepside evlatlarım gibidir, ilgilenir ederim ama o hayvanları seviyor ve merhamet ediyor olmam et yemiyeceğim anlamına gelmez ki hayvansal gıda insan sağlığı açısından son derece mühimdir,
Ayrıyeten ne veganlar vejeteryanlar gördüm, Urfaya-Antebe vardıklarında çatlayaşcana kebaba gömülüyolar :D
 
@Enver Hoxha

Hayvansal ürün olmaması lazım üstadım. Sadece bitkisel ürün yiyeceksiniz, süt veya hayvansal yağ yok. Kedinizde yemeyecek tabi ki :)
 
@abdullahgurel92 Ben size diyorum ki hayvan beslemek için tarım yapılan topraklar insanlar için yapılsa yeter diyorum ,sonra çıkıp bana otlar yağmurda oluyor diyorsunuz bende size hayvanların sadece ot yemediğini bu hayvanlar için hangi gerekli besinlerin neler olduğunu söylüyorum siz bu sefer çıkıp köylü otlak da otlatıyor diyorsunuz bu kadarda olmaz ya gerçekten sorduğunuz soruya cevap verdikçe siz konuyu saptırıyorsunuz.
 
@Enver Hoxha Konudaki #82 nolu mesajında "canlı öldürülüyor" yazmıştın, ben de ona cevaben yazdım. Kendi yazdığını unutup bana kabahat bulma. Kaldı ki sen benim önceki mesajlarımı okumadan, yaratıcıya iftira atmaktan bahsettin. Savunma yapacam diye saldırmana gerek yok, sakin ol.
 
Geçenlerde tesadüfen tanıştığım bi kız vegan çıkmıştı ve bana bu konuda birşeyler anlattı her ne kadar ben o kafada olmasam kendilerine hak verdiğim noktalar oldu ve birkaç gün sonra tekrar geldi ve bana bi bröşür bıraktı bende bi nüshasını buraya bırakıyorum
image.png
 
@abbot ben daha önceki yazımda ne tür hayvansal gıda yediğimi söyledim benim teorim bu şekilde ha ben sizin açınızdan vegan değilde vejeteryanım bunun da kendimce sebeblerim var veganlara neden bunları yemiyorsunuz demiyorum zaten saygılar.En azından kedime at ,kuzu etli wiskas mama vermiyorum bırakın kendi özgür ineğimden sağdığım sütü bari içebilsin şipir şipir :)
 
@Enver Hoxha Yeteceğini düşünüyorsun, ama asla emin olamazsın. Ben sana iki taraflı cevaplar veriyorum, siz sadece kendi doğrularınız olan kısımları baz alıyorsunuz. Kusura bakmayın ben konuyu saptırmıyorum, siz sadece işinize gelen kısma cevap verip, işinize gelmeyen kısımlarda kör, sağır, dilsiz'i oynuyorsunuz, attığım tüm mesajlara bakarsanız ne demek istediğimi farkedersiniz, hep küçük bir kısmına ezber cevaplar. Uzatmaya gerek yok saygılar ;)
Konunun hayvan sevip sevmemekle alakası da yok, ben inanıyorum ki dünyadaki bir çok insandan kat ve kat daha fazla hayvan severim, sadece gerçekçi bakmamı engellemiyor bu durum.
 
@Enver Hoxha

Hemen bir alıntıyla cevap vereyim:

(link)
doğada memeliler arasında (link), (link), (link) primatları (hani şu mahcup mahcup bakan yaratık), (link), (link), (link), (link)gibi ve memeli olmayanlar arasında da (link), (link), şahin, kartal, timsah ve birkaç kertenkele ile yılan türü zorunlu etçildir.

bunun birçok metabolik nedeni vardır, bazı örnekler:

1) örneğin kediler a vitaminin ön maddesi olan ve köpek, insan gibi diğer memeliler tarafından vitamin a'ya vücutta dönüştürülebilen (link)'i vitamine dönüştüremez. bu yüzden hayvan dokusundan bulunan a vitaminini almak zorundadır doğrudan.

2) (link)dan (link) elde edemezler. niasin sebzelerden de elde edilmesine rağmen oldukça az ve sık yiyen kedigillerin bunu sadece sebzelerden karşılaması mümkün değildir.

3) (link)e oldukça yüksek miktarda ihtiyaç duyarlar. taurin et, balık ve sütte bol miktarda bulunur.

4) tüm bunların yanında kedilerin sindirim kanalı köpeklere göre oldukça kısadır ve mikrobiyel (link)sı daha çok et tüketimine uygun olarak (hayvansal proteini yıkmaya yönelik bakteriler) evrilmiştir. yani kompleks veya kompleks olmayan karbonhidratlarca (selüloz da diyebilirsiniz fruktoz da) beslenme kedilerde hazımsızlık v.b. gibi şikayetlere neden olur ve bağırsaklarını zorlar.

5) en son örnek ise karaciğer metabolizması ile ilgili; kediler enerji ihtiyaçlarının çoğunluğunu karaciğerde (link)yolu ile proteini glikoza çevirerek karşılar. zaten sindirim sistemi oldukça kısa, midesi oldukça küçük ve az miktarda sık sık bir öğün anlayışı olan bir hayvan için bu denli yüksek protein ihtiyacı en kaliteli bitkisel protein stokları olan soya ile bile karşılanamaz. keşke kedi de bir sığır kadar enerjiye ihtiyaç duyduğu için bir sığır gibi yiyebilseydi; o zaman problem kalmayacaktı. ancak tahmin edebileceğiniz gibi bunun da (hızlı koşma, avcı durumu, midede uzun süre gıda kalmaması, ağırlığın azaltılması v.b. gibi) bazı evrimsel temelleri vardır.

uzun uzun okumayacağınızı tahmin ettiğim için bu konuda mesleki fikir beyan ediyorum: özellikle zorunlu etçil olan kedileri vegan olarak besleyebilir ve yukarıdaki tüm ihtiyaçları katkı maddesi olarak verebilirsiniz. ancak bu hayvan refahına aykırıdır. yani herhangi bir arızası olmayan bir insanı sırf keyfi olarak serumla beslemekle aynıdır. unutmayın evinizdeki kedi mamayı kendisi seçmiyor, bunu yemeye zorunlu.

sonuç: vegan biçimde kedi beslemek 5199 sayılı hayvanları koruma kanununun 14. maddesinin a) bendinde belirtildiği üzere bakımlarını ihmal etmektir.

suçtur.

Bu kedi köpek evcilleşmesi ve onların keyfimizce beslenmesi için yeterince zaman geçmedi evrimsel süreçte. Kendinize istediğiniz gibi beslenme programı hazırlayabilirsiniz, ama hani "ya bir kez et yedi ya, kedim artık mama yemiyor ben de aç bırakıyorum ki yesin" diyen insanlar anlamıyor ki kedi niye bunu yapıyor? Hayvan acı çekiyor, ayıptır.
kurttan evcilleşmiş bir köpeği ekmekle beslemek bile bir eziyettir.
 
  • Beğen
Tepkiler: abdullahgurel92
eziyet nedir ne değildir sizden öğrenecek değiliz, kediye verdiğimde bu köpeğe verdiğimde bu hepside hayatından memnun, kedi kendi gider kuş fare tutar yer köylük yer, köpeğim et vermiyorsun diye kemik vermiyorsun diye evden kaçmaz hepsi hayatından memnun yaşıyoruz ailem çevrem vejetaryen değil yemeyen benim sadece.sizin nerede yaşadığınızı bilmiyorum köpeğine kuzu etli at etli mama verip vermediğinizi bilmiyorum köyde yaşam böyledir bu yaşam içinde 35 yıl geçti neyin yanlış neyin doğru olduğunu googledan arayıp buraya yapıştırmıyorum bizzat yaşıyorum .
 
@Enver Hoxha forum üyeleri et
@Enver Hoxha

Hemen araya girme ihtiyacı hissettim. Okuması keyifli bir konu, gerilmeden devam ederse ben dahil çoğu arkadaşın hoşuna gider.

@Enver Hoxha zaten arkadaşın anlatmak istediğide bu. Sen evinde beslediğin hayvana ne verirsen onu yer. Bu gün kuru ekmek yarın, ev yemeği ıvır zıvır. Köy yerinde kimse hayvanını suni yemlerle beslemiyor zaten, sal çayıra, sadece akşam eve dönsün diye önüne bir kova yem koy bitti gitti.

Arakadaşın anlatmak istediği hayvanların tercih hakkının olmadığı. Siz ne verirseniz onu yerler, mesele Pavlova kadar uzar gider.

Bu arada veganlar sebze yesin geriye kalanlar hayvansal ürünler tüketsin bitti gitti.

Avakado ile ilgili ufak bir bilgilendirme, Güney Amerikada fakir tereyağı olarak adlandırılır. Yani adam diyor ki "Sanço, bizim buralarda ot yetişmiyor hayvan alıp yetimin hakkını ona mı yedireceğiz."

Sanço gayet mağrur bir şekilde konuya giriyor. "Hayır Esteban bizim avakadomuz var çocuklarımız onunla besleyeceğiz, yarın öbür gün içine azıcık sarımsak kaktırıp cihangirdeki yeni yetmelere kakalayacağız."

Sonra olaylar gelişir...
 
@abbot sanırım göndermeti beni yazımı hedef alarak yaptınız da ne kadar önyargılısınız abi avokadodan neyin samimiyetini sorguluyosun?

Ben macro marketten almıyorum ki akdeniz bölgesinde yaygındır avokada ağaçtan topla topla bitmez, 1 lira değil maliyeti. İstersen sen de internetten çoklu sipariş verebilirsin, kıymadan oahalı değil.

Ben anadolu mutfağının çeşitlişliğini sorgulamıyorum ki övüyorum. Müthiş bitkisel yemekler var, çorba çeşitleri, patlıcan yemekleri, imam bayıldısından boranisine,mercimek, nohut köftesi, humus, fava, müthiş salçalı sürmeler vs. Onun dışında egeden mezeler zeytinyağlılar, makarna bulgur fasulye.Yani dışarda ne yicem diye düşünmeye gerek yok o kadar da etçil bir mutfağımız yok.
 
@moennig

Bende diyorum ki bölgelere göre değişir. Hiç düşündüz mü mesela neden doğu bölgelerimizde et yemekleri yaygındır? Egede neden ot, istanbulda neden curcuna?
 
@Enver Hoxha

Benden öğrenmeyeceğinize emin olduğum tek şey kibir.
Yazıda bire bir köleliği tabir etmişsiniz. Merak etmeyin, zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri olmadığını farketseler bir dakika yanınızda durmak istemezler.
 
@abdullahgurel92 ben kendim tarımla uğraşan ekip biçen bir insanım, artık köy ortamında da organik falan kalmadığını hepsinin nasıl ilaçlarla üretim yaptığını iyi biliyorum.

Yani nedense bu biz hippiyiz de bohemiz de ondan böyle yapıyoruz gibi yanlış bi algınız var, tr de kendi şehirli olsa da herkes dededen köylüdür. Bi kere bi rahatlayalım.

Bakın tartışırken biz kaynaklarla argümanlarımızı sunuyoruz, ama şimdi böyle bir tartışma ortamında bilimsel bir olayla ilgili araştırmadan etmeden ben öyle düşünüyorum demek ne demek allahaşkına, biliminsanları bunları sayılarla ortaya koyuyor, biz de anlatıyoruz dünyada gereksiz zorla hayvan üretiliyor kapasite fazlası, bunun yerine bitkisel ağırlıklı beslensek sorun kalmayacak zaten.

Ortada sayılarla kanıtlarla bir gerçek var, bu bir inanış değil ki tabi ki tek gerçek bu sistemin dünyanın sürdürülebilirliğinü engellediği, insanların sağlıklarını etkilediği ve büyük bir israf olduğu. Tabi ki zorla etinizi elinizden alacak değiliz baştan beri diyorum bu gerçeği bilin görün, ve hayatınızda bununla ilgili yapabileceğiniz kadar değişiklik yapın, az tüketmeye çalışın en azından kimse zorla wlinizden etinizi alacak değil.

Olayı geniş çerçeden anlatıyorum, tabi ki bitki de canlı bir varlıktır, ama hayvanın bir de ruhu vardır, karakteri vardır, bir çocuk bir çiçeği rahatça koparır ama bir hayvanı öldüremez bu içgüdümüzde yok.
Gerekirse öldürür müyüz, evet ama günümüzde et yemeye ihtiyacımız yok, kaynağımız çok geniş. Artık soframız var yemeğinizi paylaşıyoruz değil mi? Mağarada avlanmıyoruz, o yüzden bazı alışkanlıklarımızın da değişmesi normal.

@LeoFaT 1950 lerde reklamlarda doktorlar marlboro reklamında oynayıp sigarayı övüyordu, şimdi de karatay gibi doktorlar çıkıp hayvansal gıdanın öneminden bahsediyolar, Parası olan iyi bir reklam çekip size böyle yalan yediriyor işte, gözümüzü açalım biraz! Bir de yalandan bok atmayalım, 3 hafta vegan tam teşekkül vegan beslenin, hayvansal gıdalar size pis bir koku olarak gelmeye başlar.

@abbot konumuzla ne alakası var ben markette hindistancevizi alabiliyorum, amerikalı bizim fındığı yiyor, yani bu ortamda bana coğrafyanın yeme kültürüne etkisi hakkında vereceğiniz bilgiyle vegan beslenmenin ne ilgisi var lütfen açıklayın. Türkiyenin her yerinde vejeteryan vegan yemek bulunur, buna bir itirazın mı var?
 
@moennig

Anadoluyu dallarından kasa kasa avokado toplanan ağaçlarla çevrili akdenizle değerlendirmemek gerekir.
Anadolu fakirdir, bakımsızdır.

Geçen yıl erciyes gran fondo'ya giderken kayseri-aksaray bölgesinin verimsizliği karşısında şok olan arkadaşlar vardı. Bir hafta sonra daha geniş bir grupla yine aynı yer üzerinden mersin'e de gittik. Ömründe iç kesimlere dair sadece ankara'yı 1-2 kez görmüş insanlar tabi ki gerçek hayatı görünce kabullenemediler, işi de dalgaya vurdular.

Bizim oradan geçişimizden tam 100 yıl önce şevket süreyya aydemir, dünya savaşı'nda doğu cephesine asteğmen olarak giderken aynı yeri yürür. Ulukışla'dan erzincan civarına varan yürüyüş sırasında, anadolu'nun kendilerine anlatılan hikayelerdeki gibi bereket içinde olmadığını hayretler içerisinde görür. Bu bölümü anılarından veriyorum, çünkü tam 100 yıl sonrasında oradan 2 geçişimde de oraları ilk defa görenlerin yaşadıkları hala aynıydı (ben daha önce orada 1, iç anadoluda toplam 9 yıl kaldığım için az çok biliyorum neyle karşılaştığımı). Anadolu hayatını idame ettirecek optimum şekilde yaşamanın derdinde. Burada suçladıkları gibi hayvanını da beslerler, sütünü yününü derisini de kullanırlar. Yeri gelir avlar yerler. Domuzuna karşı sürek avı yaparlar. Et yiyemedikleri zaman nedeni az çok bellidir, yoksulluk.



demek ki anadolu buydu. anadolu gerçeğinin artık karşısında ve içinde bulunuyorduk. fakat ne var ki, gördüğüm anadolu, benim mektepte öğrendiğim, yahut şiirlerde okuduğum, mektep şarkılarından haykırdığımız anadolu’ya hiç benzemiyordu. çağlayan sular, öten bülbüller, altın başaklar, altı üstü birbirinden zengin ve dünyanın hazinesi olan anadolu herhalde burası olmasa gerekti. burası, dünya kabuğunun, çoktan ölmüş bir parçasıydı ki, yakan güneş, kavuran soğuk altında, kumları, kireçleri şerha şerha ufalanarak her gün biraz daha çölleşiyordu.

köy denilen şey, bozkırın boşluklarından kaybolmuş birtakım kovuklardı. ara sıra rastlanan küçük istasyon kulübelerinin önlerinde kımıldaşan insanlar, bu çorak toprakların yürüyen parçaları gibiydi.
orta anadolu yaylası aşılıp da güneyde toroslar göründüğü zaman, tren, yolcularının birkısmını ulukışla istasyonunda boşalttı. 0 zaman doğuda kafkas cephesinin yolu güneyde ulukışla'dan geçerdi. arap cephelerine gidecek olanlar güneye doğru yollarına devam ettiler.
ben trenden inip anadolu toprağına ilk ayağımı basınca, etrafıma uzun uzun bakındım. burası, birkaç toprak kulübesi olan kıraç, tozlu, kasvetli bir yerdi. fakat, kayseri'yi sivas'ı aşıp, erzincan, erzurum ilerisine, rus, acem sınırlarına varan yollar buradan başlıyordu. bozuk düzen birtakım izlerden ibaret bu yolların uzandığı istikametlerde ne bir karış demiryolu, ne de motorlu bir vasıta vardı.
uzun ve sonu belirsiz yolların artık başında bulunuyordum. içimde önce, hayal kırıklığına benzeyen duygular canlandı. kendimi yalnız, terkedilmiş hissediyordum.
bir toprak damın köşesine yerleştirdiği tahta masasının başında çalışan menzil kumandanının emrinde, yeni gelen subay namzetlerini, ne barındıracak yer ne de onları daha ileri menzillere sevk edecek vasıta vardı. bunun üzerine kafile daha o gün parçalandı. üçer beşer kişilik grupların kimisi akşam serinliği yollara döküldü. yürünecek yol belki de bin kilometre kadardı.
ben de iki arkadaşımla beraber yola düzüldüm. dizlerimizin takati kesilince ilk geceyi, kırların sessizliği içinde yarı uyur yarı uyanık geçirdik. sabahleyin güneşin görünmesiyle sıcağın çökmesi bir oldu.
ulukışla ile kayseri arası, o zaman bizim gibi yaya yolcular için bir haftalık yoldu. bu yolda hep çıplak sırtlar, yahut tuzlu bozkırlar halindedir. erciyes dağı görününce de bataklıklar başlar. etraflarında birkaç bakımsız zerdali bahçesi ve birkaç kısır bağ bulunan kasabacıklar sahrada kaybolmuş vahalar gibidirler.

tuzlu bozkırlar, ufukları çıplak dağlarla çevrilen büyük düzlüklerdir ki, yer yer tuzlu topraklar, uzaktan güneşin altında gümüş göller gibi parlarlar. insan bu tuzlu bozkırların birini aştım zannederken diğerine geçer. buralarda ufuk, yolcuya, hiçbir zaman varılamayacakmış gibi sonsuz ve yeis verici görünür.

buraları eski ve artık kurumuş denizlerin dibidir. stepin ortasında yahut ufkun altında görünen karaltı, toprak bir han damıdır ki, içine girmeseniz bile, merdivenle inilen kuyusunda bir yudum acı su olsun bulabilmek için oraya varmanız lazımdır. dudaklarınız çatlamıştır. dizleriniz kesilmiştir. rüzgarların savurduğu tuzlu zerreler terinize karışarak vücudunuza gittikçe cıvıklaşan bir yapışkanlıkla sarar. yanıkları, karşıntılar başlar. toprak damın karaltısı ise biz yaklaştıkça uzaklaşır. fakat acı da olsa, aradığımız su oradadır. oraya ulaşmalısınız. yükünüzü gittikçe hafifletirsiniz. çantanızı, kitaplarınızı atarsınız. teriniz ise hala pıhtılaşır…

istanbul’da, daha birkaç gün önce bulunduğumuz yakacık’ın, maltepe’nin, soğanlı köyünün göğe varan çınarlarının gölgesinde, oluklarından dereler gibi sular taşan çeşmeleri hayalinizde canlanır. şimdi size bu hayalinizde canlanan şeylerle aranızda sanki yıllar varmış gibi gelir. diz çökmek, hayalinizin serin gölgesine uzanmak, hatta ölmek istersiniz. fakat dayanışınızı kaybetmemek lazımdır. içinizde dayanaklar, izahlar ararsınız. allah duygusu, vatan duygusu, cihad yolunda ayağına bir tek toz yapışan müslümana vaadolunan cennetler, varacağınız cephede sizi bekleyen zaferler, gazilik, şehitlik mertebeleri levha levha ruhunuzda canlanır. hatta bu teselliler de yetmezse:

- bu yollarda biz bir borcu ödüyoruz, dersiniz. yüzyıllardan beri soyulan, sömürülen, yüzyıllar boyunca yalnız mal, yalnız can vergisi için aranan şu bitmiş, şu bilinmeyen anadolu’ya karşı, çeşmeleri gürül gürül akan istanbul’un işlediği günahların borcunu ödüyoruz.

bu düşünce size, hatta bürün dayanaklardan daha kuvvetli görünür. başınızı eğer ve artık yürümekten ziyade, sürünürsünüz. gün sona erer, güneş arkanızda alçalır, tuzlu çöle vahşi bir sessizlik siner. nihayet çölün tenhalığında, uzaktan bütün ümidinizi bağladığınız toprak dama varırsınız. fakat görürsünüz ki, toprak dam çökmüş, kuyunun suları ise çekilmiş, kurumuştur…

bu kırlarda daha birkaç gün yol alınca, artık orta anadolu ile haşır neşir olmuş, toprağını, çalısını, hayvanını, adamını, köyünü, damını bir parça tanımış olursunuz. her şey size bilmediğiniz, duymadığınız bir kıtayı keşfediyormuşsunuz duygusunu verir: şu bilinmeyen anadolu’yu…

köyler görürsünüz ki, insanlar yerin altında yaşarlar. jeolojik devirlerin biriktirdiği eski yanardağ küllerini, tarihöncesi kazmaların eşi olan aletlerle delebilen insan, bir tepenin altında kendisine dam, oda, ahır, samanlık kovukları oymuştur. bu kovukların içinde ağır, fakat daima serin bir hava bulursunuz. testiler, küpler, kilimler, kaplar için duvarın içerisinde ayrı ayrı yerler oyulmuştur. tepenin altını dolduran bu yer altı evlerinin, bu mağara konutlarının bazen birinden diğerine geçilir. havaya açılan deliklerden içeriye loş bir ışık sızan bu yeraltı dehlizlerinde, tarihöncesi devirlerin mağara adamı gibi dolaşırsınız.

- acaba hangi devirde, nerede yaşıyorum?
dersiniz. her şey sizden ayrı, her şey size yabancıdır. bu alem sanki başka bir gezegenden kopmuştur. başka bir çağdan arta kalmıştır. toprağında çalı bile bitmeyen bu ölmüş dünya kabuğu üstünde öküzler, inekler, eşekler, ancak keçi kadardırlar. dağda adına ekin denilen şey, ancak hasırlı ellerle yolunabilen, sıska, dağınık bir şeydir. “insanlarla hayvanlar bu kavruk bitkiden nasiplerini nasıl çıkarırlar?” diye düşünürsünüz. tıpkı karataşlar gibi kavruk, tıpkı karataşlar gibi yüzyılların soğuğunda, sıcağında kuruya kuruya adına güzellik denilen hayatiyeti tamamen unutmuş mihnetli bir insan varlığı sizde acı düşünceler uyandırır.

yerde bir toprak sedirin üstüne çöktüğünüz zaman, bu insanlar, size yanık bir toprak kap içinde ekşi ayranlarını sunarlarken nazik görünmek isterler. çocuklar, kadınlar, erkekler etrafımızı alırlar. onlara baktığınız zaman, henüz yenice olan elbisenizden, henüz parçalanmamış ayakkabılarınızdan, hatta yüzünüzün taze, sıhhatli renginden utanırsınız.

gençleri ise, işte bu hayatı korumak ve işte bu dünya nimetlerinin hakkını ödemek için yabancı cephelere götürülmüşlerdir. bu mağaralarda kalanlar, o gidenlerin, hatta gittikleri memleketlerin isimlerini bile beceremezler:

- hasan kalıça’daymış (galiçya). mehmet arap içine gitti! derler.
- neresi bu arap içi?
- bilmeyik ki? aha buradan iki aylık yolmuş!...

fakat jandarma, zaman zaman bu mağaralar alemine uğrar. ya kalıça’ya, ya da arap içine yeni yeni askerler çağırır. yahut köye, koynunda buruşmuş birtakım sarı kağıtlar bırakır. bunlar, gidenlerden geri dönmeyecek olanların haberidir. herkes bu sarı kağıtlarda adı çıkanların kovuklarına üşüşür. buralarda ağlamak bile, ürkek, tıkanık, doyurmayan, içi boşaltmayan bir şeydir.

yalnız kalınca toprak sedirin üzerine uzanırsınız. sırtınızda bir mezar serinliğinin ürpertileri dolaşırç yaşarken gömüldüğünüz bu mezar içinde bir şey düşünmeye çalışırsınız:

- peki ama, dersiniz; biz bin yıl önce girdiğimiz şu anadolu topraklarına ne verdik?

selçuklular, anadolu beylikleri ,son imparatorluk hayalinizde canlanır. basra körfezi’nden viyana’ya, habeşistan’dan hazer denizi’ne kadar uzanan sahada geçen ve sizi bütün çocukluk hayallerinizle o kadar sarhoş eden şeyler, fetihler, istilalar, şanlar, alaylar; sarayların vezirlerin hikayeleri gök yakuttan taçlar, köprüler, medreseler, camiler?...

- peki ama bu yayla ki imparatorluğun, hem temeli, hem mihberiydi. bütün yollar bu yaylada toplanır, bu yayladan dağılırdı. burası kan ve can hazinesiydi. buraya ne bıraktık? birkaç yıkık kümbet, birkaç harap kervansaray, birkaç kale kalıntısı?

bir büyük masal ki, sonu hiçlikle biter…
uyumaya çalışırsınız. uyumak ve unutmak? bazen uyku ve unutuş, ne kadar kurtarıcıdır. önümüzde ise aşılacak daha nice uzun yollar var…

kayseri’deki menzil kumandanı duygulu bir adamdı. bize yol için vasıta arıyordu.
- sizi araba kolu ile göndereceğim,
dedi. fakat bu kol bir türlü görünmedi. sonra ümitler deve koluna, hatta gelen geçen askeri birlik döküntülerinin cılız mekkare hayvanlarına bağlandı. fakat onlar da olmadı. nihayet menzil kumandanı bir gün pazar yerine küçük bir baskın yaptırdı. ele geçen eşeklerden üçer beşer kişilik gruplara eşyaların yüklenmesi için birer tane dağıtıldı. bize verilen eşeğin ne semeri, ne yuları vardı. sırtı da cılk yaraydı.

sahibi, bitkin bir ihtiyardı. eşeğinin başında bir türlü ayrılmıyordu. bütün varlığı elinden alınan ve onu kurtarmak için her şeyi göze alan bir insanın inadıyle peşimizde koşuyor, hanın, kahvenin kapısında geceliyordu.

sonra bir akşam, hava kararınca, menzil kumandanından gizli, onu yanımıza katıp, eşeğini de şehir kenarında kendisine teslim edince, önce buna inanamadı. sonra işin ciddi olduğunu anlayınca da söyleyecek söz bulamadı. elimizi öpmek mi, ayağımıza kapanmak mı, yoksa boynumuza sarılmak mı lazım geldiğini tayin edemiyordu. bazen gülüyor, gene birden ağlamaklı oluyordu. sonra dua etmek aklına geldi. fakat bu sefer de ağlamak sırası galiba bize geliyordu. onu yaralı eşeğiyle şehrin kenarından, gecenin bağrına dalan tozlu yollara adeta zorla iteledik.

yerimize dönerken, biz de aramızda konuşacak söz bulamıyorduk. biz üç arkadaş, üçümüz de fakir çocuklarıydık. bizim de babalarımız böyle ihtiyar toprak adamlarıydılar. beylerin yanında bağ, bahçe işleri veya şurada burada ırgatlıkla geçinirlerdi. faka tbizde toprak, hiçbir zaman bu kadar sefil değildi. bizde sefalet, bütün varlığı bir uyuz eşekten ibaret olan bu bitmiş ihtiyarın yoksulluğuyla kıyaslanacak kadar derin olmamıştı.

suyu arayan adam, şevket süreyya aydemir sf. 62-67


Düzeltme: sözlükteki yazılarımdan aldığım şeyleri telefonda zor temizliyorum, özür dilerim arada kaynayan bazı sözler için. Gözden geçirip düzeltiyorum.
 
  • Beğen
Tepkiler: Çağdaş78
@hashus1099 özür dilerim bu pasajı okumadan cevap vermek zorundayım, ne dediğini anladığımı düşünüyorum.

Ben avokado yiyebiliyorum diye doğudaki köylü de bu avokadoyu yemek zorunda mı dedim. Yani koca entry de tek çare avokado mu dedim bir sürü anadolu yemeği sayıyorum, zaten yediğimiz dolmalar fasulyeler pilav çeşitleri patlıcan gemekleri hepsi vegan diyorum. Kahvaltılık sürme çeşidi var anadolunun istanbulda unutulmuş bu yerel lezzetleri kahvaltınızda sosis yerine ekleyin sağlığınız için diyorum.

Yani sırf eleştirmek için tanımadığınız insanları şehirli, köy hayatını bilmeyen biri olarak niye yaftalıyosunuz, ben has köylüyüm, yörüğüm. Kradeniz dışında da tr tüm bölgwlerini gezdim, şehirlerinden çok köylerine gittim. Merak etmeyin bu konuda.

Peki siz köydekiler et yemek zorunda diye et yemek zorunda mısınız istanbulda yaşayarak bu mu argümanınız?
 
  • Beğen
Tepkiler: Ozan k.
@maraz Broşürün son maddesinde hayvanları deneylerde kullanmanın da yanlış olduğu yazıyor.

Bu maddeyi savunan varsa acaba samimiyetle "Ben veya bir yakınım tedavi edilmediğinde ölümcül olan bir hastalığa yakalandığında, bu hastalığın tedavisinde etkili olduğu kabul görmüş şu ilaçları, hayvanlar üzerinde denendiği için kullanmayacağım / yakınıma kullandırmayacağım" diyebilir mi?

Hatta ameliyatlarda kullanılan, vücutta eriyen iplikler de hayvanlardan elde ediliyor. Bu maddeyi savunan biri ameliyat olacak olursa, doktoruna bu iplikten kullanılmasını istemediğini belirtsin.

Çocuğu olduğunda çocuk felci aşısı da yaptırmasın, o da hayvanlar üzerinde denenerek geliştirildi.

Broşürü verene veya size değil lafım, ama hazırlayan kişiler oraya yazmışlar ki savunuyolar bu görüşü.
 
@Enver Hoxha

Bu mesele veganların yeni mide pH'ı galiba. Siz bir çiftçi olduğunuzu düşünün. Bir tarla ektiniz, yem için. Bu yemi ne kadara satarsınız? Bu yemi alıp, hayvanına yediren çiftçi, o eti ne kadara satar? Şu kadar basit bir hesap dahi bu düzenin bu şekilde olmadığını anlamaya yeterli.

Mısırın koçanları toplanır, esas kar ondadır zaten, ardından kalan sapları çekilir ve yem olur. Pancarın kökü kullanılır ki yine esas kar pancar kökündedir, sapları yem yapılır ve hatta şeker üretildikten sonra posası da yem yapılır, arpa keza öyle, buğday keza öyle. Yani bu dönüm dönüm malzeme insan için ekilir, artıkları yem yapılır. Bunun daha bir çok örneği, aklınıza gelmeyecek çeşidi var. Hayvan yemi için ekilen ürünler yok mu, var tabi ki. Ancak bunlar pahalıdır zaten ve yeme düşük miktarda karıştırılır. Bunun aykırı örneği silaj gibi durabilir ancak silaj, ikinci üründür. Esas ürünün ekilmediği boşlukta ekilir ve zaten meyvenin olgunlaşmasına izin vermeden silaj yapılır. Bir tarladan sadece silaj almak karlı bir iş değildir.

Örneğin bugün sığır süt yemi, en pahalı yemlerden birisi. Süt ineklerinin yeminin %15'ini süt yemi oluşturuyor. Kilosu 1,12 TL. Bir tarladan en kolay şekilde alabileceğiniz ürün buğday. Kilosu 1 TL. Siz şimdi diyorsunuz ki kilo fiyatı 1,12 TL olan en pahalı yem ki bu sadece %15 oranında kullanılabiliyor ya da buğday dururken insanlar kilo fiyatı 10 kuruş civarında olan diğer yemlerin tarımını yapıyor. Size mantıklı geliyor mu?

Bu sav, mevcut alanın insanları beslemeyeceği savını çürütmek için ortaya atılmış, yine mide pH'ı meselesi gibi temelsiz ancak bu sefer yanlışlanması biraz daha kompleks bir sav olmuş.
 
Geri