Konu farklı bir noktaya kaymış. Olay inanç, mezhep, ırk meselesi değil; ülke olarak işlediğimiz suçlarla ve bunun getirdiği sorunlarla yüzleşmemiz gerekiyor.
Ülkedeki seçmenin yarısının oy verdiği, yani icraat ve söylemlerini onayladığı bir siyasi partinin yönetiminde Türkiye Cumhuriyeti devleti şunları yaptı:
1. Arap ülkelerinde, başını Müslüman Kardeşler örgütlenmesinin çektiği, adına Arap Baharı denilen halk hareketlerini fırsat bilerek, Suriye'deki Esad rejimini devirerek yerine Müslüman Kardeşler'in kontrolünde bir iradeyi iktidara getirmek için ABD, Suudi Arabistan ve Katar'la ortak hareket etmeye karar verdi.
2. Bu karar doğrultusunda, Libya ordusunun cephaneliğinden ele geçirilen silahlar önce deniz yoluyla Hırvatistan-Türkiye rotasında, daha sonra da Türkiye'den karayoluyla Suriye'ye gönderilmeye başlandı. Kamuoyunda "MİT Tırları" diye bilinen olayın özü budur.
3. Suriye'deki isyancılara insan kaynağı sağlamak adına, farklı ülkelerden Suriye'ye gelip Esad rejimine karşı savaşmak isteyen İslamcı militanların toplanma ve geçiş noktası Türkiye oldu. MİT'in organize ettiği bu operasyonla, binlerce savaşçı Türkiye'ye geldi, burada eğitim gördü ve kolaylıkla Suriye'ye geçti. Suriye'deki çatışmalarda yaralananlar Türkiye'deki hastanelerde tedavi edildi. Hatta durum öyle bir hal aldı ki, rutin mesaisine gider gibi sabah Suriye'ye geçip savaşan, akşam Türkiye'ye dönen militanlar bile vardı.
4. Zamanla militan-silah trafiği tamamen kontrolden çıktı ve bu İslamcı militanlar kontrolden çıktılar; IŞİD, El Nusra gibi radikal örgütler kontrolü ele geçirdi. Bu örgütler petrol, silah ve insan kaçakçılığına da başladılar ve muazzam gelir elde ettiler. Türkiye'deki iktidar sahiplerinin de bu kirli petrol ticaretine karıştığına dair deliller ortaya çıktı.
5. ABD'nin Libya büyükelçisi öldürülünce, ABD ve Suudi Arabistan bu operasyondan çekildi. Ancak Türkiye ve Katar, uzun bir süre daha Suriye'de savaşan İslamcıları para, insan, silah ve mühimmat konusunda desteklediler.
6. Suriye'deki rejime ve iyi-kötü işler halde olan devlet düzenine saldıran Türkiye, bunun sonuçlarını hesap edemedi. IŞİD gibi radikal örgütler yüzünden güvensiz hale gelen bölgeden Türkiye'ye büyük bir mülteci akını başladı. Bu insanlar tamamen kontrolsüz, denetimsiz bir şekilde ülkeye kabul edildiler. Ve şimdi bu insanların ülke ekonomisine ve sosyal hayatına getirdiği yükü tamamen bizim omuzlarımıza yükledi iktidar sahipleri.
Suriye'deki radikal İslamcı terörist örgütleri bizim devletimiz besledi, Türkiye'den devletin kontrol ve idaresinde giden yardımlar sayesinde palazlandılar ve güçlendiler. Devleti yönetenlerin bu kararları da art arda yapılan seçimler ve referandumla ülkedeki seçmenin çoğunluğunun onayını aldı. Yani kendimiz ettik, kendimiz bulduk. Suriye'deki arı kovanına çomak sokan, çatışmalarda açıkça taraf olan, komşu bir ülkedeki rejimi yıkmaya soyunup, "Esad'ın 6 aylık ömrü kaldı; Cuma namazımızı Şam'daki Emevi camiinde kılacağız inşallah" diyerek boş hayaller kuranları "dış politika dehası, strateji üstadı" diye alkışlayanlar bizim halkımızdı.
O yüzden şikayet etmek yerine bu soruna çözüm bulmalı, sorunu yaratıp büyütenlerden hem siyasi hem hukuki anlamda hesap sormalıyız. Bunun yolu da öncelikle devlet idaresini bu kadronun elinden kurtarmaktan geçiyor.