Scudo Sports

Bisiklet Forum Tüketim Karşıtı Çevreciler Platformu

fiyatı belirleyen taleptir.misal tourney ile ultegra ruble üretimi arasında malzeme-işçilik-üretim bandı açısından maddi olarak ne kadar fark var ve sonuçta satış fiyatları nasıl
 
Scudo
@appendix maalesef arz talep meselesi kitapta kaldı. Evcil hayvan gibi ineğin girdisi -çıktısı kontrol altında ; eti sutu gerektiği zamanlarda alınmakta. Arzi da talebi de kontrol etmekte. Dun ne yiyiyor ne giyiyorduk ? Simdi ise neler ? Bu sadece mal ve hizmetin degistirilmesi , isteseniz de bulunamamasi degil. Ustelik zevkimiz de begenimiz de degisiyor. Bazen acik renk , bazen koyu , bazen sert cizgi, bazen yumusak cizgi . Kadinlara bakinca daha belirgin sekilde gozukutor. Erkekle r de biraz daha yavas degisiyor. Birilerinin bizi kontrol etmesine pek de meyilli değiliz.
 
@mavi albatros herhalde yanlışlıkla beni de dahil etmişsin, dediklerine zıt bir görüş belirtmedim ki ben, sanırım alıntıladığın yerde ki soruyu soranı ben sanmış olabilirsin.
 
@Serrchi genel olarak bahsetmek istedim. benze düşünüyoruz evet. hatta diğer arkadaşlarla fikirlerimiz zıt gibi görünüyor ama onlarda genel olarak bisikleti arabaya tercih ediyorlarsa, yine benzer düşünüyoruz demektir. üzüldüğüm nokta, bisiklete binen ve yolda , doğada olmayı seven insanlar olarak gerçek konulardan uzaklaşmamız.
diyorum ya, biz rutin hayatımıza bisikleti ne kadar dahil edebildik, kimleri araçtan indirip bisiklete bindirebildik, hangi gereksiz eşyalarımızdan kurtulabildik, geri dönüşümü her gün ne kadar sağlayabildik ve bunlarda başka arkadaşları ne kadar ikna edebildik ? bunları konuşalım hep, örnekler üzerinden gidelim, daha iyisini yapmaya çalışalım.

@emrahozkan
@emrahozkan
@emrahozkan
@emrahozkan

@emrahozkan eliize sağlık..
 
  • Beğen
Tepkiler: emrahozkan
Once karmasa yaratilir, sonra hedef sasar.
Bu ureticiler neden cok ucuz ve cok pahali bisikletler uretiyorlar. Hangisine ihtiyacin var?
Profesyonel yarisci misin, saliseler senin icin cok mu onemli de sponsorlar tarafindan ucretsiz verilen onbinlerce dolarlik karbon ultra hafif bisiklete biniyorsun?
Yoksa ingilizlerin dedigi gibi ucuz urun alacak kadar zengin misin?
Yoksa koleksiyoncu musun, yariscilarin bindigi bisikletler duvarini suslesin istiyorsun?
Eskiden ureticiler urettikleri bisikletlerin kadrolarinin geometrilerinde oynama yapmiyorlardi. Bir kere dizayn edilen yaris kadrolari ayni geometriyle daha ucuz malzeme ve ekipmanla satisa sunulurdu.
Gunumuzde ise yaris ekipmanlari ve malzemeleriyle farkli geometrilerde ayni cesit bisikletler uretilmekte. Son kullanici olarak yaris bisikleti aldigini saniyorsun, bakiyorsun ki ekipmanlar ust seviye, karbon masa,vs... ama bisiklet gitmiyor. Tabi gitmedigini de anlayamiyorsan vay haline!
Fiyat/performans diye bir terim var. Acaba farkinda miyiz firmalarin fiyat/performans urunleri hangileri? Aldigin urunun verimliligi nedir? Goruntusu mu guzel, islevselligi mi? Yoksa ikisini de bulabilir miyiz? Bunu bulmak icin illaki ust seviye paralar mi odemek zorundayiz?

Acikcasi bir seyin en ucuzunu alani gunumuz duzeninde anlayabilirim fakat en pahalisini alani cok anlayabilmem soz konusu degil.
 
@babajanovic yazdıklarına katılıyorum ve ekliyorum, benim gibi haftada 100 km yi zar zor gören kişiye 850 tl lik salcano yetiyor da artıyor bile, zamanı zorlayıp uzun tura (400 km) çıktığımda (kaldı ki bu yılda en fazla 3 defa olmuştur) sorun çıkarmıyor. biraz da tedarikli çıkıyoruz. bunun yanında 850 tl lik sıfır bisiklet değil de , 2. el 550 tl ye alınan başka bisikletle de bu az km ler gayet tabi yapılabiliyor.
bir doktor arkadaş var, ilçedeki hastaneye bisiklet ile gidip 24 saat nöbet tutup sonra tekrar bisiklet ile dönüyor. haftasonu 100 km kaadan yapıyor, yılda en az 5-6 festivale katılıp bir de bireysel 3-4 tura çıktı mı bayağı km yapmış oluyor ve bisikleti benimkinden 3 adet alır ama adam km yapıyor. verdiği paranın karşılığında aldığı üründen daha hafif olması beklentisi yok ama arız verme sıklığı az olmalı diyor haklı olarak.
bir arkadaşın 3 adet bisikleti var, yol, dağ, tur bisikleti, ayda 200 km yi yapmaya zamanı yok.
1 elektrikçi usta var, 2. el iyi bir bisiklet aldı, 2 ayda 2 defa çıkmadı, iyiki de seni dinleyip 0 bisiklet almamışım dedi ve tekrar sattı.
çok km yapan 20 bin lik bisiklet alsın diye düşünmem. müsabakalara katılanların bisikletlerine biz yorum yapacak değiliz çünkü bisikleti hayatımızın asıl amacı değil, bir ortağı olarak görüyoruz, onlar farklı.
örnekler çoğaltılabilir, kullanım amacına göre gerçekten ihtiyacımız olan özellikte bir ürün almakta hep fayda var.
sonuç olarak her şeyin dengede olanı en iyi seçimdir bence de.
 
  • Beğen
Tepkiler: Çağdaş78
Kim olduğunu hatırlamıyorum ancak zamanında bu forumdan bir arkadaş bana çok mantıklı gelen bir harcama metodu paylaşmıştı.

Bisikletini kullandığı toplam km miktarı ne kadar ise bisiklet için o kadar TL harcama limiti koymuştu. Örneğin 2000 km yapmış ise bisiklet için toplam harcaması maksimum 2000 TL olabilirdi. Ve yeni bir bisiklet almadan önce o bisikletin fiyatı kadar sürüş yapmıştı.

Bunu duyduktan sonra hemen ben de bu şekilde bir limit oluşturdum kendime.

Çocukluktan sonra ilk kez 4 ay önce bisiklete başladım ve daha ancak 850km sürüş yapmışım(Bu biraz benim ayıbım, daha fazla sürüş yapabilirdim) . Ancak bisiklet için yaptığım toplam harcama 2500TL olmuş. Yani 1650 km borçtayım. Bunu da en kısa sürede planladığım turlar ile kapatmaya çalışıyorum.

Ancak eğer ben bu borcu kapattıktan sonra atıyorum 6000 km daha sürüş yaptıktan sonra 6000 TL değerinde bir bisiklet alsam şimdi çok tüketim yapan birisi mi olacağım? Tabii ki hayır. O kadar km sürüş yaptıktan sonra gönül rahatlığıyla o bisikleti almak için zemin oluşturmuş olacağım.
 
@Ahmet Bilge Kaan AKIN

10.000 Km'ye 1.000 TL daha uygun gibi. :)
 
  • Beğen
Tepkiler: serdarsezgin
Km'de dizel bir küçük aracın yakıtını hesap edince çok daha kabul edilebilir bir hesap olur. Sizin hesapla biskletle km maliyeti 1 TL. Km başına araç amortismanıyla 30 kr uygundur bence ;)
 
Trt Belgesel'de "Yeni Köylü" diye bir program var, tam bu konuya uygun. :) Sehrin tum nimetlerini birakarak cocuklariyla koye yerlesen bir ciftin hayatini anlatiyor.
 
Manyak gibi bisiklet malzemesi aldığım o tasasız günler geride kaldı. 10 bin papel vererek alacağım bisiklet bana turdefransı kazandırmayacak. Bana max katkısıda belki bir kac km hızlanmak. Ondanda şüpheliyim. Bisiklet endüstrisinide artık dışarda bırakmıyorum. Bazı şeylerde evladiyelik olmakla değer kazansın.
 
Zenginleri daha da zengin etmemek için tüketimi azaltmalıyız. Zenginler daha da zenginleşirken bizler de otomatikman fakirleşmiş oluruz.

Elimizdekinin kıymetini bilmeli ve israf etmemeliyiz.
 
  • Beğen
Tepkiler: ykaya
Tüketim kültürünün yol açtığı ekolojik sorunlar, bunları anlamlandırma sırasında insanın kendini kandırmaktan geri durmayıp vicdani rahatlığa saplanması üzerine bir yazı. Daha önce paylaşılmadı bildiğim kadarıyla...

------------------------------

Geri dönüşüm, organik gıda, bisiklet… Dünya böyle kurtarılmaz

Slavoj Zizek

Kişisel vicdan hesabı yapmakla meşgulken, sanayi uygarlığının bütünü için daha sağduyulu sorular sormayı unuturum. Bu suçlama girişimi kolay bir kaçamak yol da bulur: Geri dönüştür, organik ye, yeni enerji kaynakları kullan vb. Vicdanımız rahat, yolumuza devam ederiz

(link)

Suçu bireylere atmak dünyanın yıkımının gerçek nedenlerini gizliyor: Kapitalizm ve Ulus-Devletler.
2016 yılının Ocak ayında dumanlı sisle boğulan binlerce Çinli kentli solunacak bir hava bulmak için kıra kaçtılar. Bu “mahşer havası” 500 milyon kişiyi etkiledi. Büyük kentlerde günlük yaşam mahşer sonrası bir filmin sahnelerine dönüştü: Gaz maskeleriyle insanlar sokakları bir cüppe gibi saran feci bir sisin içinde dolaşıyorlardı.
Dumanlı sis sığınmacıları

Bu ortam sınıfların ayrımını ortaya çıkarıyor: Sis havaalanlarını kapatmadan önce, sadece uçak bileti satın alabilecekler kentleri terk edebildiler. Yetkilileri bağışık tutmak için Pekinli yasa koyucular bu dumanlı sisi sanayi kirliliğinin sonucu değil de doğal bir olaymış gibi ele alarak meteorolojik felaketler içinde sınıflamaya kadar gittiler. Savaşlardan, kuraklıktan, tsunamilerden, depremlerden, ekonomik bunalımlardan kaçan insanlara yeni bir kategori eklendi: Dumanlı sis sığınmacıları.
Bu mahşer havası çok geçmeden normalleşmenin konusu oldu. Bu durumu dikkate almak zorunda kalan Çinli yetkililer vatandaşların günlük yaşamlarına devam edebilmelerini sağlamak için önlemleri aldılar. Evlerinde kalmalarını ve gerekli durumlarda gaz maskeleriyle çıkmalarını önerdiler. Okulların kapanması çocukları sevindirdi. Kıra kaçmak bir şatafat oldu ve bu küçük gezilerde Pekin uzmanlaşmış seyahat acentelerinin sayısının arttığını gördü. Sanki bir şey olmamış gibi önemli olan paniğe kapılmamaktı. Jeolojik ve biyolojik düzeyde, denemeci Ed Ayres asimptotik olarak yaklaşan dört “zirve”(hızlanmış gelişme) sayar ve bunlar aşıldığında niteliksel bir değişiklik başlayacaktır: Nüfus büyümesi, sınırlı kaynakların tüketilmesi, karbon gazı salınımı ve türlerin yığınsal yok olması.

Bu tehditlere karşı, egemen ideoloji gizleme ve körletme düzeneklerini harekete geçirmektedir: “Tehdit altında olan insan toplumlarında bunalıma odaklanmak yerine davranışların genel bir tarzı, at gözlüğüyle bakmak eğilimi vardır, ama boşuna.” Bu davranış bilgiyi inançtan ayıran davranıştır: Ekolojik felaketin olası olduğunu biliyoruz ama gerçekleşmesine inanmayı reddediyoruz.
İmkansız “normal” olduğunda

1990 yıllarının başındaki Saraybosna kuşatmasının hatırlayın: 500.000 nüfuslu “normal” bir Avrupa kenti 3 yıl boyunca kuşatılır, açlığa mahkum olur, bombalanır ve keskin nişancılarla terör estirilir ve 1992’den önce bu hayal bile edilemezdi. İlk anda, Saraybosnalılar bu durumun sürmeyeceğine inandılar. Bir iki hafta çocuklarını olaylar yatışana kadar güvenli yerlere yollamayı düşünüyorlardı. Bununla birlikte, sıkıyönetim hızlıca yerleşti.

İmkansızdan normale bu aynı altüst oluş (kısa bir şaşkınlık ve panik arasından sonra) Trump’ın zaferi karşısında Amerikan kurumlarında da görülür. Bunu buzulların erimesi gibi ekolojik tehditleri devletler ve büyük sermayenin algılama tarzında da görürüz. Politikacılar ve yöneticiler yakınlarda kürsel ısınma tehdidini komünist bir komplo ya da en azından yaygaracı ve asılsız bir tahmin gibi sunarak saptırıyorlardı ve küresel ısınmayı yerleşik bir olgu, normal bir öğe olarak ele alarak telaşlanmak için bir neden olmadığı konusunda garanti veriyorlardı.

2008 temmuz ayında, CNN’de bir röportaj, “The Greening of Greenland” (Grönland yeşile bürünüyor), buzulların erimesiyle ortaya çıkan olanakları övüyordu. Büyük düşeş! Grönland’da oturanlar artık bostanlarıyla uğraşacaklar! Bu röportaj çok patavatsızdı çünkü küresel bir felaketin marjinal yararlarını alkışlıyordu ama özellikle küresel ısınmanın sonucu olan Grönland’ın yeşilliğini ekolojik biliçlenmeye ortak ediyordu. “Şok Doktrini” adlı kitabında Naomi Klein toplumsal zorlukları silip süpürmek ve kendi takvimini zorla kabul ettirmek için kapitalizmin nasıl felaketleri (savaş, siyasi bunalım, doğal felaket) fırsata çevirdiğini gösteriyordu. Kapitalizmin itibarını düşürmekten çok ekolojik tehdit belki de kapitalizmi daha fazla allayıp pulluyordu.
Suçunu kabul etmek

Aykırı olarak, diğer ekolojik tehditlere karşı önlem alma denemeleri kutupların ısınmasını ağırlaştırma riskine sahip. Ozon tabakasındaki delik Antarktika’yı küresel ısınmadan koruyor. Eğer delik kapanırsa, Antarktika dünyanın diğer kısımlarıyla aynı ısınmaya sahip olabilir. Aynı şekilde, sanayi sonrası toplumlarımızda “entelektüel emeğin” kararlı rolünün altını çizmek gerekir. Oysa, bugün ender hale gelen kaynaklar için mücadelelerin (gıda, su, enerji, maden) ya da atmosfer kirliliğinin gösterdiği gibi materyalizm aynı sonuçlarla baş başa.

Sorumluluğumuzu üstlenmeye hazırız, dediğimizde bile gerçek genişliğini gizleyen bir kurnazlık görebiliriz. Suçumuzu kabul etme çevikliğinde bile sahte bir güven hissi var. Seve seve suçluyoruz çünkü eğer suçluysak, her şey bize bağlı ve ipler bizim elimizde. İşten sıyrılmak için yaşam biçimimizi değiştirmek yeterli. Biz Batılılar için kabul etmemizin zor olduğu güçsüz bir gözlemci rolüne indirgenmiş olmamız. Etkinlikler galeyanına girip kullanılmış kağıtlarımızı geri dönüştürmek, organik yemekle bir şeyler yaptığımız hissini vermek, katkı sağlamak istiyoruz; aynen televizyon önünde koltuğuna oturmuş futbol taraftarı gibi bağırıp çağırıyoruz.

Ekoloji konusunda, örnek inkar şunu söylemektir: “Tehlikede olduğumuzu biliyorum. Ama pek de inanmıyorum. O halde ne diye alışkanlıklarımı değiştireyim ki!” Bunun tersi bir inkar da var: “Kaybımıza neden olacak sürece karşı yapacağımız fazla bir şey olmadığını biliyorum. Ama bu düşünceye katlanamıyorum ve hiçbir işe yaramazsa bile deneyeceğim.” İşte bu düşünce bizim organik gıda almamıza neden olur. Yarısı çürük ve fiyatı fazla olan organik etiketli elmaların daha sağlıklı olduğuna inanmak saflık olur. Bunları tüketici olarak satın almak istiyorsak, yararlı bir hareket yapma, inandıklarımızı gösterme, vicdanımız rahatlatmak, kolektif geniş bir projeye katılmak kuruntusudur.
Dünya Ana’ya dönüş

Kendimizi kandırmayalım. Çin’in bu mahşer havası felaketçilik ve alışılagelen, suçlama ve kayıtsızlığın garip karışımı olan egemen çevreciliğin sınırlarını bize açıkça gösteriyor. Bugün ekoloji, ekolojik tehdidin gerçek içermelerini el çabukluğu ile yok etmek için birçok stratejinin saçıldığı önemli ideolojik bir savaş alanı olmuştur:

1- Kayıtsız şartsız bilgisizlik: Bu marjinal bir olaydır ve fazla ilgilenmeye gerek yok. Yaşam (sermayenin yaşamı) devam ediyor ve doğa sorumluluğunu üstlenecek;

2- Bilim ve teknik bizi kurtaracak;

3- Piyasa sorunları çözecek (kirletenleri vergilendirerek vb.);

4- Geniş sistemik önlemler yerine kişisel sorumluluk üzerinde ısrar etmek;

5- En kötüsü de doğal bir dengeye, daha gösterişsiz ve geleneksel bir yaşam biçimine dönme çağrısıyla insan kibrinden vazgeçecek ve Doğa Anamıza saygı gösteren çocuklar olmamız sağlanacaktır.

Egemen ekolojik söylem sanki a priori Dünya Ana’ya karşı suçluymuşuz, borçluymuşuz gibi sürekli bir ekolojik süperego basıncı altında bizi sorguya çekiyor: “Doğa Ana için bugün ne yaptın? Kullanılmış kağıtları geri dönüşüm için öngörülmüş çöp kutularına attın mı? Şişeler, içecek kutuları? Bisikletle ya da toplu taşımla gitmek yerine arabanı mı kullandın? Pencereleri açmak yerine klimayı mı kullandın?”

Böyle bir bireyselleştirmenin ideolojik amaçları açıktır: Kişisel vicdan hesabı yapmakla meşgulken, sanayi uygarlığının bütünü için daha sağduyulu sorular sormayı unuturum. Bu suçlama girişimi kolay bir kaçamak yol da bulur: Geri dönüştür, organik ye, yeni enerji kaynakları kullan vb. Vicdanımız rahat, yolumuza devam ederiz.

Peki ne yapmalıyız? Son eserinde (Was Geschah im 20. Jahrhundert) Sloterdijk, düşmanların elenmesine yol açan siyasi aşırıcılığın toprağı olan önceki yüzyılın özelliği olan “gerçeğin tutkusunu” ihbar eder ve 21. yüzyıl için önerilerini sıralar: Biz, insanlar üretkenliğimizin yol açtığı bitişik zararları önemsememek durumunda değiliz. Dünya etkinliğimizin ne arka planı ne de ufkudur ama dikkatsizlik sonucu yaşanamaz hale getirme riskini taşıdığımız sonlanmış bir nesnedir.
Yaşamımızın basit koşullarını etkilemek için yeterince güçlü olmamız gerekirken, bu dünyada diğer türler arasında bir tür olduğumuzu kabul etmemiz gerekir. Bu bilinçlenme bizi çevremizde yeni bir tarzda yer almamız çağrısını gerektirir: Tükenmez kaynakları işleterek yaratıcı potansiyelini açıklayan kahraman bir çalışan gibi değil ama çevresinde olanlarla işbirliği yapan ve kabul edilebilir bir güvenlik ve istikrar derecesi altında sürekli görüşen alçak gönüllü bir ajan olmak.
Çözüm: Uluslararası dayanışma

Kapitalizm bitişik zararların hor görülmesi olarak tanımlanmıyor mu? Sadece kârın önemli olduğu bir mantıkta, ekolojik zararlar üretim maliyetlerine dahil edilmez ve genelde bilinmezlikten gelinir. Kirleticileri vergileme ya da doğal kaynakları (örneğin hava) fiyatlandırma, başarısızlıkla sonuçlandı. Çevremizle yeni bir karşılıklı etki kurabilmek için, köktenci siyasi-ekonomik bir değişiklik gerek ve Sloterdijk buna “vahşi hayvan Kültür’ün evcilleştirilmesi” adını veriyor.

Bugüne kadar, her kültür, üyelerini disiplin altına alır ve devlet iktidarı yoluyla sivil barışı güvence altına alırdı. Ama farklı kültürler ve devletler arasındaki ilişkiler sürekli potansiyel bir savaşla tehdit edilirdi ve barış geçici bir ateşkesti. Hegel bir Devlet’in etiğinin bu üstün kahramanlık eyleminin yani ulusu için yaşamını kurban etme isteğinin zirveye çıktığını göstermiştir. Bir başka deyişle, devletlerarası ilişkilerin barbarlığı Devlet’in kalbinde bile etik yaşama temel teşkil etmeye yarar. Nükleer silahlanma yarışına atılan Kuzey Kore, Ulus-Devlet’in bu koşulsuz egemenliğinin mantığını gösterir.

Uygarlıkların kendisini uygarlaştırmak gerekliliği, bir dayanışmayı zorunlu kılmak ve tüm insan toplulukları arasında evrensel bir işbirliği, bağnaz şiddetin artması ve kendini (ve tüm dünyayı) bir dava adına kurban etmenin “kahramanlık” isteğiyle giderek zorlaşmaktadır. Bu tür önlemler komünizme doğru gitmezse, komünist bir ufuk içermezse, “komünizm” terimi anlamdan yoksun olacaktır.

[Bu makale ilk olarak Bibliobs’ta 1 Ocak 2017’de yayımlanmış, İsmail Kılınç tarafından Sendika.Org için Fransızca'dan Türkçe'ye çevrilmiştir.]

 
Faydalı olabileceğini düşündüğüm için eklemek istedim.

Hayatımızı nasıl daha sade bir hale getirebiliriz? Tüketim toplumunun kölesi olmaktan kurtulmak mümkün mü? İhtiyaçlarımızla isteklerimiz arasındaki dengeyi nasıl sağlayacağız? Teknoloji ve ilişki detoksu ne demek?
 
İbrahim Sadri'nin konuyla ilgili sevdiğim bir şiirini paylaşmak istedim. Yani şiir belki bir baskasınındır fakat o söylüyordu.
ÇOK YAŞA PEPSİ
Servet, mal
Şöhret, şan
Şeref, ziyafet
Elitiz insanımızın
Entarilerimiz altın suyuna batırılmış
Yalelistana hoş geldiniz beyler
Yalelli yalelYalelli yalel
Otoban yollar misk-ü rayihalar
Yapılar dilberler ahular kolalar
Amber dudağı inci gerdanı
Yakut zafir zebercet taşlar
Rolsroysları amerikan dostlarımızın
Haremlerimiz eğlencei şeriflerimiz
Ziyafeti kebirlerimiz
Sürmeli gözlerimiz
Çok yaşasın emirlerimiz
Petrollerimiz bol olsun
Çok yaşa pepsi
Ay lav yu dolar

Sağ elimizde uçuk bir kına
Sol omuzumuzda
Zümrüdü anka kuş
İnanınız arabız
E binanaleyh mister buş

Fil baki made in japanyani
Oto toyata
Disk pleyir sony
Klima fişer marka
Mersi tokyo
İyi akşamlar honkkong
Ehlen ve sehlan
İmparator hiro hita
Bonjur madam teçır
Çok yaşa pepsi
Ay lav yu honda

Şöyle altın sarısı
Som altından altın bir taht
Londro tersanelerinde
Üç yılda yaptırılmış
Özel bir yat
Ciddede cidden
Ciddi bir amerikan bankasından
Prestij kart
Oh hayat ne kadar güzel
Toprak münbit nimet çok
Çok şükür elhamdülillah

Geçinip gidiyoruz ufak ufak
E siyonizmde kahrolsun ama
Bu arada dimi ama
Lütfen iki patriot daha
Unitet states of america amca
Sarayımın damına
Geceleri kabuslar görerek uyanıyorum da

Helo niyork alo borsa
Ne var ne yok orda
Çok yaşa pepsi
Ay lav yu maykıl caksın
Ah ne çare be
Abdul vahit bin cabbar el mistebidül mütekebbir kardeş
Maykıl caksın olmasına maykıl caksın ama
Sahtiyan ipek de olsa
Üç arşın beze kalacaksın

İBRAHİM SADRİ
 
  • Beğen
Tepkiler: Mustafa Zeybek
Bir sorum olacak arkadaşlar;
Tüketim karşıtı olarak ihtiyacımız olmayan şeyleri almayalım, suyu, enerjiyi hesaplı kullanalım, dünyayı daha iyi bir yer yapmak için tüm olumlu işleri yaptığımızı varsayalım. Bu durumda teknolojik ilerleme ne durumda olur? Yani, ben bir TV aldım, bir daha almayacağım. Bozulursa da olağanüstü bir TV ihtiyacım yok. Sıradan bir TV işimi görecektir. Daha iyisini yapma gereği olmadığından teknolojik ilerleme durmaz mı sizce? Bütün alanlar için aynı şeyi düşünebilirsiniz. Keza otomobil. Adamlar niçin daha iyi bir otomobil yapmak istesinler bu durumda? Ekonomi nasıl olur? Tümden sistemin değişmesi gerekir mi?

Görüşlerinizi öğrenmek isterim.
 
  • Beğen
Tepkiler: mariokaldato
Geri