Burayı iyice G4 Pro sayfasına çevirdik ama tahmini 400-500 km arası bir kullanım sonrası bir şeyler daha karalamak istedim
Öncelikle bunu bir inceleme yazısı gibi düşünmeyin. O yetkinlikte bir kullanıcı değilim. İnceleme için karşılaştırma gerekli. Benim karşılaştırma yapacak kadar farklı marka ve model üzerinde pedallamışlığım yok. Carraro Gravel G4 Pro benim sadece ilk mucur(!) bisikletim değil, aynı zamanda ilk drop barlı bisikletim. Daha önce kullandığım bisikletler sırası ile markasını bile hatırlamadığım bir tek vitesli çocuk bisikleti, Bisan Travel şehir bisikleti ve Alba Fold X elektrikli katlanır bisiklet. Hepsi bu. Yani yazacaklarım benim gibi biraz da cahil cesaretiyle "Hadi pissmi.." diye mucura girecek arkadaşları nelerin beklediği konusunda fikir verecektir. Bir de çok memnun olduğum yeni aksesuarlarımdan bahsedeceğim. İşte onlar inceleme sayılabilir
271034 dosyayı görüntüle
Mucur (Bu ifadeyi önceki sayfalarda bir üyenin kullandığını gördüm ve çok hoşuma gitti. Kimdi hatırlamıyorum ama izniyle bundan sonra ben de kullanacağım) bisikleti kimlere göre? Yol mu mucur mu? Dağ mı mucur mu? Şehir mi mucur mu? Bu soruların sonu da yok, kısa bir cevabı da yok. Hele ki çizgiler bulanıklaşıp "Cyclocross mu mucur mu?" noktasına gelince gelin de çıkın işin içinden. Bir noktadan sonra durmayı bilmek, çok da kasmamak lazım o yüzden. "Seçim paradoksu" konusunu bir araştırın. Çocukken daha mutlu olmamızın sebebini ben biraz buna bağlıyorum. Çocukken bu kadar kategorizasyon mu vardı? Karne vardı, bir de bisiklet vardı. Şehir bisikleti "pisiklet" idi. Dağ bisikleti de "hamorsörlü pisiklet" idi. Yol bisikleti zaten yoktu. Şimdi aynı çocuk büyüdü ve bisiklet almadan önce günlerce "Cyclocross vs. Gravel" makaleleri okuyup videoları izliyor. Ben bir noktada artık "Ne yapıyorsun sen?" dedim ve tüm sekmeleri kapattım. Hayat böylesine ciddiye alınmayacak kadar kısa. Aklınıza yatan bir çift tekeri alın geçin. Yoksa hangisine sahip olsanız aklınız diğerinde kalacak zaten. Neyse, konuyu çok uzatıp dağıtmadan mucura dönelim.
Ben sanmıyorum ki ülkemizde bu işi profesyonel olarak yapmayanların içinden bisikleti sadece asfaltta süren, sadece toprakta süren, sadece dağda süren çok fazla insan çıksın. Yol bisikletçisi, dağ bisikletçisi vesaire biz ortalama kullanıcılara (bu gruba girmeyen üyeleri tenzih ederim) çok uzak kavramlar. Zamanında "Abi internete girsin, çocuk ödev yapsın, mitton mednıs, eycof falan açsın." diye bilgisayar alan neslin çocuklarıyız. Biz de aynı şekilde, o işi profesyonel olarak yapmıyorsak hiçbirimiz "3D rendering yapacağım!" diye bilgisayar almıyoruz. Bu bisikleti alırken de tamamen bu mantıkla hareket ettim. Tek bir bisikletim olsun, her işimi yeterli seviyede görsün. Tamamen bu. Ne eksik, ne fazla.
Peki her işimi yeterli seviyede görüyor mu? Hem de nasıl! Önceki mesajlarımda da söyledim. Bu bisiklet 32 yaşında adamı öyle bir çocukluğuna döndürdü ki. Biraz hava alayım diye dışarı çıkmaya göreyim, eve giresim gelmiyor. Zaman da su gibi akıp geçiyor. Asfaltsa asfalt, topraksa toprak, mucursa mucur. BiTeker adlı Youtube kanalının geçen yıl yayınladığı bir Bisan All Trail incelemesi vardı. Orada gravel bisikletin verdiği sürüş hissini "hile kodu yazmışsınız gibi" diye tanımladığını hatırlıyorum. Orada tam olarak ne demek istediğini kullanınca anlıyorsunuz. Yaşadığım küçücük Kütahya'da bile gidip görmediğim o kadar yer varmış ki. Sanki "Hadi bir de şu tarafa gidelim!" diye o gazlıyor beni. İlk hevestir, zamanla geçer diyordum ama yok, ilk aldığım günden beri aynı keyifle sürüyorum. Hatta drop bara da iyice alışınca daha da keyifli hale geldi diyebilirim.
271038 dosyayı görüntüle
Drop bar demişken, hiç kullanmayan birine dışarıdan ne kadar rahatsız, ne kadar günlük kullanıma aykırı ve 'profesyonel işi' geldiğini bizzat biliyorum. Ama hiç de öyle olmadığını biraz kullanıp alışınca anladım. İlk başta Tamer Karadağlı yüz ifadesiyle "Ben bi hata yaptım.." demedim değil. Ama bu alışma dönemi birkaç günden fazla sürmüyor, inanın. Bel, kol veya boyun bölgelerinizde ortopedik bir sorununuz, aşırı kilo fazlalığınız yoksa, ortalama düzeyde esnekliğe sahipseniz hiç problem yaşamayacağınızı, hatta seveceğinizi düşünüyorum. Yine de almadan önce ödünç alıp/kiralayıp bir süre kullanmakta fayda var. Ama dediğim gibi, size yaşattığı ilk yabancı hisler geçici. Zamanla o yabancı hisler yerini "Zaten olması gereken buymuş." düşüncelerine bırakıyor. "O neymiş öyle be, düz gidon bisikletler bırak gideyim abi derken biz üstünde paraşüt gibiymişiz." diyorsunuz. O yüzden biraz zaman tanıyın. Dik, düz ve uzun bir yokuşta droplara inip, kolları da kırıp yere iyice paralel hale gelerek havayı yara yara inme zevkini bir kere tatmanız lazım. Burada aklıma gelmişken ufak bir uyarı yapayım. Fren yapa yapa inmenizi gerektiren uzun bir yokuşun sonunda "Yahu bu diskler ısınmıyor mu acaba?" deyip dokunmayın. Ben size söyleyeyim. Öyle böyle ısınmıyorlar. Sobaya dokunmaktan farkı yok. Parmak uçlarınızda birkaç gün sızlayan, hatta su bile toplayabilen birinci derece yanıklar istemiyorsanız, ben ettim, siz etmeyin.
Drop bardan devam edelim. Benim en fazla vakit geçirdiğim pozisyon 'hood' denen üst kısımlar oldu. Türkçeye nasıl geçtiğini bilmediğim için ben de hood diyeceğim. Bu tutuşun rahatsız olduğunu düşünenlere bir örnek vereceğim. Kullandığımız standart bilgisayar mouselarının tutuş pozisyonunu düşünün. Sonra da hiç duymadıysanız karpal tünel sendromunu ve olası sebeplerini araştırın. Şimdi de "dikey mouse", "ergonomik mouse", "vertical mouse" anahtar kelimeleriyle bir Google araması yapın. Çıkan sonuçlardaki mouse şeklinin kullanımı son yıllarda özellikle de ofis çalışanlarında çok arttı. Şimdi klasik mouse ile bu yeni mouse şeklini, düz gidon tutuşu ve hood tutuşu ile karşılaştırın. Ne demek istediğimi anlamışsınızdır
271051 dosyayı görüntüle
Ben hood tutuşuna tek kelimeyle bayıldım. Ne en ufak bir bilek ağrısı, ne bir zorlanma ya da baskı hissetmedim. Hoş, hissetsem de bu gidon tarzı çok fazla tutuş pozisyon seçeneği sunduğu için bir pozisyonda ağrıyan bileği başka bir pozisyonda dinlendirme şansına sahibiz. Oyun konsollarıyla biraz içli dışlı olanlar gamepad tutuş şeklini bilirler. Hood pozisyonunda sadece işaret parmağının fren kolu üzerinde olduğu, baş parmakla diğer üç parmağın ise hoodu kavradığı tutuş birebir gamepad tutuşu ile aynı. İşaret parmaklarınızı L2 ve R2 tetik butonları üzerinde gibi düşünebilirsiniz. Zaten hidrolik frenler sağ olsun, tek parmak sert frene değil ama yavaşlamaya da, durmaya da yetiyor. Bu tutuş şekli bana çok doğal ve rahat geldi. Hele bir de serçe parmağımı kaldırdığımda tam vites yükseltme koluna denk gelmiyor mu, şahane. Bu mühendislik harikalarına da fren kolu, vites kolu falan demek de hakaret gibi geliyor. Sanki adamlar toplanmışlar da, "Öyle bir sistem geliştirelim ki sürüş zevkini iki katına çıkarsın." demişler. STI kollar bu yaşıma kadar mahrum kaldığıma en çok üzüldüğüm aksam oldu kesinlikle. Kullanımları inanılmaz keyifli. GRX serisi kolların üzeri bir de lastiğimsi, mat bir doku ile kaplanmış ki resmen parmaklarınızla bütünleşiyor. Mat dokuları çok sevdiğim için arada farkında olmadan parmağımla okşuyorum kendilerini. Umarım zamanla aşındırmam o bölgeleri. Çok iyiler, çok güzeller de, çok iyi bakmak lazım bunlara. Zira sağ ve sol STI takım fiyatlarını merak edip bakmam sonucu küçük çaplı bir kalp krizi geçirdim. Kokpit konusunu ikinci bir uyarı ile bitireyim. Bu uyarı ilkinden çok daha hayati olacak. Lütfen ama lütfen, ilk kez drop bar kullanacak arkadaşlar kulak versinler ve ciddiye alsınlar. Keşke ben de bu konuda bir uyarıya denk gelseydim de o hatayı yapmasaydım. Neyse ki şanslıydım.
Sevgili arkadaşlar, drop bara yeni geçtiyseniz, hani o "Aaa ne güzel, normal bisiklet gidonu gibi!" diye tuttuğunuz orta kısım var ya. Biliyorum, siz de benim gibi başlarda bol bol orayı kullanacaksınız. Lütfen şehir içinde, özellikle de trafiğin aktığı yerlerde orayı sakince bırakın ve ellerinizi hood pozisyonuna alın. Sakın ama sakın acil bir durumda elinizi frenlere götürebilecek kadar hızlı refleksleriniz olduğunu düşünmeyin. Öyle bir refleks hızı yok, çünkü elinizi oradan frenlere götürürken geçen zamanda çoktan frenlere basıyor olmanız gerekiyor. Acil fren gerektiren durumlarda milisaniyelerin bile ne kadar önemli olduğunu söylemeye gerek yok. Bu tecrübeyi ben bisiklet yolunda keyifli keyifli deparlarken yan sokaktan ana yola burnunu fazla çıkaran dayıya borçluyum. Bu sırada solumda da trafik akmakta. Sen yolu kontrol etmek için burnunu çıkarak duruyorsun da dayıcığım, biraz fazla çıkmadın mı? Bisiklet yolu orası. "Naabıyon dayııı?!" el kaldırmasını "Yeğenim velespitsin sen, mahallende binsene?" bakışı ile savuşturup devam etti tabii kendisi. Öyle ya, biz kimiz ki? Burnunu da çıkarır, park da eder, oturur bisiklet yolunda piknik de yapar dayım. Bir sonraki sürprizi bu olsun bana. Verin eline yelpazeyi, mangal yellesin dayım bisiklet yolunda. Öyle bir rahatlık. Neyse, sonuçta 1-1,5 metre kala durabildim ama biraz daha hızlı olsam veya frenlerim biraz daha kötü olsa yapışıyordum. Tekrar ediyorum, şehir içinde hood veya droplarda olalım arkadaşlar. Sadece ama sadece birkaç saniye bileklerinizi dinlendirmeniz gerekirse ortalardan tutun. Elleriniz orada sürmeyi alışkanlık haline getirmeyin. Zaten orayı kullanacaksak neden drop barlı bisiklet aldık, değil mi?
271047 dosyayı görüntüle
Aksesuarlara geçeyim. Bisiklete şu ana kadar 4 eklenti yaptım. Bagaj, çanta, pedal ve ışıklar. Bunlardan pedal dışındakiler takım diyebiliriz. Ama ne takım. Bütçenizi zorlamayacaksa, bu bagaj ve çantayı gözü kapalı öneririm. Benim bütçemi de zorlamayacağından değil de, yine dünyaya bir kere geliyoruz deyip yaptım bir şımarıklık. Bu dünyaya bir kere gelme işi son zamanlarda çok masraflı oluyor ya, neyse bakalım. Uzun uzun araştırdıktan sonra Topeak markasında karar kıldım. Resimlerde de görülen sarı klipse basıp çekerek çantanın pratik bir şekilde çıkarılabildiği raylı bir sistem yapmışlar. Ağırlık olsun, malzeme kalitesi olsun, fonksiyonellik olsun, daha iyi bir set düşünemiyorum. Topeak Uni Super Tourist Disc bagaj ile MTX Trunkbag DXP çanta harika bir ikili oluyor. Hem fermuarlı bir körük ile dikine genişleyebilen, hem de yan bölmelerin açılıp heybeye dönüşebildiği bu tasarım gündelik kullanıma da, 22 litrelik hacmiyle turlara da çok uygun. Arkasındaki matara gözü de çok güzel düşünülmüş.
271048 dosyayı görüntüle
Yine Topeak marka ön ve arka ışıklar görünürlük için yeterli, ama görmek için yetersiz. Onun için daha yüksek lümenli, şarjlı bir ışığa daha ihtiyaç olduğunu gördüm. Ama ucuz ve kolayca bulunan ikişer CR2032 pil ile çalışan bu ışıkların flaşör modunda 100 saate kadar, yani oldukça uzun ömürleri var. Işıklarda yine Topeak seçme nedenim arka ışığın bir aparat ile bagajın arkasına takılıp çıkarılabilir olmasıydı. Şarj derdi olmadan, ortalama bir görünürlükle üzmeyen bir ön ve arka ışık seti arayanlara Topeak Highlite Combo II setini de gönül rahatlığıyla önerebilirim. Daha Topeak marka mini pompa ve multi-tooldan da bahsederdim de iş iyice Topeak reklamına dönmeden pedallara geçeyim
Hem bisikletle birlikte gelen kurşundan yapılma pedallardan kurtulmak, hem de ufaktan clipless mevzusuna girmek için bir tarafı platform, bir tarafı kilitli olan dual-sided veya hibrit pedalları gözüme kestirmiştim. Araştırdığım kadarıyla burada üç mantıklı seçenek karşımıza çıkıyor. İlki Shimano PD-T421 Click'r pedallar. Sanırım bu modelde kilitleme mekanizması yeni başlayanlar için biraz daha esnek yapılmış. Az sonra bahsedeceğim metal pinlere de sahip değiller. Hep yeni başlayan olarak kalmayacağımı ve fiyat olarak da pek bir avantajı olmadığını göz önünde bulundurarak ben bu pedalı es geçtim. İkinci pedalımız Shimano PD-EH500. Bu pedallar hafifliği, ergonomisi ve metal pinleriyle çok güzel yorum ve inceleme puanları almış. Neredeyse bu modeli alacakken birkaç Reddit yorumu beni üçüncü seçenek olan Shimano PD-T8000 modeline ikna etti. PD-EH500'e göre daha geniş olduğu ve ayağa daha iyi oturduğu yorumları nedeniyle güzel bir indirim de yakalayınca fiyat farkını verip bu modeli aldım.
271049 dosyayı görüntüle
"Bir pedala o kadar para verilir mi?" diyenleri duyar gibiyim. Verilir arkadaşlar. Bu pedala verilir. O klişeye girmek istemezdim ama, çalınsa veya kaybolsalar yine bu pedalları alırdım. O ne rahatlıktır, ayağı ne tatlı kavrayan bir platformdur öyle. Metal pinlerin bu kadar fark yaratacağını düşünmezdim ama altı en düz, en sert ayakkabıyla bile kullansanız adeta saplanıyor ve bırakmıyorlar. Ayağınızı pedala nasıl koyduysanız o şekilde kalıyor, kesinlikle kaydırmıyor. Bayıldım. Bir de üzerinde gelen pinler kısa pinler. Kutudan bir de uzun pinler çıkıyor ki onları takmaya gerek bile duymadım. Çift taraflı pedalların tek dezavantajı simetrik olmadıkları için ağırlık merkezlerinin dengesiz olması. Pedaldan ayağınızı kaldırdığınızda dönüyorlar ve tekrar koyduğunuzda bazen kilitli tarafları denk geliyor. Ama kas hafızası ile zamanla buna da alışıyorsunuz ve ayak ucuyla hızlıca döndürüp doğru tarafı yukarıya getiriyorsunuz. Henüz bisiklet ayakkabısı almadığım için kilitli tarafı deneyemedim. Kilitli pedalların %15-30 arası enerji tasarrufu sağladığı söyleniyor. Eğer bu doğruysa en kötü ihtimalle 100 km yolda harcanacak eforla 115 km gitmek demek. Çekme hareketi yapan kasların devreye girmesiyle itme yapan kaslara düşen yükün de azaltılması demek. Çoğunlukla platform kullanacağım gibi görünüyor ama uzun turlar için bir SPD ayakkabı şart. Ayakkabı önerisi varsa alırım bu vesileyle.
271050 dosyayı görüntüle
Carraro Gravel G4 Pro hakkında ne söyleyeyim bilmiyorum. İlk başta dediğim gibi, karşılaştırma yapma şansım olmadığı için fazla büyük laflar edip kimseyi yanıltmak istemem. Bu nedenle yazıyı olabildiğince inceleme tarzından uzak tutup daha çok tecrübelerimden ve yeni aksesuarlardan bahsettim. Ama çok memnun olduğumu ve keyifle kullandığımı söyleyebilirim. Zaten daha önceki mesajlarımda da belirttiğim gibi, geçen yılın G4'ü ile aralarında dağlar kadar fark yok. En büyük fark jantları olmuş, ki tubeless uyumlu olmamaları üzse de ben akışlarından çok memnun kaldım. "Yeni bisiklet jantı zamanla açılır." gibi bir durum olmadı. Geldiğinde de açıktı. Şimdi biraz daha açılmış olabilir. Yolda belli belirsiz de olsa bir eğim varsa "Sal kanka, burası bende." diyor sanki. İkinci büyük fark gidon boğazı olmuş. XLC TranzX Antishock gidon boğazının iddiası gidondan ele geçip yoran, uyuşturan titreşimleri absorbe etmesi. Ama bu iddiasını ne kadar yerine getiriyor bilmiyorum. Ben G4'ün gidon konforu ile arasında hissedilir bir fark göremedim. Bu donanım farkı bana konfordan daha çok gıcırtı olarak döndü ne yazık ki. Yağlanmaya uygun bir sistem olup olmadığını da bilmediğim için şimdilik bu şekilde kullanıyorum. Bisikletim hakkındaki tek şikayetim de bu zaten. Üçüncü fark sele olmuş. G4'te Velo, G4 Pro'da Selle Royal marka sele kullanılmış. Yine bu iki sele arasında dikkate değer bir kalite veya konfor fark olduğunu sanmıyorum. Her ikisi de fena seleler değiller, ama uzun vadede yerlerini bir Pro Stealth'e bırakmak isterler diye düşünüyorum. Karbon maşa konusuna gelirsek, alüminyum maşalı bir gravel da kullanmadığım için onun hakkında da bir yorum yapamayacağım ne yazık ki.
Ekleme: Lastikleri nasıl unuturum? G4'teki Schwalbe G-One'lar yerine (Sanırım Allround modeli idi), yolu daha iyi 'ısırabilsinler' diye daha büyük dişleri olan G-One 'Bite' modelleri uygun görülmüş. Bunlardan da yine tubeless uyumsuz olmaları dışında gayet memnunum. Şu ana kadar ne patladı, ne de bir kez olsun kaydılar. Ne asfaltta çok dişli, ne de toprakta az dişli hissettirdiler. Bu kötü kurtları kocayıp dişleri körelinceye kadar değiştirmeyi düşünmüyorum.
Ha, bir de ağırlık konusu var, unutacağım sandın değil mi Carraro? Ağırsın ağır.
271052 dosyayı görüntüle
Antishock gidon boğazını araştırırken (link) makaleye rastladım. Çalışmada standart bir gidon boğazı ile iki süspansiyonlu gidon boğazı karşılaştırılmış. XLC TranzX Antishock ve Redshift Shockstop. Gidondan sürücünün eline geçen titreşimleri XLC'nin %18.9, Redshift'in ise %45.8 azalttığı görülmüş. %18,9 öyle bir oran ki, fark hissetmiyorum diyene nasıl hissetmediğini, hissediyorum diyene de nasıl hissettiğini soramazsınız. Ama %45.8 güzel oran. Bu makale Redshift markasını bulmama vesile oldu ve hem kullanıcılardan, hem incelemecilerden çok iyi yorumlar aldığını gördüm. İşe 2015 yılında Kickstarter üzerinden başlayan ufak çaplı bir firma. Gidon boğazı ile birlikte bir de Redshift Shockstop Suspension Seatpost adlı sele boruları var ki, özellikle her ikisi birlikte kullanıldığında rüya gibi bir gravel olduğundan bahsediyorlar. MTB süspansiyonlarındaki enerji kaybı ve ekstra ağırlık olmadan, MTB rahatlığında bir gravel düşüncesi kulağa gerçek olamayacak kadar güzel geliyor. Gerçi o kadar pahalılar ki, muhtemelen gerçek. Normal bir gidon boğazına ve sele borusuna göre daha ağırlar ama sağladıkları konforun ağırlıklarına, hatta fiyatlarına değdiğini söylüyor kullanıcılar. Onlar fiyatı 8,5 veya 10 ile çarpmadıkları için söylerler tabii, o ayrı bir konu da, bu iki ürün beni oldukça cezbetti. Biraz beli doğrulttuktan sonra bir şımarıklık daha yapar mıyım? Belki yaparım.
Düşündüğümden çok daha uzun bir yazı oldu. Umarım benim gibi yeni mucurculara faydalı olur. Son bir fotoğrafla bitirelim. Bu sargılı drop barlar da çok rahat tünekler oluyor.
271053 dosyayı görüntüle
Herkese iyi sabahlar.